İYİ Kİ DOĞMUŞ, YAŞAMIŞ, YAZMIŞ...

15 Ocak 2010

15 Ocak 1902... Türkçenin dahisi şairimiz Nazım Hikmet Ran'ın doğum günü... Siyasal ve estetik zekası, bu şairi anadilimize kazandıran tarihe teşekkür etmemizi gerektirir: Teşekkürler tarih, teşekkürler Nazım!.. Aziz Nesin'in deyimiyle, sırf kendisine düşman oldukları için bazılarını şöhret etmiş olan Ran için ben de şiir yazmıştım, paylaşmak isterim:

Hikmet
Bu dünyaya nazımız geçmedi
Pek yeşeremedi dünya
Yüzü hep gülmedi
Tesellilerimizden en dirisi
Nazım'ın bu dünyadan geçmesi

Yazının Devamı

KALABALIK YOK, İNSANLAR VAR!

11 Ocak 2010

“En büyük yalnızlık, kalabalık içindeki yalnızlıktır” diyenler var.
Kim ne isterse diyebilir tabii.
Ama kalabalık, sızlanılacak bir şey midir yoksa tadı çıkarılacak bir şey mi, onu da düşünmek gerekir.
Tek başına ‘insane’ böylesine bir değere sahipken, o insanlardan oluşan kalabalık, nasıl değersiz olabilir?
Her insan, insanlığın bir parçası değil mi?.. Daha sağlam hangi seçeneğimiz var ki, insane topluluğunu ‘baş belası’ gibi algılayıp tanımlayabiliyoruz? Sakın asıl sorun, kalabalıktan çok senin ruhunda olmasın?
Ayrıca, tüm yalnızlık türlerini dörder ay denedin de, ‘en büyük yalnızlığı’ öyle mi tespit ettin?
Ben basit gerçeği belirteyim isterseniz: Gerçek yalnızı hiç dinleyemedik ki.

Yazının Devamı

SARAYBOSNA NOTLARI

8 Ocak 2010

Şehrin ana caddesinde yürüyoruz, karlar altında kalmış parkın hüzünlü görüntüsü, sağına soluna serpiştirilmiş irili ufaklı Osmanlı mezar taşlarıyla iyice yoğunlaşıyor. Yürümeye devam. Bankalar, kafeler, spor mağazaları, büyük alışveriş dükkanları, önce Katolik katedrali, sonra Ortodoks kilisesiyle ‘batılı’ bir cadde. Köşede, İkinci Dünya Savaşı’nı simgeleyen ‘Sönmeyen Ateş’ yanıyor. (Gerçi Rusya, bir ara doğalgazı kesince sönmüş ama olsun, o ateş barışın simgesi. Kaç kere yanından geçtik, başında hep insan vardı.) Bu modern caddeden yürümeye devam ediyor ve az sonra, tarihte yürümüşüz gibi 300-350 yıl önceye adım atıyoruz: Kervansaray, minicik evler, camiler, nargile dükkanları, börekçiler, hediyelik eşya satılan dar sokaklar, bir cami avlusunda belki de dünyanın en minik, en güzel balkonu.
İstanbul gibi Saraybosna, kültürlerin melezleştiği, mini etekle türbanın aynı kadrajda olduğu coğrafya.

Barış değil, ateşkes kenti
Şehir sakin, insanlar sakin. Ama barıştan çok bir ateşkes atmosferi ne yazık ki. Bir arada yaşamanın en güzel örneklerinden biri olabilecekken, savaş denen ‘siyasal kanser’ buraya hasar vermiş, canlar birbirine kıymış. Boşnak dostumuz, o davudi, güvenilir

Yazının Devamı

DİL TERÖRÜ

4 Ocak 2010

“Küfür, dilin cilasıdır” diyenler var...
Yerinde edilmiş bir küfürün, bir sürü laftan daha etkili olduğunu söyleyenler var.
Bazılarının ağzına küfürün yakıştığını iler sürenler var.
Aklım da gönlüm de kabul etmiyor.
Hiçbir istisna ve mazeret tanımaksızın küfre hayır diyorum.
Sokakta da, yazıda da, tribünde de, mecliste de.
Küfür, güzel sözden çalar. Küfür, dilin cilası milası değil, şiddetidir.

Yazının Devamı

MUTSUZLUĞUN ALEMİ YOK!

1 Ocak 2010

Birkaç yl önce, bir araştırma haberi okumuştum gazetelerde.İnsan denen canlının en mutsuz haftası, ortalama olarak, ocak ayının son haftasıymış.
Peki ama niye?
Çünkü insanlar, yeni yılda yeni kararlar alyorlarmış. Spora başlama, sigarayı brakma, vb. Bu kararlara da ilk haftalar, yeni bir heyecanla uyum sağlıyor, fakat işte ocak ayının son haftası, bir çoğunda irade dingildemeye balyormuş.
Kendi kararını bozmak, insanlara güçsüzlük hissi veriyor, bu da onları depresyona sokuyormuş.
Bana kalsa, ben ne pazartesi sendromuna inanrm, ne de herhangi bir yaş bunalımına. Bu haberde de bir hurafe tadı var ama gene de dikkat! En az bir kulağımıza küpe olsun!


TARİHTE O GÜN

Yazının Devamı

PATRİK İÇİN KISA MEKTUP

29 Aralık 2009

Sayın Bartholomeos,
Nedendir bilmem, size sempatim var. Belki de Papa’dan hoşlanmadığım içindir. Vatikan’ın güçlü, kibirli Papa’sına oranla, Patrik bezdendir, doğuludur, İstanbul çocuğudur diye düşünüyorum.
Heybeliada Ruhban Okulu da açılsın, ökümenik de olun, samimiyetle dilerim. Böylece ‘çarmıha gerilmiş gibi’ hissetmekten de kurtulursunuz. Yeryüzünde bu hissi kimse taşımasın isterim.
Ama Sayın Patrik, bir daha yabancı basınla konuşurken, önce lütfen İstanbul’u, İstanbul’un eşsizliğini, başka hiçbir şehrin İstanbul’un yerini tutamayacağını anlatın. Sonra da ne söylerseniz söyleyin.
Sevgiler, saygılar.


Yazının Devamı

“TÜRBAN AÇILIMINI” CHP’DEN BEKLİYORUM...

26 Aralık 2009

Sayın okurumuz Turgut Sungur diyor ki: “Sayın Özdemiroğlu, türbanlı kızların üniversitede okumalarının formülü mutlaka bulunmalıdır. Burada yerden göğe kadar haklısınız. Ama bunu bir özgürlük sorunu gibi algılamanıza katılamam. Türban işinin, erkekler dünyasının yarattığı muazzam bir numara olduğunu, hele hele her zaman zekanın dilini konuşan çok iyi bir mizahçının anlayamaması mümkün değildir. Buna özgürlük derseniz, kızların hiçbir zaman baba, koca, eş, ağabey cenderesinden kurtulamamasının yollarına taş döşersiniz. Sizin gibi birine doğal olarak zayıf gelecektir (ne yapayım, benim mizah yeteneğim bu kadar) ama şöyle bir sloganla ne demek istediğimi anlatabilirim sanıyorum: ‘Unutmayın, asıl yasakçı türbanizmdir.’ Saygılarımla.”
Sayın Sungur, mesleğimle ilgili ince düşüncelerinize teşekkür ederim. Türban konusunda söyle-
diğiniz ilk cümle, durumu anlatıyor aslında. Üniversiteler, bu halkın çocukları okusun diye açılmadı mı? Türbanlı öğrenciler, bu halkın çocukları değil mi? Sınava girmiş, ter dökerek istediği bölümü kazanmış reşit bir insanı üniversiteden içeri sokmayınca, bu sorundan kurtulmuş olamayız. Aksine sorunu büyütürüz. Söz konusu küpe takan bir erkek öğrenci de

Yazının Devamı

ÇEŞİTLİLİK ÜNİVERSİTEYİ RENKLENDİRİR

21 Aralık 2009

Üniversite, özgürlük alanıdır. Üniversiteli genci kısıtlamak, yasaklamak, engellemek hiçbir çözüm sağlamayacağı gibi, ileride yaşanacak gerilimlerin de altyapısını hazırlar.
Elbette üniversiteli genç siyasallaşacaktır, ülkesine ve dünyasına katkı için politik görüşünü derinleştirecektir.
Elbette üniversite, aynı zamanda bir siyasal sembol alanıdır. Liseden farklıdır.
Özgürlük biraz ve bazen olamaz. Bu yüzden, türban taktıkları için eğitimleri, öğrenimleri engellenen öğrenci arkadaşlarımızın çektiği sıkıntıyı içime sindiremiyorum. Öğrenciyi kıyafeti yüzünden okula sokmamak demokrasiye sığar mı? Ayrıca türbanı yüzünden üniversiteye alınmayan kız, bir çeşit çarşafa itilmiş sayılmaz mı?
Bu saçma yasağın bir an önce son bulmasını istiyorum. Üniversiteye, isteyen öğrenci parkasıyla girsin, isteyen türbanıyla, isteyen de mini eteğiyle. Çeşitlilik korkulacak değil, kıvanç duyulacak bir olgudur. Üniversiteye çok yakışır!


Yazının Devamı