Türkiye ve uluslararası kamuoyu genel olarak Doğu Akdeniz’e odaklanmışken, Suriye’yi parçalayıp terör örgütü PYD/PKK’dan devletçik kurma hedefindeki ABD kirli oyunlarına tam gaz devam ediyor. Bu bağlamda da öncelikle birbirine düşman olan PYD/PKK terör örgütü ile Barzani’ye, Irak Kürt Bölgesel Yönetimi’ne yakın Suriye Ulusal Kürt Konseyi’ni (ENKS) barıştırdı ve aynı masaya oturttu. Ve bunlar Suriye üzerinde siyasi konularda anlaşma sağladılar. Terör örgütü olmayan bir yapı ile bölücü terör örgütü PKK/PYD/YPG bütünleşiyorlar ve bu bütünleşme planı Kuzey Irak’a kadar da uzanıyor. Bu arada ABD merkezli enerji şirketi Suriye’nin kuzeydoğusundaki topraklarda petrol çıkarmak, işlemek ve ticaretini yapmak üzere terör örgütü YPG/PKK ile resmi anlaşma da yaptı. Aslında, buna Amerika devletinin bir terör örgütüyle resmen anlaşması demek daha doğru. Çünkü petrol şirketinin bu anlaşması ABD Dışişleri ve Enerji
Sıkı tedbirler sonucu kısmen kontrol altına alınan Kovid-19 salgını yaz aylarındaki normalleşme adımlarıyla birlikte yeniden hız kazanmaya başladı. Vaka ve ölüm sayılarındaki artış yüzünden tüm dünya tedirgin, hatta birçok ülkede ikinci dalga endişesi yaşanıyor. Nitekim bazı ülkelerde sıkı tedbirlere dönüş var. Çünkü Dünya Sağlık Örgütü’nden de çok ciddi bir korona dalgası beklendiği uyarısı geldi. Yani gelişmeler oldukça sıkıntı verici. Ama aynı zamanda da umutlu bir bekleyiş de söz konusu. Hem insanlar üzerinde test edilme noktasındaki aşı çalışmaları hem de virüsün mutasyon hızının eskisine oranla alışılmadık derecede zayıfladığı, dahası virüsün genetik kodundaki değişikliklerin onu daha bulaşıcı ve şiddetli hale getirmediğine dönük bilimsel çalışmalar nedeniyle. Dolayısıyla aslında dünyada tam anlamıyla endişe ve umut ikilemi yaşanıyor. Dün bu durumu DSÖ’de uzun yıllar salgın hastalıklar ve virüslerle ilgili Tanı, Sınıflandırma ve Değerlendirme Bölüm Başkanlığı görevini
CHP’de ortalık toz duman. CHP Genel Merkezi’nin tavrı ise “Sıkıntı yok” havasında. Herkes CHP’deki Atatürk tartışmasına odaklanmış durumda. Eski genel başkanlardan Karayalçın “CHP içinde kimse kimsenin Atatürkçülüğünü sorgulayamaz. CHP’li olmak zaten Atatürkçü olmanın bir başka adıdır” dedi.
CHP’de Muharrem İnce’nin çıkışıyla patlak veren “Bölücü kim?” tartışması İstanbul İl Başkanı Canan Kaftancıoğlu’nun Atatürk yerine ‘Mustafa Kemal’ demesi üzerine yaşanan polemikle daha başka bir boyuta evrildi. Özellikle de somut ve net tepkiler dikkate alındığında. Çünkü İnce yola çıkarken “CHP’de Atatürk düşmanları var” dediğinde partililerden pek fazla ses çıkmamıştı, konuşanlar da aman ismim cismim saklı kalsın modundaydı, şimdi ise eskisi yenisi milletvekilleri, partililer, her kesimden pek çok isim yekten tepkisini ortaya koyuyor, hem de en sert şekilde. Kendisini suçlayanlara “Klavye
Türkiye demokrasisi için bir kara leke olarak tarih sayfalarına kazınan, merhum Başbakan Adnan Menderes’in 17 Eylül 1961’de idam edilmesinin üzerinden 59 yıl geçti. Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu ve Maliye Bakanı Hasan Polatkan 16 Eylül 1961 günü sabaha karşı idam edilmişlerdi. 14 Eylül’ü 15 Eylül’e bağlayan gece yarısı odasında gizlice biriktirdiği ilaçları topluca içerek intihar girişiminde bulunan ve bu nedenle Yassıada’da kararın açıklandığı duruşmaya da çıkarılamayan Menderes hakkındaki idam cezası ise infaz edilememişti. Yassıada’da Menderes’i idama hazırlama telaşının yanı sıra intihar girişimi nedeniyle başta ada Komutanı Albay Tarık Güryay olmak üzere ilgili personel arasında soruşturma paniği yaşanıyordu. Menderes 17 Eylül 1961’de sağlık muayenesini yapan doktor heyetinden “sağlam” raporu alınmasının ardından apar topar İmralı Adası’na götürüldü ve öğle vakti saat 13.21’de idam edildi. İmralı’ya ölüme gidişten önce de darbeciler intihar
Doğu Akdeniz’de gerilim tırmanırken karasularını 12 mile çıkarma hayali bir kez daha depreşen Yunanistan’a anlayacağı dilden yanıt anında en yetkili ağızlardan en kararlı şekilde verildi:
Bu bir savaş nedenidir...
Yani aklını başına al...Sabrımızı zorlama… Ve tarih dersine iyi çalış... Çünkü 1995 yılında da Yunanistan ile Türkiye arasında benzer bir süreç yaşanmıştı. Yunanistan, 1982 tarihli Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku Sözleşmesi onaylandıktan sonra bu konuda bir yasa çıkarmak istemiş Türkiye o zaman da TBMM’den ortak bir karar çıkartarak Yunan karasularının 6 milin üstüne çıkarılması durumunda bunu bir savaş nedeni sayacağını tüm dünyaya ilan etmişti. Dolayısıyla da Türkiye’nin bu duruşu ve kararlığını sadece Yunanistan değil tüm dünya ülkeleri çok iyi biliyorlar. Özellikle de NATO’daki sözde müttefiklerimiz ABD ve Fransa...Ancak onlar da hukuksal, coğrafi gerçekliği görmek ve Türkiye’nin haklarından asla taviz vermeyeceğini anlamak yerine Yunanistan’a arka çıkarak
Türkiye 40 yıl önce bugün sabahın erken saatlerinde tank sesleriyle uyandığında dört yıllık gazeteciydim. Ankara’da mesleğe polis muhabiri olarak başlamış, sonrasında da Akajans’da (Akdeniz Haber Ajansı) sırasıyla siyasi partiler, Cumhurbaşkanlığı ve Başbakanlık muhabirliği yapmıştım. Dolayısıyla, ülkenin darbeye giden süreçteki o kaotik, karanlık günlerine hem sokakta hem siyasi arenada yakından tanık oldum. Özellikle de 12 Eylül 1980 askeri darbesinin gerekçeleri arasında gösterilen, ülkede yaygınlaşan siyasi cinayetler ile 6 Eylül günü Konya’da Necmettin Erbakan önderliğinde yapılan ve darbe liderlerinin şeriat amaçlı bir kalkışma girişimi olarak nitelediği Kudüs Mitingi’ne... Ve Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin, 22 Mart 1980’de ilk turunu yaptığı Cumhurbaşkanlığı seçimini, 114 tur oylama yaptığı halde darbe gününe kadar nasıl sonuçlandıramadığına... Biraz o günleri anımsayalım. Hem gençlerin o günlerdeki durumun vahametini anlaması hem de ülkenin adım adım nasıl darbeye
Fetullahçı Terör Örgütü’yle yapılan mücadelede önemli mesafeler kat edildi, geldiğimiz nokta itibarıyla FETÖ’nün çok önemli güç kaybına uğradığı ve bunun da devlet faaliyetlerinde, devlet yapısında pozitif bir durum ortaya çıkardığı açık ama yeterli değil. Hele de FETÖ’cülerin her kuruma sızdığı gerçeği dikkate alındığında. Dolayısıyla hala kendini saklayan fazlasıyla FETÖ’cü var. Kaymakam ve mülki amirlere yönelik yapılan ve süren son operasyon da bunun somut kanıtı. Aslında buna askeriye ve adliyedeki temizlikten sonra mülkiyeye sızan FETÖ’cülerin deşifre süreci de denilebilir. Çünkü ankesörlü telefon soruşturması ve FETÖMETRE uygulamasıyla özellikle TSK’da başarılı sonuçlar alındı, binlerce kripto FETÖ’cü deşifre edildi. Aynı durum adliye için de geçerli ve sıra şimdi de mülki amirlere geldi. Bu bağlamda da Emniyet ve MİT’in ortak çalışmasıyla FETÖ’yle iltisaklı oldukları gerekçesiyle aktif
Türkiye PYD/YPG/PKK’yı etkisiz duruma getirme mücadelesi verirken ne ABD ne de Rusya masum sivilleri ve çocukları katleden bu alçaklara hala terör örgütü demiyor, diyemiyor. Aksine her ikisi de terör örgütünü kendi çıkarları doğrultusunda kullanıyor, hatta bu kirli ilişkiyi sürdürmek adına teröristleri koruyup, kollama açısından birbirleriyle yarışıyorlar. Aslında buna teröristleri kendi güdümlerine alma çekişmesi demek daha doğru çünkü ABD Fırat’ın doğusunu tamamen koparacak Kuzey Irak’ta olduğu gibi siyasi yönü ağırlıklı olan bir PKK/PYD/YPG garnizon devletçiği kurmak istiyor ve bunu İsrail de şiddetle destekliyor. Rusya ise Fırat’ın doğusunun koparılmasına karşı ve Şam’a bağlı hafif bir özerklik verilmesinden yana, silahlı teröristleri de Suriye ordusuna entegre etmeyi düşünüyor. Bu bağlamda da ABD, birbirine düşman olan PYD/PKK terör örgütü ile Barzani’ye, Irak Kürt Bölgesel Yönetimi’ne yakın Suriye Ulusal Kürt