İlk maçın sonucu 3-0’dan döndüğü için sezonun senaryosu değişti demiştim. Demek ki kadere bir kere yazılmış ve alın yazınızı değiştiremiyorsunuz.
Fenerbahçe çok kötü mücadele ettiği ve hiçbir varlık gösteremediği bir karşılaşma sonunda Shakhtar’a yenildi ve Şampiyonlar Ligi’ne veda etti.
Bu sonuç Zico’nun ilk sezonunda karşısına çıkan engelin bir benzeridir.
Ve 4-4-2’nin; Nani ve Diego’lu oyun düzeninin bir anlamda sonudur.
Çünkü göze batan bir gerçek var ki bu iki futbolcu da Shakhtar’ın dirençli ve güçlü oyuncu yapısı karşısında hiçbir varlık gösteremediler.
İlk yarı bütün takım neredeyse Diego’nun kaybettiği topların yarattığı pozisyonları karşılamak için oynadı durdu.
Raul ilk 45 dakika sahanın Fenerbahçe adına en iyisiydi. Hem geride, hem orta alanda hem de hücumda mücadele etti, pres yaptı, top kapmaya çalıştı, şut çekip, pozisyon yarattı. İkinci yarı da benzer bir görüntü içindeydi.
Ancak Fenerbahçe’nin tüm orta saha varlığı Raul’dan ibaretti.
Geçen hafta Salı gecesi dakikalar 30 gösterdiğinde skor 3-0 olmamışsa Fenerbahçe’nin şansı Shakhtar ve Lucescu’nun da büyük talihsizliğiydi. Oyunun bu bölümüne kadar Fenerbahçe sahada (sol ayaklı bekiyle sağda mücadele etmeye çalışırken) nasıl duracağını bile bilmez bir şekilde dolanırken; rakibi tüm ezberini ortaya koyuyordu.
Satranç oynayanlar bilirler, bazen ne yapacağınız konusunda inisiyatifi karşı tarafa bırakıp, onun planına göre hareket etmeyi tercih edersiniz; pasif bir oyun anlayışıdır bu.
Eğer oyuna hâkimseniz hamle üstünlüğünü rakibinize vermenizin küçük bir dezavantaj dışında bir etkisi olmaz, hatta bazı durumlarda bundan yararlanmanız bile mümkündür. Çünkü karşı tarafın neler yapabileceğini, nasıl oynadığını görmüş olur, kartlarını meydana çıkarırsınız.
Oysa o sizin neler planlıyor olduğunuzu ya da kapasitenizin sınırlarının nerelere uzanıyor olduğunu bilmiyor veya farkında değildir.
Fenerbahçe-Shakhtar karşılaşmanın ikinci yarısının başka bir senaryo ile oynanmasının nedeni de buydu.
Fenerbahçe yarı yarıya yenilenmiş bir takımdır. İsim isim incelediğimizde sağ kanatta yaşanan o maça dair sorunu bir kenara bırakırsak, kadrosunda yerleşik sadece savunma
Hiç kolay değil…
Fenerbahçe tam on yıldır belli bir kadro yapısı ve şablonuyla mücadele ederken, bu sezon bir anda bambaşka bir taktik diziliş ve oyun anlayışıyla oynamak için dönüş gerçekleştiriyor.
Oyunun matematiksek formülü değişiyor!
On yıl önce neredeyse her şey Alex’in bu takımda oynaması üzerine kurulmuştu. Zico da geldiği sezon 4-4-2’yi denemek istedi ancak olmadı. Hatta şunu da ilave edelim, bu süreçte Fenerbahçe’nin başına gelen hiçbir teknik adam Pereira kadar şanslı değildi.
Alex 4-4-2’yi oynamayı her şekilde zorlaştıran bir oyuncuydu.
Alex’in gidişinden sonra da Fenerbahçe aslında üç ön liberolu sağlam oyun anlayışıyla üçlü forvet oyununu denedi. İnsana baygınlık veren o yavaş, sabırlı pas oyununun geri planında hızlı oyun oynamayı istese de yapamayacak bir takım vardı.
Ersun Yanal bunu Caner ile aşmayı denedi ve çok başarılı oldu. Caner’in o sezon yüksek performans göstermesi hem Ersun Yanal’ın hem de Fenerbahçe’nin şansıydı.
Ancak Fenerbahçe 4-3-3 oyun düzenini devam ettiriyordu.
Türkiye’ye has bir hukuk tuhaflığı üzerine biraz kafa yoralım.
Şöyle bir durum var;
3 Temmuz Davasına en büyük dayanak oluşturan telefon dinlemeleri delil sayılması ortadan kalktığında yargılayacak hiçbir şey kalmıyor.
Bu yasa değişikliği de mevcut iktidarın Fenerbahçe’ye sunduğu bir lütuf olarak takdim ediliyor.
Yani, insanları masa başında oturarak, tuzağa düşürerek, kumpas kurarak, çeşitli yollardan konuşmalarını dinleyip, bunların arasından bir kolaj yaparak iddianame oluşturmanın nasıl bir hukuksuzluk olduğunu konuşmuyoruz da bu hukuksuzluğu ortadan kaldırmayı konuşabiliyoruz.
18 Ağustos 2011 tarihinde bu köşede “Mehmet Baransu gazeteciliğine katkı” başlığıyla bir yazı yazmıştım.
3 Temmuz’un en hararetli günleriydi ve iddialı konuşmak da istemem ancak o tarihlerde “hukuk” ilkelerini ortaya koyan veya hatırlatan ilk yazılardan biriydi.
Bu ilkeyi öncelikle Mehmet Baransu’ya hatırlatmak istemiştim, çünkü en küçük şüpheden suç ve suçlu yaratan bir gazetecilik anlayışı vardı.
3 Temmuz’un üzerinden 4 sene geçti.
3 Temmuz, Fenerbahçe camiasına çok büyük acılar yaşattı. Etkileri asla azalmadı.
Ancak Fenerbahçe’nin 3 Temmuz’a bir teşekkür borcu da var.
Nedir bu borç?
Fenerbahçeliler özellikle son 20 senedir kendi aralarında maruz kaldıkları haksızlıklar üzerine konuşurlardı.
Verilmeyen penaltıları Orhan Pamuk’un son kitabı ‘Kafamda Bir Tuhaflık’ta bir konudur.
Fenerbahçe’nin penaltı sorunu İTÜ tarafından bilimsel bir çalışma konusu yapılmıştır. Toplumdaki genel kanı Fenerbahçe’ye kolay penaltı çalındığı, Fenerbahçe’nin karşılaşmaları penaltı yoluyla kazandığı yönündeyken; son 15 yılın verileri bunun tam aksini göstermiş, Fenerbahçe ilk dört takım arasında aslında en az penaltı kullanan, lehine sezon başına en az penaltı verilen takım olduğu istatistiksel olarak ortaya koyulmuştur.
Medyanın hızla değişen yapısı
Transfer hem takımlara hem de taraftara heyecan veren hareketlerdir. Özellikle futbolun endüstriyel bir ürün haline geldiği günümüzde takımların kadrolarını sürekli yenilemeleri, canlı tutmaları, taraftarını tribünlere çekecek hamlelerde bulunmaları önem taşıyor.
Şu bir gerçek ki geriye dönüp son beş yılı göz önünde tuttuğumuzda Fenerbahçe’nin bu anlamda taraftarını heyecanlandıracak çok az futbolcu transfer ettiğini görüyoruz.
Şampiyon tamamladığı 2010-11 sezonu; Caner Erkin, Stoch, Niang, Dia ve Yobo
3 Temmuz’un etkilerinin hissedildiği sezon olan 2011-12’de; Emenike, Sezer Öztürk, Ziegler ve Bienvenu öne çıkan isimler oldu. Orhan Şam ve Serdar Kesimal’de bu sezon kadroya dâhil oldular. Devre arasındaki Sow hamlesi etkiliydi.
2012-13 sezonu öncesinde; Kuyt, Salih Uçan, Mehmet Topal, Egemen Korkmaz, Meireles, Krasic transferlerini yaptı yönetim. Fenerbahçe bu sezon hem UEFA Avrupa Ligi’nde yarı final oynadı hem de bir sene sonra şampiyon olacak takımın omurgasını oluşturmuş oldu.
2013-14’de Alper Potuk, Kadlec, Alves, Holmen ve Emenike transfer edildi ve bu sezon şampiyon tamamlandı. Bu sezona damgasını vuran oyuncular istikrar, devamlılık ve sonuca etki açısından Can
Fenerbahçe yeni sezona 2009 yılında devreye sokup, bir sene yaşattıktan sonra kaldırdığı sportif direktörlük kurumunu yine gündeme alarak başladı.
Bunun için çok da iyi tanınmayan ve bilinmeyen bir İtalyan’ın tercih edilmesi ilginç bir karardı. Fenerbahçe’ye bu kişileri kimler öneriyor ya da Fenerbahçe içinde bu sportif direktörleri kimler biliyor takip ediyor kuşkusuz cevabını en çok merak ettiğim sorudur.
Çünkü bu gerçekten bambaşka bir boyut; hele son yıllarda iyice daralmış sportif bakışımıza farklı anlayış, pencere açıyor olmak her şekilde önemlidir.
Başarılı olur olmaz, bu ikinci boyuttur.
Türkiye’de başarının ölçüsünü neyin belirlediği ortadadır. Liglerin tamamlanmasına son iki ay kala küçük bir kitap niteliğini taşıyan yazdığım seri yazılarda bunun hem başlıklarını attım hem de detayına girdim. (*)
Fenerbahçe’nin en temel sorunu mücadeleyi tüm bileşenleriyle bir arada yürütecek bir anlayışı, bilinci, tutarlılığı sürdürememesinden kaynaklanıyor.
Mesela basketbola büyük yatırım yapıyor. Obradovic gibi isminin yanına garanti şampiyonluk yazılan bir koçu takımın başına getirip, güçlü transferler yapıyor. Ancak bir türlü takım haline gelemiyor.
Fenerbahçe “
Toplumsal gelişim süreçlerini belirleyen iki ana unsur vardır; akıl ve teknolojik ilerleme.
Avrupa’da bilimsel teknolojik devrimler ve sonrasında da ortaya çıkan sanayi devrimi öncesinde çok güçlü bir “Reform ve Rönesans” hareketi olmuştu.
Feodal düzenin donmuş muhafazakâr, gerici sistemi Reform ve Rönesans süreçlerinin içinde dönüşüme uğratılarak, çok zengin bir rasyonalizm yaşanmış, aklı ön plana alan insan unsuru özgürleşerek ve örgütlenerek kapitalizm çağını başlatmıştı.
Açıkçası Fenerbahçe’nin 1998 öncesi ve sonrasını da bu çerçevede benzeştirebiliriz.
Fenerbahçe 1998 öncesinde her bakımdan geri kalmış, eskimiş, köhne bir görüntüye sahipti. Ancak içten içe güçlü bir sorgulama ve fikir hareketi de başlamıştı. İhtiyaçlar, beklentiler ve yapılması gerekenlere dair zengin bir liste çıkmıştı ortaya.
Aziz Yıldırım dönemi Fenerbahçe’nin sanayi devrimi gibidir ve o akıl hareketinin içinde olgunlaşarak realize olmuştur.
Aziz Yıldırım sadece Fenerbahçe için bir şeyler yapmadı, sportif anlamda ülkemizdeki yerleşik paradigmayı da değiştirdi. Burada gerçekleştirdiklerinin ezber tekrarını yapmayalım.
Fenerbahçe 3 Temmuz’a kadar geçen sürede her bakımdan kendisini yenilemiş,