Vida ve somun. Takılı kaldı zihnim bu iki sözcüğe. Üstünde yol yol çizgileri olan vida ve hani köşeli gibi de aynı zamanda yuvarlak da olan somun. Her şeyi böyle görüyorum bugünlerde. Hastalıklı bir bakış açısı da değil bu bana göre, çünkü durum gerçekten öyle.
Son yılları bir yana bırakın, sadece son birkaç ayı inceleseniz bile aynı nitelikli
haberleri görürsünüz gazetelerde. Politikada değişmeyen ayak oyunları. Aynı isimler ve söylemler. Bildik portrelere yönelik aynı eleştiriler. Değişiklik var mı? Hani neredeyse hiç yok. O zaman ülke sorunlarını somun olarak tanımlarsak, çözmeye çalışanları da bir çeşit vidaya benzetebiliriz. Üstelik somuna uygun olmayan vidalar. Nadir olarak dürüst ve başarılı biriyle karşılaşsak da, inatla "Yok o değil, bu uygun" deyip, somunla vidayı sıkıştırmaya çalışıyoruz ha babam de babam. Sonunda da sistem atıyor tabii bir yerinde. Ya somun çatlıyor, ya vida fırlıyor.
Özellerimiz çok mu farklı sanki?
Topluluk psikolojisiyle hareket ediyoruz, medyanın da yönlendirmesi ile. Hayatımızda ve ülkemizde bunca sorun varken, popüler deyimle "
gündem değişiyor" birdenbire. Efendim hangi şarkıcı ne demiş, hangi futbol takımında kim ne yapmış? Sıkar tabii özelimizdeki sorunlarla boğuşmak. Tercih hakkının ve sorumluluğun sadece bizde odaklandığı konularla uğraşmak yerine, onun bunun yaptıkları ya da yapmadıklarıyla ilgilenmek daha kolay. Kişiliği oturmamış ve kimliğine ilişkin sancıları olan insanlar halinde, kimlik edinmeye ve kişiliğimizi tamamlamaya çalışıyoruz, mümkünmüşçesine. Sistemdeki ve / veya kişilik sistemimizdeki temel bozuklukları göz ardı etmek işimize geliyor.
İlişkilere bakın. Robotlar gibi yaşıyoruz. Heyecansız, tutkusuz, tekdüze. Vidalar olarak günlük yapmamız gereken işleri yapıyoruz oflaya puflaya ya da gelip geçici, önemsiz duygularla. Sonra somunlarımızla buluşuyoruz. Evliler evlerinde, evsizler bir yerlerde. Konuşma konularımız hep aynı. "İçimden geldi, yol ortasında dans edelim" veyahut "Seni çok özledim akşamı bekleyemedim" diyen yok. Sistemdeki diğer vidalara aykırı düşme kaygısı öylesine yerleşmiş ki içimize, bırakın farklı davranmayı, düşünmeye bile cesaret edemiyoruz.
Korkuyoruz farklılıklardan. Dev bir aletin vidaları halinde, somunlara uymaya çalışıyoruz durmadan. Korkularımızı fark etsek de biraz gelişmeye çalışsak gam yemem. Tıpkı güzel sesli, derin duygulu kadının şarkıların da olduğu gibi, "Ah o öbür yanım, korkak yanım" desek bir adım daha gitmiş olacağız, ama nerdeeee?
Sinmiş, aptalca konulara dalmış, zaaflarımız ve komplekslerimiz doğrultusunda amaçlar belirlemiş, üstelik bunların diğeriyle ne denli ilişkili olduğuna kendimizi ve onu ikna etmeye çalışarak, uymasa da uydurmaya çabalayarak debeleniyoruz ilişki somununda da. Uyumsuzluğu ve olanaksızlığı görenlerde durum çok mu farklı sanki? Yooo, gene aynı terane, "Gitmeye korkuyorum, yeni somunlar aramaktan, vidanın yollarını değiştirmekten korkuyorum, yorgunum" demiyoruz da, çocukların, sevgi sandığımız duygunun arkasına sığınıyoruz.
Görelim artık, somun ve vida uymuyor birbirine. Hem ülkemizde hem de özelimizde birçok noktada. "Beni mutsuz eden ne?" sorusunu doğru cevaplandırıp, karar verelim. İnatla başka aletlerin de yardımıyla somunu sıkıştırma çabamıza devam mı edeceğiz, yoksa öncelikle bireysel devrimlerimizi yapıp, hayatımızın sorumluluğunu alıp, başlangıçtaki her türlü sıkıntıyı göze mi alacağız? Uff, sıkılmadınız mı kendinizden ve tekdüzelikten. Ruhunuz daralmadı mı sizin de? Hadi öyleyse.