Siyasette gerilim had safhada. Kullanılan dil ve politikacıların birbirlerine göndermeleri sokak kavgalarından farksız. Dahası iktidar ve muhalefet arasındaki bu sert üslup olası lider değişiklikleri ya da yeni oluşum söylentileri nedeniyle bazı partilerin iç çekişmelerine de yansımış durumda. Yani her zaman olduğu gibi safları sıklaştırmaya dönük “kutuplaşma siyaseti” vizyonda. Tek amaç da ne olursa olsun koltukları korumak...
Peki bu mümkün mü? Ya da ülkede terör belası ve ekonomi de durgunluk yaşanırken seçmen buna itibar eder mi? Bu soruları dün 1 Kasım seçimleri öncesinde en doğru tahmini yapan kamuoyu araştırmacısı Adil Gür’e yönelttik. Bu arada da MHP’deki olası bir lider değişiminin AKP mi yoksa CHP’yi mi daha çok etkileyeceğine ilişkin tartışmaları konuştuk. İşte öngörüleri:
- Türkiye’de siyasi partiler kutuplaşmadan besleniyor. Onun için iktidar da muhalefet de gerilim siyasetini tırmandırıyor. Çünkü seçmen sorgulamadan aidiyet duygusu içerisinde bir tarafı seçiyor. Yani hükümetin icraatlarını ya da muhalefetin performansını sorgulayarak oy vermiyor. Oysaki olması gereken tam tersi. O nedenle günün birinde insanların önüne farklı bir yol çıkar ise bu kutuplaşma
Göç İdaresi Genel Müdür-lüğü’ne göre; biyometrik verileri alınarak kayıt altına alınan Suriyeli sayısı 2 milyon 743 bin 497... Bunların da 19 yaş dahil 1 milyon 353 bin 545’i çocuk. BM ise Türkiye’deki Suriyeli sayısının yüzde 54.2’si 18 yaş ve altı olmak üzere toplam 3 milyonu aştığı görüşünde. Türkiye’de doğan ya da yaşları 0-4 arasında olanların sayısı da 500 bin civarında. Yani her iki veriye baktığınızda da ülkelerindeki iç savaştan kaçarak Türkiye’ye sığınanların yaklaşık bir milyonu eğitim çağında. İşte mülteci krizinde Türkiye açısından en büyük risk de bu. Çünkü kız çocukları 13 yaşından sonra okula gönderilmiyor, erkek çocukların büyük bölümü ise okul yerine çalışıyor ya da dileniyor. Gelecekte bundan kaynaklı büyük öfke patlamaları olabileceğine dikkat çeken Hacettepe Üniversitesi Göç ve Siyaset Araştırmaları Merkezi Müdürü Doç. Dr. M. Murat Erdoğan şöyle diyor:
“Fransa’da araçları yakanlar orada doğmuş büyümüş Cezayirli, Faslı çocuklar. Nedeni öfke birikmesi. Almanya’da eğitim almamış, işsiz Türk gençleri de problem alanlarıdır. Yani bu işin etnisite ile bir alakası yok. Türk, Alman, Arap ya da Rus olsun fark etmez çocuk eğitimsizse, işsizse, öteleniyorsa, hele de
İstanbul Vezneciler ve Mardin Midyat’taki “alçak saldırılar” yüreğimizi yaktı. Bulgular PKK’yı gösteriyor. Bu soruşturma açısından önemli ama acıyı, öfkeyi hafifletmiyor. Çünkü PKK ya da IŞİD fark etmiyor ve 20 Temmuz 2015 tarihinden bu yana taşeron terör örgütleri tarafından masum insanlar katlediliyor. Dahası, bu alçak saldırıların süreceğine dönük endişeler de had safhada. Niyesini MİT eski Müsteşar Yardımcısı Cevat Öneş, şöyle özetliyor:
PYD’’nin ABD ile ittifakı ortada. PKK’nın Irak’ta 80’li yıllardan itibaren konuşlanışı, varlığını devam ettirişi, Avrupa’nın birçok ülkesinde PKK ile ilişkili PYD’nin açtığı yeni temsilcilikler ortada. Gerek Rusya gerek ABD tarafından temaslarının olduğu bilinen bir husus. O bakımdan ulusal bir mesele bölgesel, küresel hale geldi ama bunu üst aklın oyunu gibi kesin hatlarıyla ortaya koyarak Türkiye’nin kendi sorumluluğunu soyutlamak yanıltıcı olur.
Gerçekten böylesine küresel merkezi bir tehdit varsa Türkiye’nin öncelikle yapması gereken şey nedir? Milli gücünü bütünleştirmek, milli iradesinin desteğini alabilmek bunu parlamentoda yansıtabilmek. Böylesine büyük bir tehdit karşısında birlikte hareket edebilmek becerisini göstermektir.
Almanya ile ‘soykırım’ gerginliği mülteci sorununu etkiler mi? Böyle bir gelişmenin Türkiye-AB göç anlaşmasını etkileyeceğini düşünenler kadar etkilemeyeceğini öngörenler de var. O nedenle de Avrupa’ya yeni mülteci akını başlaması ya da geri kabul anlaşmasının bozulması ve buna karşı olarak da para desteği ile vize serbestisi uygulamasının aksamasına dönük bir çok olasılık dillerde. Yani bunlar olabilir de olmayabilir de. Dolayısıyla karşılıklı “kozlardan” kaynaklanan yeni bir kriz beklentisi kapıda. Ancak tüm bunlara karşın “bir şey çıkmaz” görüşünde olanlar da var. Gerekçesini de sözü edilen göç anlaşmasının neredeyse yok hükmünde olmasına bağlıyorlar. Örneğin Hacettepe Üniversitesi Göç ve Siyaset Araştırmaları Merkezi Müdürü Doç. Dr. M. Murat Erdoğan diyor ki:
Mültecileri nasıl göndereceksiniz? Diyelim ki kara sınır güvenliklerini azalttınız, karşı tarafta da sınır güvenliği var. Deniz yolunu hafifletirseniz orada da NATO devrede. Şu ana kadar bu anlaşma çerçevesinde bize gönderdikleri insan sayısı 150’yi bile bulmadı. Bizim onlara gönderdiğimiz de 300 civarında...Zaten Almanlar da bunu bildikleri için bu kadar rahat davrandılar.
Yaptığımız araştırmalara göre İstanbul’da
Suriye ve Irak’ta yarı devletimsi bir yapı havasındaki IŞİD bir yıl öncesine kıyasla kontrol altında tuttuğu toprakların önemli bir bölümünü kaybetti. Dahası, koalisyon güçlerinin askeri desteğiyle Irak’ta Musul ile birlikte Felluce’yi, Suriye’de ise IŞİD’in başkent ilan ettiği Rakka’yı kurtarmaya dönük düğmeye basıldı ama bu tüm dünyayı, insanlığı tehdit eden IŞİD belasının sona yaklaştığı anlamına gelmiyor. Çünkü emekli binbaşı, güvenlik analisti Metin Gürcan’a göre; askeri müdahaleler, bombalamalar savaş mekanizması IŞİD’e yönelik bir çözüm ve gücünü zayıflatma gibi görülse de bunlar zihniyet olarak IŞİD’i büyüten bir süreç. Ya da tam tersi IŞİD’i önemsiz veya bir balon gibi değerlendirmek de savaş mekanizması IŞİD’in gücünü daha da körükleyen bir durum. Yani tam bir paradoks söz konusu. Peki bu durumda ne olacak, olabilir? Ve de ne yapılmalı?.. Gürcan’ın bu sorulara dönük yanıtları şunlar:
- Savaş makinesi ve devletimsi yapı olarak IŞİD iyimser tahmin 3, kötümser tahmin 5-6 sene, zihniyet olarak IŞİD 20-30 hatta 40 sene daha bölgede devam eder. Bölgeden kastım Ortadoğu, Kuzey Afrika, Kafkaslar, Afganistan, hatta buna Balkanları da dahil edin.
- Zihniyet olarak IŞİD
Ergenekon, Balyoz ve Askeri Casusluk davalarında haksız yere hapis yatan kumpas mağduru askerlerden bazıları bugün Güneydoğu ve Doğu’da en kritik noktalarda görev yapıyorlar. Örneğin aralarında bir tuğgeneralin de bulunduğu askerlerden Levent Ergün, Nedim Ulusan, Kahraman Dikmen, Hüseyin Topuz, Özgür Ecevit Taşçı, Taylan Özgür Kırmızı tam anlamıyla ateş hattında. Yine Mustafa Turhan Ecevit ve Ercan Kireçtepe de çok stratejik bir görevdeler. Yani bir dönem “terör örgütü üyeliği” suçlamasıyla karşı karşıya kalan bu insanlar vatanın birlik ve bütünlüğü için bölücü terör örgütü PKK’ya karşı yürütülen mücadelede cephedeler ve göğüslerini siper ediyorlar. Bunun subayların aldıkları eğitimin,formasyonun ülke için ne kadar değerli olduğunu gösterdiğini belirten yine kumpas mağdurlarından Em. Tümgeneral Ahmet Yavuz, bu çelişkili durumu şöyle yorumluyor:
“Haksız yere hapse atılan insanlar, devletin ayakta kalması için bir görevle karşı karşıya kaldığında hiç tereddüt etmeden o görevi yaparak vatan sevgisini bir kez daha gözler önüne seriyorlar. Bu Cumhuriyetin ne kadar köklü kurumlara değerlere sahip olduğunu da gösteriyor. Esas yıkılmak istenenin bu olmasını bilmek de çok büyük bir üzüntü
Avrupa’da taklit ürün almak suçu gittikçe yayılıyor. Fransızlar, gümrüklerde orijinal olmayan formalara el koyuyor ve ürünün değeri kadar para cezası kesiyor
Avrupa Futbol Şampiyonası (Euro 2016) finallerinde Milli Takımımızı desteklemek için Fransa’ya gitmeyi planlayanların çakma yani taklit formalar konusunda çok dikkatli olması gerekiyor. Çünkü Fransa’da gümrüklerde, çantaların, tekstil ürünlerinin orijinal ya da taklit olduğunu saptayan özel ekipler var. Bu ekipler Fransız mallarının taklitlerini anında tanıyor ve hem ürüne el koyuyor hem de sahibini para cezasına çarptırıyor. Nitekim geçmişte ünlü bir sanatçımız da çakma ‘Louis Vuitton çanta’ nedeniyle böyle bir şok yaşamış, dahası, hem çantanın Fransa’daki orijinal değerini hem de hallice bir para cezasını ödemek zorunda kalmıştı...
İyi de binlerce dolarlık sosyetik çanta ile futbol ve Milli Takım sevdalılarının ne alakası olabilir? Var, hem de fazlasıyla. Zira aynı durum bugün ABD’li Nike tarafından hazırlanan ay yıldızlı Milli Takım formalarımız için de söz konusu... Bunun işaret fişeği de İsviçre’de yaşayan Prof. Dr. Bedirhan Üstün’ün önceki gün bize ulaştırdığı fotoğraf, belge ve şu e-posta:
“Euro 2016 Fransa Gümrükleri
Hakkari’de Super Cobra’nın düşürülmesinden sonra en kritik tek soru “Rus menşeli füzeler PKK”nın eline nasıl geçti? Buna dönük öngörüler ise çok farklı. Örneğin bu durumu “PKK’ya doğrudan bir destek göstergesi” diye yorumlayan da var, yabancı istihbarat örgütlerinin hedef şaşırtması olabileceğini söyleyen de. Dahası PYD üzerinden PKK’ya aktarıldığını savunanlar da mevcut. Yani olayda silah ve tetikçi belli ama silahların kaynağı her zamanki gibi “meçhul” kalmaya aday. Niyesini Genelkurmay İstihbarat Dairesi eski Başkanı İsmail Hakkı Pekin şöyle özetliyor:
- Rus menşeli olması Rusya verdi anlamına gelmez. Varşova Paktı dağıldıktan sonra Doğu Avrupa ülkelerinde, Doğu Almanya’da o kadar çok silah vardıki örneğin bizde de Kaleşnikof, Kanas (SVD) ve Doçka (DŞK) var, hepsini de tütün ve çay karşılığı Beyaz Rusya’dan aldık. Yani bunları heryerden, özellikle de Ortadoğu’daki pazardan çok rahat bulabilirsiniz.
- Devletler direk vermez, silah kaçakçılarını organize eden istihbarat örgütleri var. Onların bilgisi olmadan PKK’ya silah gitmez, kaçakçılık olmaz. Çünkü silah tüccarlarını devreye sokan istihbarat örgütleri bu işten haraç, pay alıyorlar. Dolayısıyla da bölgedeki istihbarat