Elemelere genç bir kadro ile katılacağımız açıklanırken, ‘Hücumda sıkıntı yaşar mıyız?’ diye düşünüyorduk. Ne de olsa, ‘Savunmada gençliğin enerjikliği ile rakibe sahayı dar ederiz, nefes aldırmayız’ diye umuyorduk. Ama dün Çek Cumhuriyeti deplasmanında daha önceki maçlarda da ‘alarm’ veren savunmamızın tamamen çöktüğünü gördük. Kısalarımız birebirlerin hepsinde yenildi, rakibe ilk adımda geçilip, onları boyalı alana gönderdi. Hücumda boş döndüğümüz bütün toplar hızlı hücum sayısı olarak çemberimizden geçerken, bizim gençlerimiz, daha yarı sahaya gelememişti.
Hücumda ise maç başındaki düşüncemiz, topu boyalı alana geçirmekti. Ancak planları Benda bozdu. Açıkçası hiç de ısrarcı olmadık, hemen dışarıya kaçtık, işin ilginci hiç penetre de yapmadık. Yani hücumda da ne yaptığını bilmeyen bir takımdık. İlk yarının son 3 dakikasında denemeye başladığımız alan savunmasından da istediğimiz sonucu alamayınca bir türlü skora tutunamadık. İlk yarıda farkın açılmasını önleyen isimler, takımın tecrübelileri Sinan ile Kerem’di. Bir de rakibin kaçırdığı faullere duacıyız, daha kötü olabilirdi.
Herkes toparlanmalı
Soyunma odasına 5 sayıyla önde gitmek, rakibi havaya sokmuştu,
2010 Dünya Şampiyonası’nın hemen öncesiydi. Coachumuz Tanjevic, 2 numaralı pozisyonda mükemmel bir sezon geçiren Sinan’ı ısrarla 1 numarada, Avrupa’nın en iyi 4 numarası Ersan İlyasova’yı da 3 numarada kullanıyordu. Hazırlık maçları hep böyle geçti, takım umut vermedi. Neyse ki, Ankara’daki son hazırlık olan Efes Cup sonrasında, TBF Başkanı Turgay Demirel, Tanjevic ile bir toplantı yapmış ve kesinlikle bu düzenden vazgeçmesi gerektiğini anlatmıştı! Bu ayrıntıyı maçlardan bir gece önce duyduğumuzda içimiz rahatlamıştı. O uyarı da tarihi başarının kapılarını aralamıştı.
Ama Tanjevic inatçı...
Eleme maçlarında, rakipler bizden çok zayıf ya, yine macera başladı. Basketbolda 1 ve 5 numaralar konuşur denir hep. Ama bizim takımımızdaki en tecrübeli 1 ve 5 numaralar Ender ile Semih, ilk yarıda sadece 1 dakika yan yana oynadı. Rakibin savunmasını aşmak için hücumda agresif bir isme ihtiyacımız vardı ve o göreve en yakın isim Sinan, oyun kurma çabası içinde enerjisini tüketiyor, bir türlü istenilen düzen oturmuyordu.
Ribauntlardaki ezici üstünlüğe rağmen, boyalı alanı rakibin bizden daha çok kullanmasının altında da ilk yarının büyük bölümünü guardsız oynamak yatıyor. Belarus
Porto Riko, Japonya ve dün de Arjantin karşısında elde edilen sonuçlardan ziyade, bu takımı, rakipleriyle arayı bu kadar açtığı için kutlamalı.
Geçtiğimiz sene bu dönemde Avrupa İkincisi olarak göğsümüzü kabartmıştı Potanın Perileri. Türk basketbolunun ülke sınırları dışında da madalya kazanabileceğini ispatlamıştı. Polonya’daki destanın ardından Ankara’daki olimpiyat elemeleri, bizim ‘kocaman yürekli’ kızlarımız için çantada keklikti. Arjantin de Ankara’nın düz ovasındaki son keklikti!
Güle oynaya kazandı kızlarımız. Zaten maça, 11-0 ile girmişti. Bir ara alan savunmasına karşı sıkıntı yaşansa da, hareketli bir 4 numara bu savunmaya çareydi, Bahar sahaya girince kontrol yine tamamen bize geçti. Arjantin’in o küçük hamlesi de savuşturuldu, sonrası çok kolay oldu. Son çeyreğin başındaki küçük krizi de Tuğba ile atlatan Potanın Perileri, kadın basketbol tarihimizdeki ilk ‘olimpiyat takımı’ apoletini omuzlarına alkışlarla takmayı bildi.
Avrupa İkinciliği, olimpiyat vizesi... İnanın bunlar o kadar önemli ki. Yıllar sonra kadın basketbolumuzun çok daha ilerilerde olmasının temeli atıldı bu ekiple. Belki bu başarıları bile gölgede bırakacak yeni bir nesil, bu takımı örnek
Rakibin yüksek tempolu basketboluna karşı 3 guardla maça giren Türkiye, istediğini yaptı, rakibe hızlı hücum şansı tanımadı. Hücumdaki strateji de oyunu boyalı alana yığmaktı, özellikle Hollingsworth görevini mükemmel yapınca, istenilen fark yakalandı. Ancak Nevriye ile Yasemin’den bu dakikalarda beklenen katkı gelmeyip, hakemlerin mükemmel bir blok yaptığı sırada ilginç bir kararla Hollingsworth’u 3 faule çıkarması sonucu, hücumlarımız yavaş yavaş dışarıya kaymaya başladı. Neyse ki, önce Birsel, Esmeral ve Tuğba, mükemmel oyunlarıyla kriz yaşanmasına izin vermedi. Özellikle, rakibin boyalı alanı korumak için alan savunmasına döndüğü anlarda hem şutlarıyla hem de penetreleriyle fark yaratan Esmeral, ilk yarının kuşkusuz en etkili ismiydi.
İkinci yarının başında gelen 7-0’lık Japonya serisi de açıkçası işimize geldi. Çünkü tüm milli takımlarımızın genel karakteri olan fark açıldığındaki gevşeme, bu kez erken yaşandı, telafisi de hemen yapıldı. Alan savunması ile dış şutlara itilerek, ikili oyunları engellenen Japonya karşısında ilk yarının suskun isimleri Bahar ile Nevriye de devreye girince, kısaların zaten kusursuz oynadığı mücadelede, fark giderek yükseldi ve çok önemli
Daha önce de yazmıştım bunu, tekrarlamakta fayda var; çeyrek finalde Fenerbahçe Ülker’i, yarı finalde Galatasaray Medical Park’ı ve finalde de Anadolu Efes’i deviren bir takımın şampiyonluğu tartışılmaz. Onun için Beşiktaş Milangaz’ın yazdığı bu destan, kolay kolay unutulmaz. Tam 37 yıl önce elde ettiği tek bir şampiyonluğu vardı siyah-beyazlılar’ın... Ardından çok uzun yıllar bu an beklenmişti. Bir kez çok yaklaşmıştı buna siyah-beyazlılar ama 2005 yılında o zamanki adıyla Efes Pilsen buna izin vermemiş, finalde rakibini yenmişti. Beşiktaş Milangaz, dün o senenin rövanşını da almayı bildi.
Yaşanan maddi sıkıntılar, sezonu tamamlamadan kaçan oyuncular, hedefin çok uzağında kalan kadrolar siyah-beyazlılar’ın kaderi mi olacak diye düşünürken, bir mucize gerçekleşti. Bu mucizenin adı da Kara Kartal’ın başına ikinci kez geçen, taraftarın tabiriyle ‘Beşiktaş’ın çocuğu Ergin Ataman’dı. Şeref Yalçın’la iyi bir ikili olmuştu Ataman, şubenin vizyonunda inanılmaz değişimler yaşandı. Bazen yapılan transferler şov olarak yorumlansa da, bir camiada uyuyan basketbolu uyandırmak için o şovlara da ihtiyacı vardı. Iverson, Deron, Semih transferleri de zaten en çok bu işe yaradı. Adeta
Sporun hangi dalında olursa olsun bir takım oynamadan kazanamaz. Dün Beşiktaş Milangaz sahaya kazanmış gibi çıkmıştı, belli ki akıllar maç sonundaki şampiyonluk kutlamalarındaydı!
Efes ise bir önceki maçta yaşadığı hezimetin izlerini silmek için oynama kararı almıştı, yani onların ki gurur savaşıydı. Özellikle Türk oyunculara bir de Vujacic’i katabiliriz, hepsinin vücut dili bu iş bitmedi mesajını veriyordu.
Özellikle hücumda akıllı oynadı. Bir maç önce ortalarda gözükmeyen Kerem Tunçeri, bu kez takımını inanılmaz yönetiyor, Beşiktaş Milangaz’ın, Galatasaray serisinde çok konuşulan adam değişmeli savunması da yıldız oyuncunun doğru tercihleri ile etkisiz kalıyordu. Çünkü Efes, savunmacısı değişen uzunları buluyor, fizik avantajıyla potaya gidiyordu. Kerem Gönlüm de adaşıyla birlikte mükemmel bir maç çıkarınca Efes, maç öncesindeki inancını, parkelere de yansıtıyordu.
İkinci yarıda görüntü değişti. Beşiktaş, kazanması için mücadele etmesi gerektiğini anlamıştı ve özellikle hücum ribauntları ile öne geçmeyi de başardı, hatta farkı 11 sayıya çıkardı. İşte o anda maçın başındaki düşüncelerine yeniden daldı Beşiktaş... Akıllar kutlamalardaydı! Bir kez daha aynı hata yapılır
Final serisi 2-1’e geldikten sonra herkes dün geceki karşılaşmanın düğümü çözeceğine inanıyordu. Buna Beşiktaş Milangaz’lı oyuncular biraz fazla inanmış olacak ki, karşılaşma başladığı andan itibaren, sahada tam bir ‘siyah-beyaz’ şov vardı. Maçın başındaki görüntü, Beşiktaş için dış şutların çok önemli olduğuydu. Serhat ilk şutu soksa da, devamını gelmeyince takım kısa bir süre duraksadı ama Hawkins ile Arroyo gibi iki tecrübeli yıldız, ihtiyacı karşıladı. Karşılarında ne oynadığı belli olmayan bir Efes bulan Beşiktaş, dakikalar geçtikçe baskısını artırıyor, artık Efes’i psikolojik olarak da ezmeye başlıyordu. Koskoca 2. çeyrekte, yani 10 dakikada Efes gibi bir takımın sadece 1 ribaunt alıyor, maçı kimin daha çok istediği çok net anlaşılıyordu! Beşiktaş’ın tecrübeli isimleri art arda sahne alıp, ‘şampiyon’ gibi oynarken, devre sonunda 9 top kaybı yapan Efes’in tecrübelileri, adeta bir şeylere isyan ediyordu!
Bir maç önce kazanmıştı Efes; alan savunmasıyla, Vujacic avantajıyla. Dün Sloven yıldız ilk şutunu 33. dakikada kullandı. Alan savunması kararını ise Zouros fark 33 sayıya çıktığında aldı. Bir takım, bu kadar kilit bir maça hiç hazırlanmaz mı? Bu takımda kimin ne zaman
Beşiktaş Milangaz deplasmandan 2-0 ile döndükten sonra haklı olarak şampiyonluk havasına girmişti. Kendi sahasında, salonun tamamını dolduracak taraftarıyla bunun aksi düşünebilir miydi! Ama Efes aksinin de olabileceğini, kendisinin asla hafife alınmaması gerektiğini gösterdi.
Aslında maça da istediği gibi başlayan taraf siyah-beyazlılar’dı... İlk çeyrekte elde ettikleri 18-0’lık seride Erceg-Hawkins ikilisinin şutları başroldeydi. Ergin Ataman da zaten maça Erceg ile başlayarak, ondan gelecek şutlarla rakip savunmayı dağıtmayı hedeflemişti. İstediğini aldı, takımı ilk çeyrekte 13 sayılık farka ulaştı.
Efes ilk iki maçın aksine bu kez Barac’ın yerine Vujacic’i kadroya almış, ilk 5’te Doğuş’un yerine Lafayette sahaya çıkmıştı. Yani daha tempolu oynayacakları anlamına geliyordu bu. İlk çeyrekte yapamasalar da ikinci çeyrekte hızlandılar. Hücumda istedikleri seviyeye geldiler ama savunmada Erceg’e bir türlü önlem alamadılar. Efes rakibin hareketli uzunlarını ısrarla Batista ile savunmaya çalışınca hep korktuğu şutları potasında gördü. Rakibin hızlı hücumlara Erceg ve Bonsu ile koşması ve bunları 5 pozisyon smaçla tamamlaması Efes’in geriye koşmadığını gösteriyordu.
Zour