Atatürk 19 Mayıs 1938’de son defa Gençlik ve Spor Bayramı kutlamalarını izledi. Hemen ardından da ilerleyen rahatsızlığına rağmen Hatay (İskenderun Sancağı) sorunuyla ilgili olarak Mersin’e hareket etti ve daha sonra Adana’ya geçti. Çeşitli kaynaklara göre; Atatürk, Hatay konusundaki kararlılığını, Mersin’e hareketinden iki gün önce Başbakan Celal Bayar’a şöyle bildirdi:
“Benim, kırk asırlık Türk yurdu Hatay esir kalamaz dediğimi unutmuş olanlar olabilir. Ama ben unutmadım, unutamam, sen de unutamazsın.”
Hatay konusunun en kritik döneminde, sağlığı üzerindeki olumsuz düşüncelerin neticeyi etkileyeceği düşüncesiyle, sınıra kadar otomobiliyle giderek askeri birlikleri denetleyen Atatürk, sürekli ayakta kaldı. Sağlıklı olduğunu hissettirmek için her şeyi denedi, bu arada da konuşmalarıyla Fransa’ya mesaj verdi. Birkaç gün sonra da Ankara’dan arayan Celal Bayar İngiliz ve Fransız elçilerinin tüm koşulları kabul ettiğini iletti. Böylece de bağımsız Hatay Cumhuriyeti 12 Eylül 1938’de kuruldu.
Atatürk’ün bu dik duruşu Hatay sorununu sonlandırmıştı. Fakat kendisini de bitirmişti. Nitekim birkaç ay sonra da Hatay’ın Türkiye’ye ilhakını (30 Haziran 1939) göremeden yaşamını yitirdi...
Pe
Türbülansa giren siyaset dünyasında kullanılan kaba dil ve üslubun dozajı giderek artıyor. Niye? Siyasetçi, tahammülsüz, eleştiriye gelmiyor, çok çabuk coşkuya kapılıyor ve aklından çok duygularını, ön yargılarını kullanıyor. Yani kendi politika ve projelerini anlatmak yerine rakibini “sözle döverek” tabanına mesaj göndermekle yetiniyor. Böyle olunca da üslup sertleşiyor, nezaket ve insaniyet kayboluyor. Buna bir de “lidere tam biat” ve kendini gösterme eklenince küfürler, yumruk ve tekmeler havada uçuşuyor. Bunun geçmişte de fazlasıyla örnekleri vardı ancak ülkenin bugün içinde bulunduğu durum nedeniyle görüntü daha da endişe verici. Çünkü kan ve gözyaşına boğulan yurtta hemen her gün bir ocağa ateş düşüyor. Dahası görevi ivedilikle buna çözüm bulmak ya da barış ortamı yaratmak olan siyasilerin başka konulara yoğunlaşarak bu çok sert ve anlaşmaz tutumlarını sürdürmeleri ülkedeki kutuplaşma ve şiddeti körüklüyor.O nedenle de herkesin yanıt beklediği soru şu:
Ne olacak bu siyasetin dili ve üslubu?
Bu soruyu bizde 1991-1995’deki TBMM Başkanlığı döneminde “Siyasi Etik Yasası” çalışmalarını başlatan Hüsamettin Cindoruk’a yönelttik. Soruda hata olduğunu belirten Cindoruk’un ilk sözü şu
MHP’de ‘Olağan-üstü Kurultay’ bu pazar olacak mı olmayacak mı? Bu sorunun yanıtı hâlâ flu. Çünkü Yargıtay’dan karar yerine açıklama geldi. O nedenle de muhaliflere göre takvim işliyor, Genel merkez ise yapılamayacağı konusunda ısrar ediyor. Yani belirsizlik ve varsayımlar üzerine tartışmalara devam. İşte Yargıtay’ın açıklamasından saatler önce MHP Genel Başkan adayı Sinan Oğan ile konuştuklarımız:
Kurultay yapılacak mı?
Yargıtay çok olağanüstü bir karar vermezse ki içeriden duyumlarımız müspet karar yönünde, yapılacak.
Teşkilat kurultay konusunda ne düşünüyor?
Bu defa teşkilatlarda da kamuoyu da halk da herkes artık kurultay diyor, hele salı günkü grup toplantısından sonra. Artık parti bu duruma düşürülmemeliydi, resmen AKP’ye gel beni kurtar diyor. Ne istersen yaparım diyor. MHP’nin düşürüldüğü duruma bakın. Yazık.
Başka bir aday lehine çekilme gibi bir durumunuz olabilir mi?
Yok, hayır. Benim kimse lehine, aleyhine çekilme gibi bir tavrım söz konusu değil. Güçlü bir adayım, o açıdan benim öyle çekilme gibi bir durumum söz konusu değil ama diğer arkadaşlar için bir şey diyemem.
Siyasi partilerin gündeminde olağanüstü kurultay tartışması var. Nasıl olmasın ki MHP’de “yapılacak mı yapılmayacak mı” diye papatya falı sürerken, AKP bir anda topa girdi ve 22 Mayıs’ta “sandık” dedi. Bu gelişmeler karşısında kurultay partisi CHP durur mu? O da yeni bir tüzük yazımı için öngörülen kurultayın seçimli bir olağanüstü kurultaya dönüşebileceği sinyalini verdi. Yani olağanüstü kurultay tartışmaları açısından AKP’nin durumu net, Yargıtay’a endeksli MHP’ninki flu, CHP ise “neden olmasın” havasında. Dolayısıyla da her parti ve partili açısından yanıt bekleyen sorular farklı. AKP’li işaret edilecek ismi, MHP’li Bahçeli’nin gerçekten gidip gitmeyeceğini merak ediyor, CHP’li de Kılıçdaroğlu’nun durumu ve seçimli bir olağanüstü kurultay olasılığını sorguluyor.
Aslında buna siyasi türbülans da denilebilir. Çünkü bu “olağanüstü kurultay mevsiminde” gelişmelere odaklı bir baskın seçim olasılığı ve buna bağlı olarak dengelerin değişmesi de gündemde. Örneğin Yargıtay’dan MHP’deki olağanüstü kongre yolunu kesen bir karar çıkarsa AKP cephesinden iki partiyi (HDP ve MHP) baraj altına itmek hevesiyle baskın seçim kartı hızla açılabilir. Bu durumda da CHP’deki muhaliflerin olağanüstü
Herkesin dilinde ateşkes var ama yaklaşık 700 bin insanın yaşadığı Halep’e bomba yağıyor. Vurulan yerler de sivil yerleşim alanları. Aralarında hastaneler bile var. Sadece son beş gün içerisinde iki hastane vuruldu ve kentte kalan tek çocuk doktoru ile 50’den fazla kişi yaşamını yitirdi. Açıkçası, masum insanlar hedef halinde ve kaçacakları yerleri de yok. Çünkü kentin batısı Esad güçlerinin, doğusu ise aralarında çatışan ÖSO’ya bağlı gruplar ile IŞİD ve YPG’nin kontrolü altında. Yani bir zamanlar ülkenin ticaret başkenti olarak anılan Halep’te yüz binlerce masum insan “ölüm kıskacı”nda. Halep’i Kilis’e bağlayan Azez hattında da sıkıntı olduğu için kente yardım malzemesi ulaşamıyor. Dahası, can güvenliği nedeniyle uluslararası yardım kuruluşları da kenti terk etmiş durumda. İşte Türk Kızılayı Genel Başkanı Dr. Kerem Kınık’ın Halep’teki son durum hakkında anlattıkları:
- Suriye’nin savaştan önce 31 bin hekimi vardı, şu an yaklaşık 4 bin civarında kaldı. Yani bütün sağlık çalışanlarının yüzde 80’i ülkeyi terk etti. 92 hastanesi vardı, 88’i yıkıldı, ülke genelinde sağlık hizmetleri çöktü. Halep’te 10 civarında sahra hastanesi gibi apartmandan bozma yerler ile bazı noktalarda da
Dokunulmazlık görüşmelerindeki yumruklar, tekmeleri görünce 30 Ocak 2001’i anımsadık. O gün de Meclis’te kavga çıkmış, iktidar ve muhalefet milletvekilleri arasında aynı görüntüler yaşanmıştı. Aldığı darbelerle de kalp krizi geçiren DYP Şanlıurfa Milletvekili Fevzi Şıhanlıoğlu yaşamını yitirmişti. Neyseki bu kez böyle bir son olmadı. Ama bu olmayacak anlamına gelmez, gelmemeli. Zira gidişat hoş değil... Son dönemdeki hemen her oturum ya da komisyon toplantısında birbirlerinin yakalarına yapışan beyaz gömlekli, kravatlı koca koca adamlar, sokak kabadayılarını kıskandıran bir jargonla racon kesiyorlar. Sonrasında da yumruklar, tekmeler konuşuyor. Allahtan bellerinde silahları yok. Olsa içerde kan gövdeyi götürecek..
Dememiz o ki, bu görüntüler artık sıra dışı olmaktan çıktı, Meclis’in ritüeli haline geldi. Nedeni, bu gibi olaylara karşı meclis iç tüzüğünde kınama ve hiç uygulanmayan birkaç celselik ihraç dışında yaptırım olmaması. Yani zorbalık yapan, küfürler yağdıran, yumruk atan vekile karşı tek müeyyide “Yaptığın ayıp” demek. O nedenle Meclis’teki bu yüksek tansiyonu düşürmek için ivedilikle milletvekillerinin neler yapıp yapamayacaklarını öngören ve bu tür olaylara karşı
Kilis aylardır terör örgütü IŞİD roketlerinin hedefinde. Bu nedenle de birkaç ay öncesine kadar kendi nüfusu kadar Suriyeli sığınmacıyı ağırladığı gerekçesiyle Nobel Barış Ödülü adaylığı konuşulan kentte bugün savaş havası ve paniği var. Çünkü insanlar ölüyor yaralanıyor... Başlarda “düştü” açıklamalarıyla “kaza” havası verilip hafife alınıyor, angajman kuralları gereği misliyle karşılık verildi denilip geçiştiriliyordu. Ancak görüldü ki durum hiç de öyle değil, IŞİD açık açık Kilis’e roket atıyor, yani bilerek vuruyor... İşte bu noktada da neden ya da “Toprak kaybetti, çok sıkıştı” denilen IŞİD ne yapmak istiyor ve de Türkiye’nin tavrı ne olmalı soruları akla geliyor. Bunlara MİT eski Müsteşar Yardımcısı Cevat Öneş’in yanıtı şöyle:
“IŞİD Irak’tan sonra Suriye’de de gerilemeye başladı. Bir kuşatma altındaki IŞİD’e yönelik gerek koalisyon güçleri gerekse Türkiye’de de koalisyonla koordineli olarak askeri tedbirlerin artırıldığı açıkça görülüyor ve IŞİD’in petrol gelirleri de önemli ölçüde azaltıldı. IŞİD şimdi bu planlı saldırılarıyla Türkiye’yi Ortadoğu’ya, Suriye bataklığına çekerek kendisini koruma altına almak istiyor. Yani Türkiye’yi Suriye ile karşı karşıya getirip Ortadoğu
Bölücü terör örgütü PKK’nın Cizre’de başlattığı şehir savaşı stratejisi nedeniyle Uludere hariç il merkezi de dahil olmak üzere Şırnak’ın hemen bütün ilçelerinde sokak çatışmaları yaşandı. Bölgedeki birçok yerde sokağa çıkma yasağı uygulandı cadde, sokaklardaki hendek ve barikatlar kaldırıldı, tuzaklanan tonlarca el yapımı patlayıcılar (EYP) imha edildi, yüzlerce terörist öldürüldü. Halen Şırnak merkezi başta olmak üzere bazı ilçelerdeki operasyonlar da devam ediyor. Buna karşın geçmişte terör kaynaklı büyük acılar (karakol, köy baskınları) yaşayan, beş yıl önce de Roboski’de 34 sivilin ölümüyle ülke gündemine oturan Uludere’de ise tek bir hendek açılmadığı gibi, örgütün vatandaşı sokağa dökmek için yaptığı baskı ve çağrılar da karşılık bulmadı. Yani halk terör örgütüne prim vermedi.
Bölge genelinde korku ve endişe yaşanırken, Uludere Kaymakamı İbrahim Halil Şivgan’ın söylediğine göre 40 bin nüfuslu Uludere’de tam bir huzur ve güven ortamı hakim. Tabi bunda alınan güvenlik önlemlerinin yanı sıra ilçeye yönelik yatırımların katkısı da çok büyük. Çünkü bir zamanlar terör nedeniyle göç veren Uludere bölgede terörün “zirve” yaptığı bugünlerde Şırnak merkezindeki çatışmalardan kaçan 7