Koronalı günlerde vaka sayılarındaki artışla popülerleşen pik yapma, yani doruğa, zirveye çıkma tanımlaması siyasetin cazibesi için de geçerli. Çünkü 2020 yılının başlarından itibaren arka arkaya yeni partiler kuruldu, başkaları da yolda. Kimi Anadolu’da, sokakta nabız yokluyor, kimi de start vermek üzere. Henüz düşünce aşamasında olanlar da var. Dolayısıyla, siyasi arena kıpır kıpır. Medyaya hemen her gün yeni bir parti ya da oluşuma dönük A takımı bilgileri sızıyor ya da sızdırılıyor. Bu bağlamda da toplumun her kesiminden birçok yeni isim söz konusu ama hepsinde de başı çekenler siyaseten bildik, tanıdık simalar. Söylemler, mesajlar dahi aynı, sadece parti logoları ve isimleri yeni. Yani ülkenin siyaset manzarasında tam anlamıyla bir parti kurma furyasıdır gidiyor. Peki, ne oldu da ülkede siyasetin cazibesi pik yaptı? Birden bu kadar çok siyaset heveslisi çıktı, çıkıyor? Bu sadece ittifak sisteminin yarattığı doğal bir sonuç, iktidar veya muhalefet blokunun 50 artı 1 hesaplarına dönük oyunlar, kurgular mı? Yoksa hem
Görevini bırakacağı açıklanan ABD’nin Suriye Özel Temsilcisi James Jeffrey, “Suriye’den asla asker çekme olmadı” sözleriyle ABD Başkanı’nı nasıl uyuttuklarını kandırdıklarını çok net itiraf etti. Esip, gürleyen Trump asker çektik diyor sayı veriyor ama Başkan’ı dinleyen ya da kararını uygulayan, daha doğrusu takan yok... Aslında buna benzer başka olaylar da var. Örneğin Trump’ın Cumhurbaşkanı Erdoğan’la yaptığı bir telefon görüşmesinde artık YPG’ye silah vermeyeceklerini söylemesinin ardından ABD Savunma Bakanlığı Pentagon’dan “YPG’ye desteğimiz sürecek” diye tam zıddı bir açıklama da gelmişti. Yani görünürde Başkan yeni politikalar açıklıyor havasında, evet Trump’ın yapısından kaynaklanan bazı gel-git’ler de vardı ama ABD’de kim ne derse desin sonuçta Pentagon ve CIA’nın dediği oluyor. Dolasıyla günlerdir süregelen Türkiye açısından Biden mi yoksa Trump mı daha iyi tartışmasının anlamı yok. Çünkü doğru soru Trump ya da Biden ne kadar
CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu “Saraydan para alıp parti kurmak isteyenler var” çıkışıyla yine gündem yarattı. Siyasi arenada günlerdir CHP konuşuluyor, tartışılıyor ama genel havaya bakıldığında bunların partiye ne kadar yaradığı da bir başka tartışma konusu. Çünkü iddiaların somutlaştırılamaması durumunda zaten eksilerdeki güvenilirliği hepten kaybetme riski var. Dahası, bu gibi çıkışların hedefe konulan isimlere yarama olasılığı da söz konusu. Yani ülke sorunlarını çözüme dönük vaatlerinde sıkça hesap uzmanlığını referans gösteren Kılıçdaroğlu’nun bu gibi çıkışlarında ciddi hesap hataları olabilir. Bunu biraz daha somutlaştıralım. 37. kurultay sonrasında Muharrem İnce’nin CHP’den ayrılıp yeni parti kuracağının konuşulduğu günlerde CHP’nin önde gelen isimlerine kırgın, küskünlerin tavrı ne olur diye sorduğumda (3 Ağustos 2020 tarihli yazımız) şöyle diyorlardı:
“CHP’de küskün çok ama hepsi Muharrem’in yanında durmuyor ki. Yarın Muharrem İnce parti kursa bu
Ülkesinin işgal altındaki topraklarını kurtaran Azerbaycan Cumhurbaşkanı İlham Aliyev’in yumruğunu sıkıp havaya kaldırarak yaptığı zafer konuşmasındaki “Bu yumruk demir yumruktur. Bu demir yumrukla, düşmanın başını eziyoruz ve ezeceğiz de. Aynı zamanda bu yumruk birliğimizdir. Azerbaycan halkı bu yumruk gibi birleşti. Bu birlik ebedi olacak” sözleri çok anlamlı ve herkese ders niteliğinde.
Çünkü 28 yıl önce Ermenistan, Dağlık Karabağ’daki o toprakları işgal ederken Azerbaycan’ın o günlerdeki görüntüsü tam bir kaos ortamıydı. SSCB’nin dağılmasından sonra ülke bağımsızlığına kavuşmuştu ama dış mihrakların, özellikle de Rusya’nın müdahaleleriyle her türlü kirli oyunların, darbelerin yaşandığı bir dönemdi. Rusya yanlısı, daha doğrusu Rusya’nın adamı hainler kaleyi içten yıkmaya çalışıyorlardı. Bunu fırsat bilen Ermenistan’da Hocalı katliamını yapmış, ardından da Rusya’nın silah, hatta doğrudan asker desteğiyle Dağlık Karabağ’ı işgal planını devreye sokmuştu. Yani Azerbaycan o günlerde aslında içten
Kovid-19 salgınının yeniden ivme kazanmasıyla vaka ve ölüm sayılarındaki artış tedirgin edici boyutlara vardı. Dolayısıyla Avrupa’nın birçok yerinde yasaklar geri geldi bizde de art arda yeni tedbirler, kısıtlamalar devreye giriyor. Tabii öncelikle vurgulanan da yine maske takma, hijyen hassasiyeti, sosyal mesafe ve izolasyon konusu. Çünkü güvenli aşı bulunana dek yapılabilecek en etkin korunma yöntemi bu. Yani hemen herkesin “aşı bulunacak salgın bitecek” beklentisi henüz umut aşamasında. Evet, gelişmeler aşının eli kulağında olduğu şeklinde ama bir yanda da üretilecek aşılar için yan etki tartışması ve öncelik kapışması da var. Bu arada hala tartışılan bir başka noktada virüsün değişkenliğinin yanı sıra vücutta kalıcı etki bırakma ya da başka hastalıkları tetikleme olasılığı. Ki bu bağlamda da ciddi riskler söz konusu. Örneğin Dünya Sağlık Örgütü’nde uzun yıllar salgın hastalıklar ve virüslerle ilgili Tanı, Sınıflandırma ve Değerlendirme Bölüm Başkanlığı görevini yürüten Koç Üniversitesi Öğretim
İzmir depremi için TBMM’de, AK Parti, CHP, MHP, İYİ Parti ve HDP’nin ortak önergesiyle kurulan ‘Deprem Araştırma Komisyonu’ hem birlik beraberlik mesajı açısından anlamlı ve önemli hem de sorunların çözümüne dönük umut verici. Çünkü meseleye siyaset üstü bir anlayışla yaklaşma gibi bir konsensüs söz konusu. Her partinin grup başkan vekillerinin mesajı da bu konuda kararlılık içeriyor. Ama asıl sıkıntı komisyonun çalışmaları sonucunda hazırlayacağı rapordaki tavsiyelerin yerine getirilmesinde. Çünkü bu gibi komisyonlar ilk değil, geçmişte de kurulan benzer örnekleri ve onların tespitleri sonucunda hazırlanan raporlar var fakat ne derece dikkate alındığı da yaşadığımız acılarla ortada. Üstelik de o komisyonların kurulmasına gerekçe olan konuşmalarda bugünler öngörülmüşken. Örnek mi? İşte 23. dönemde TBMM’de Deprem Araştırma Komisyonu kurulma kararı öncesinde yapılan konuşmalardan (4. Yasama Yılı / 46. Birleşim / 12 Ocak 2010) bir özet. Dönemin MHP İzmir
İzmir’de yaşanan acılardan ne kadar ders aldık göreceğiz ama gerçek şu:
Marmara bir deprem denizi ve altında canlı, aktif bir fay sistemi var. Ve de İstanbul’da korkulan deprem olacak. Dahası, o depreme dönük en iyimser senaryo bile tüyler ürpertici. Ancak biz hâlâ hazırlıklı olmak noktasında garip bir vurdumduymazlık içindeyiz. Üstelik bu sadece binaların dönüşümü açısından değil, her konuda. Örneğin, İstanbul’da 1 milyon 600 bin bina var. Bunun yüzde biri göçük olsa 16 bin bina yapar. Kim, nereye, nasıl yetecek, yetişecek? Yani günün birinde göçük altında kalanı UMKE’nin, belediyelerin ya da STK’ların göndereceği timler değil, komşusu kurtaracak. Peki, bu konuda mahalle örgütlenmesi duyduk mu, hiç böyle bir hazırlık oluyor mu, malzeme var mı? Evet, bir zamanlar konteynerler vardı ama onu da hırsızlar açtı, içindekileri yürüttü. Devam edelim:
Depremde en önemli şey, yangın çıkar. Bu da evlerde çok fazladır ve depremin
Koronayla mücadele, terör, doğu Akdeniz, Karabağ gibi ülke içi, bölgesel ve küresel sıcak gelişmelere odaklanmışken, İzmir Seferihisar merkezli sallantıyla deprem gerçeğine döndük. O andan itibaren de zamana karşı verilen hayat kurtarma seferberliğini izledik, izliyoruz. Bu bağlamda da bir kez daha gördük ki afetlerin sonrasına dönük müdahalelerde, 1999’daki facianın ardından epey yol aldık ve gerçekten iyiyiz ama aynısını afetlere hazırlık açısından söylemek mümkün değil. Hem binaların güçlendirilmesi hem de deprem anında neler yapılması gerektiğini bilmek açısından. Yani arama kurtarma faaliyetleri, lojistik destek anlamında tüm kamu kuruluşları ile Sivil Toplum örgütleri anında organize olup yardıma koştular, ancak yine bildik engelle, görüntüyle karşılaştılar. Çünkü o kadar acı tecrübeye ve uyarıya rağmen insanlar yine cep telefonlarına yüklendi ve iletişim sıkıntısı yaşandı, sorumsuzca trafiğe çıkan araçlar nedeniyle yollar kilitlendi, dolayısıyla da kurtarma-yardım