Ülkece aklımız ve yüreğimiz İzmir’de… Büyük geçmiş olsun… Enkaz altında kalanların en kısa zamanda kurtarılmalarını umuyor, ölenlere rahmet, yakınlarına başsağlığı, yaralananlara da acil şifalar diliyoruz …
Cumhuriyet Bayramı arifesinde ABD ile Fransa büyükelçiliklerinin vatandaşlarına dönük güvenlik uyarıları ve İskenderun’daki terör saldırısıyla hem alınan kararların niyeti hem de istihbarat paylaşımı konusuna odaklandık. Evet, Amanos Dağları’ndan Türkiye’ye eylem amaçlı gelen iki PKK’lı terörist zaten sürekli teyakkuzdaki güvenlik güçlerince fark edilip etkisiz hale getirildi ama o sırada yaşanan patlama da yüreğimizi ağzımıza getirdi. Dolayısıyla da “ABD ve Fransa’nın bu tür eylemlerden haberi var mıydı, vardı da neden bunun bilgisini Türk güvenlik birimlerinden esirgediler ya da vatandaşlarına bu uyarıları yaparken niyet ve maksatları neydi?” gibisinden sorularla kafalar karıştı. Çünkü Türkiye’ye dönük kirli tezgâhların yanı sıra
Cumhuriyet’in ilanının ilk yıl dönümü 29 Ekim 1924 tarihi yeni Türkiye Cumhuriyeti için Cumhuriyet kavramının oluşmasında, 1919 yılından itibaren gerçekleştirilenlerin yanında sembolik bir anlam içermekteydi. İstanbul’daki kutlamalar ise buranın Osmanlı Devleti’nin son başkenti olması açısından da önem taşımaktaydı. Çünkü Cumhuriyet’in ilanının ilk yılında da kökeni önceki ve yeni dönemdeki kişisel beklentiler ve düşünce farklılıklarından kaynaklanan bir ortam söz konusuydu. Dahası, 3 Mart 1924’te halifeliğin kaldırılması nedeniyle derinde, sinmiş bir tepki de vardı. Yani bir yıl önce Cumhuriyet’e giden süreçteki fırtınalı ve zor günler devam ediyordu. Aslında bu sürpriz değil, Mustafa Kemal Paşa tarafından önceden kestirilen bir durumdu. Örneğin Büyük Taarruz gerçekleştirilmiş, İzmir’in kurtarılmasına birkaç gün var, cephede Mustafa Kemal Paşa’yla Halide Edip arasında bir diyalog yaşanır. Halide Edip “Paşam, bir hayli yoruldunuz, artık İzmir de kurtarılmak
Azerbaycan, işgal altındaki topraklarını tek tek kurtarıyor. Bu bağlamda da Karabağ’ın güney sınırını tamamen kontrol altına alan Azerbaycan ordusu stratejik Laçin koridoru ve Gubadlı’ya doğru ilerliyor. Hem de PKK’lı teröristlerin, paralı askerlerin Ermenilerle birlikte saf tutmasına rağmen. Dahası işin içinde bir de Ermenistan’ı kışkırtan ülkelerin silah, finans ve diplomatik destekleri de var. Yani görüntüde yürütülen mücadele her ne kadar hak, hukuk tanımayan işgalci Ermenistan’la olsa da aslında bu kirli ittifaklara, tezgâhlara karşı verilen bir savaş. Dolayısıyla yürütülen operasyonun zorluğu sadece bölgenin coğrafi şartlarından değil, özellikle bundan da kaynaklanıyor. Yoksa ordusu bozguna uğrayan, ağır zayiat veren Ermenistan’ın Başbakanı Paşinyan hala “sorunun diplomatik çözümü yok” diye efelenebilir miydi? Hele de askerleri cepheden kaçan, ekonomisi batmış bir Ermenistan söz konusu olduğunda. O nedenle de akla gelen soru şu:
Ermenistan PKK’lı teröristlere vereceği parayı, attığı
24 Ekim 1945’te, yani bundan 75 yıl önce dünya barışını, güvenliğini korumak için kurulan Birleşmiş Milletler Örgütü’ne üye olan ülkelerin altına imza koydukları BM Antlaşması’nın girişinde şöyle deniliyor:
“Biz Birleşmiş Milletler halkları;
Bir insan yaşamı içinde iki kez insanlığa tarif olunmaz acılar getiren savaş felaketinden gelecek kuşakları korumaya, temel insan haklarına, insan kişiliğinin onur ve değerine, erkeklerle kadınların ve büyük uluslarla küçük ulusların hak eşitliğine olan inancımızı yeniden ilan etmeye, adaletin korunması ve antlaşmadan doğan yükümlülüklere saygı gösterilmesi için gerekli koşulları yaratmaya ve daha geniş bir özgürlük içinde daha iyi yaşama koşulları sağlamaya, sosyal bakımdan ilerlemeyi kolaylaştırmaya,
ve bu ereklere ulaşmak için;
Hoşgörüyle davranmaya ve iyi komşuluk anlayışı içinde birbirimizle barışık yaşamaya, uluslararası barış ve güvenliği korumak için güçlerimizi birleştirmeye, ortak yarar dışında silahlı kuvvet kullanılmasını
“Anadolu Kaplanları” güncel versiyonunun Van durağında gördük ki turizm ve ticarette harikalar yaratan Doğu Anadolu’nun yıldızı pandeminin etkisinden sıyrılmak için var gücüyle çalışıyor. Spor, kültür-sanat ve günlük yaşama dönük gelişmeler de kısa bir duraksamanın ardından ivme kazanmış durumda. Kapıköy sınır kapısının açılıp İran ile turizm ve ticaret trafiğinin normale dönmesiyle birlikte kentteki canlılığın yine pik yapacağı da çok açık. Yani Van sevdalısı yeni kuşak kaplanlar atak için tetikte. Tıpkı geçmiş zamanlardaki örneklerde olduğu gibi... Dolayısıyla, kentteki gelinen noktayı ve geleceği öngörmek açısından biraz eskileri anımsamakta yarar var.
Yıl 1982... Askeri darbeyle gelen iki yıllık aradan sonra Danışma Meclisi’nin “Partiler” ile “Seçim” yasalarının hazırlığına girdiği ve aynı zamanda 20 Temmuz 1982 tarihinde, 41 sayılı Yükseköğretim Kurumları Teşkilatı hakkında kanun hükmünde kararname kapsamında yeni kurulan üniversitelerin konuşulduğu, tartışıldığı
MİLLİYET’in Anadolu sermayesinin gücü, azmi ve başarısını örnekleriyle ortaya koyduğu “Anadolu Kaplanları”nın güncel versiyonu sadece yeni ya da süregelen mucize iş insanlarını değil dünyada yaşanan teknolojik gelişime ülkenin her köşesindeki duyarlılığı ve küreselleşmedeki başarının boyutlarını da gösteriyor. Çünkü önce Adana, Bursa, bugün de Konya ve sonrasında diğer illerdeki göreceğimiz örneklerle ortaya çıkan fotoğrafa bakıldığında, Anadolu’nun her köşesinin çağa nasıl ayak uydurduğu ve gerçekten yeni kuşak, kaplanların da çeyrek asır öncesindekiler gibi bugün de gerçekten kabına sığmadığı, hatta eskileri solladığı da çok net ortada. Hele de dünya genelinde, küresel dev markalarda Korona salgını ve ekonomik durgunluğun olumsuz etkilerinin hissedildiği şu günler dikkate alındığında... Dolayısıyla hem biraz eskileri anımsamak, hem de bugünün kaplanlarını ve şartlarını daha iyi anlamak adına ilk günden itibaren bu dinamizmi bizzat yaşayan, gelişime yakından tanıklık edenleri
Terörle, teröristle mücadelede başarı güvenlik güçlerinin donanımı ve kullanılan teknoloji kadar, istihbaratın etkinliğiyle de bağlantılı bir durum. Yani caydırıcılık açısından var olan vurucu güçle birlikte özellikle güvenilir, net bilgi elde etmek ve doğru ya da nokta hedeflere yönelmek de gerekiyor. Hem arananlar listesindekileri temizlemek hem de eylem hazırlığındaki teröristleri harekete geçmeden enselemek açısından. Bu bağlamda da son dönemlerde MİT ve güvenlik güçlerinin iş birliğiyle son örneğini PKK/KCK’nın Irak Sincar’daki silahlı kanadının sözde üst düzey sorumlularından “Serhat Patnos” kod adlı Fuat Zengin’in etkisiz hale getirilmesinde gördüğümüz gibi, nokta vuruşlarla terör örgütünün lider kadrosundan pek çok isim temizlendi, kesintisiz devam eden operasyonlarla da binlerce terörist etkisiz hale getirildi. Önceden alınan duyumlarla da çok sayıda terör saldırısı önlendi. Yani şu anda istihbarat olarak Türkiye çok önemli
Azerbaycan topraklarını işgal eden Ermenistan’ın alçaklığını ve azgınlığını suçlu olduğu halde üste çıkmaya çalışan, üstelik karşısındakini suçlamaya yeltenen kimseler için söylenen “hem suçlu hem güçlü” deyimiyle özetlemiştik. Şimdi bir de Oruç Reis’in yeniden Akdeniz’e açılmasından sonra Yunanistan’ın tavrına, yaptıklarına bakalım. Yunanistan hükümet sözcüsü “Oruç Reis gemisi bölgede var oldukça Türkiye ile istikşafi görüşmeler yapamayız” diyor, sonrasında da utanmadan Ankara’dan gelen Ege Denizi’ndeki adaların silahsızlandırılması talebinin tartışılamayacağını savunuyor. Sözü Meis Adası’na getirdiğinde sarf ettiği “Bu ada 1947’de Yunanistan ile İtalya arasında yapılan Paris Antlaşması ile Yunanistan’a geçti. Türkiye bu anlaşmada taraf olmadığı için söz hakkı olamaz” cümleleri de ne akılla, ne mantıkla ne de hukukla bağdaşmayan cinsten. Dolayısıyla, o da tıpatıp “Yavuz hırsız ev sahibini