Erol Sabancı, Akbank’ın bayrağını kızı Suzan Sabancı’ya devretti. Bu davranış biçimi ve zamanlaması, işadamlarımız için incelenmesi gereken bir örnek oluşturuyor:
Erol Bey, kafaca genç, yaratıcı ve hâlâ günün uzun süresinde çalışabilen birisi olmasına rağmen bu kararı aldı.
Suzan Hanım’ı 20 yılı aşan bir sürede, bankanın her seviyesinde çalıştırdı. Yurtdışında, konusunda eğitimlere gönderdi. Suzan Hanım, bu dönemde hem banka çalışanlarını hem de tüm bankacılık camiasını tanıdı. Çok üst seviyedeki yabancı duayen bankacılarla ilişkiler kurdu ve devam ettirdi.
Halen, Suzan Hanım’ın bankanın tüm yöneticileriyle çok iyi ilişkileri var. Bilgi birikimi ve tecrübesi nedeniyle, bu atamaya hiç kimsenin itirazı olmadı; desteği oldu.
Yani, Erol Bey, yerini kızına değil, “hak eden” birine bırakmış oldu.
Üstelik, Erol Bey, bankadan elini ayağını da çekmiyor. Her gün, bankaya gelecek. Suzan Hanım’ın en büyük danışmanı ve yardımcısı olacak.
Yani, Akbank
Bugünlerde, global ekonomik krizin azalmaya başladığı veya bittiği yönünde köşe yazıları var. Bunlar gerçeği yansıtmıyor. Global kriz de bitmedi, ülkemize yansımaları da. Global krizin orta noktasına yaklaştığımızı söyleyebiliriz. Özellikle, Amerika Birleşik Devletleri’nde daha birçok şirketin zor duruma düşme olasılığı var. Avrupa’da biraz daha sakinlik görülmesine rağmen, bankalar, zararlarını saklama eğiliminde olduklarından, buzdağının üst bölümünü görebiliyoruz.
Ülkemizde, krizin yansımaları kısa dönem içinde kendisini gösterecek:
A) Döviz fiyatları artacak.
B) Faiz düşüşleri duracak. Hatta, faizlerde yükselme bile yaşanabilir.
C) Dış borç bulunması zorlaşacak veya borç faizleri yükselecek.
D) Özellikle, küçük bankaların dış borçlarını yenilemeleri zorlaşacak.
E) Yabancı doğrudan yatırımlar durma noktasına gelecek.
İmal ettiğimiz robotlarla, Dünya’yı işgal etmek istediğimizi düşünelim. İnsanlarla başa çıkabilmeleri için, bunlardan milyonlarca, hatta milyarlarca imal etmek zorunda kalırız. Üstelik, bunların belli aralıklarla bakımını yapmak, zaman zaman robotları geri çağırıp gerekli yenilikleri eklemek durumundayız. Yani, işimiz kolay değil.
Bunun yerine, bir biçimde insanların düşüncelerini yönlendirip, bizim istediğimiz gibi davranmalarını sağlayabilirsek, masrafsız robotlar yaratabiliyoruz, demektir. Bu yeni robotlar, hem kendi kendilerine bakımlarını yapacaklar, hem de çoğalacaklardır.
Onlara, istediğiniz kadar çocuk sahibi olma emri de verebilir; robotlarınızı arttırabilirsiniz. Üstelik, bu yeni robotları, robot olmayan insanlardan ayırmak mümkün olmayacağı için, istila çok kolay biçimde tamamlanacaktır.
İşte, gelişmiş ülkeler, birçok filme de konu olan bu proje üzerinde çalışıyorlar. Amaç, “sorgulama yapmayan”, “denileni yapan” insan ordusu yetiştirmek; daha sonra da, bu insanların yaptığı
Hatırlanacağı üzere, Roche ilaç firmasının SSK hastanelerine sattığı bazı ilaçların, özel depolara daha düşük fiyatla satıldığı iddia edilmiş ve bu yüzden Roche’a ve yöneticilerine dava açılmıştı.
Roche’a açılan davanın temel dayanaklarından en önemlisi, bir Başbakanlık Teftiş Kurulu Başmüfettişi’nin başkanlığındaki bir komisyonun Roche aleyhine yazdığı rapor olmuştu. O zamandan beri, davanın dayanaksızlığını, bu işlem nedeniyle bakanlığı zarara uğratmanın söz konusu olamayacağını anlatmaya çalışmıştım. Zaten, bakanlık da ilaç alım ve fiyat belirleme sistemini değiştirdi ve bu konuda çok daha ayağı yere basan bir sistem getirdi.
Dava sürerken, bu konuda, şimdiye kadar ülkemizde görülmemiş bir gelişme oldu. T.C. Başbakanlık Teftiş Kurulu Başkanlığı, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’na 3 Mart 2008 tarihli ve B.D2.D.TKB.095/0226 sayılı yeni bir yazı yazarak, yazılan raporun yanıltıcı olduğunu ve bu konuda bir suç oluşmadığını açıkladı.
Başbakan adına imzalı yazı
Ülkemizde ilk kez
Ülkemizin en önemli sorunlarından biri, işadamlarının kendinden sonraki nesli iyi yönlendirememesi. Çoğu kez, babadan oğula kalan mal, ya miras kavgaları ya da yanlış yönetimler sonucu yok olup gidiyor. Bu durum, sadece o ailenin mal varlığının erimesi sonucunu vermiyor; aynı zamanda, ülkenin sermaye birikimi de erimiş oluyor. Gelişmiş ülkelerde, bu problemin biraz olsun giderilebilmesi için, şirketlerin borsaya açılması ve patronların şirket yönetimini profesyonel yöneticilere bırakması gibi yollar seçilmiş.
Bu sorun için öngörülen çare ne olursa olsun, ikinci neslin, ayakları üzerinde durabilen, yeterince tecrübe edinmiş ve şirketi bulunduğu yerden alıp, büyüterek devam ettirecek kabiliyette kişiler olması, mutlak önem taşıyor. Ülkemizde, Sabancı, Doğan, Koç, Özyeğin, Eczacıbaşı, Demirören gibi ailelerin bunu başarabildiği anlaşılıyor. Ancak, tüm iş âlemi göz önüne alınırsa, önümüzde çok büyük riskler olduğu kolayca görülüyor. Hele, yabancıların gelip peynir
IMF anlaşması sessiz sedasız sona erdiriliyor. Oysa, IMF’ye olan borcumuz sürüyor. IMF, bir bozulma olasılığı görmese, anlaşmayı bir biçimde sürdürürdü. Bakan Şimşek, son bir manevra yapamazsa, anlaşmanın mayıs ayında sona erdirilmesi bekleniyor.
- IMF’nin üzerinde özellikle durduğu, başta Sosyal Güvenlik Reformu olmak üzere, reform tasarıları istenilen biçimde ve zaman süresi içinde çıkarılamadı.
- Şimdilik riskli gibi görünmese de, Türk lirası yabancı paralar karşısında değer kaybetmeye başladı. Kur seviyesinin yabancı fon giriş ve çıkışlarına bağlı olması, bu konudaki belirsizliği arttırıyor.
- Enflasyon oranı, zaten hedeflerin üzerinde seyrediyordu. Ama, artık hedefleri tutturma olasılığı pek kalmadı. Enflasyon, beklenenin de, hedeflenenin de üstünde artıyor. Muhtemelen, Merkez Bankası, erken başlamış olduğu Enflasyon Hedeflemesi uygulamasını bırakmak zorunda kalacak. Uygulamanın bırakıldığı açıklanmasa da bir süre sonra zaten rafa kalkacak.
- Merkez Bankası, döviz alım ihalelerindeki miktarları
Bir zamanlar Afrika’nın “pırlantası” olarak gösterilen Zimbabve’de işsizlik oranı yüzde 80’e yaklaşıyor. Enflasyon yüzde 100.000’i aşmış durumda. 25 milyon Zimbabve doları, 1 Amerikan doları ediyor. Başşehir Harare’de bile sokaklar çöpten geçilmiyor; trafik ışıkları artık çalışmıyor; yollar delik deşik. Ülkenin kamu sektörü de tam bir çöküntüyle karşı karşıya.
Zimbabve Devlet Başkanı Robert Mugabe, ülkeyi çökertmek için elinden gelen her şeyi yapmaya devam ediyor. Ülkenin en büyük hastanesi bile, anestezi ilacı yokluğundan ameliyat yapamıyor. Kamuda çalışanların çoğu, otomobillere benzin satılmadığı için artık işe gelemiyorlar. Zaten, otobüs bilet fiyatları da işçi ücretlerinin üzerinde.
Genel seçim yaklaştı
Zimbabve’nin çöküş hikâyesi, 2000 yılından sonra beyazların elinden üretim çiftliklerinin alınmasıyla başladı. Çiftlikler genellikle, onları çalıştırabilecek olan siyahlara değil, Başkan’ın arkadaş ve
1-Ülkemizde sosyal güvenlik kurumlarının kamuya ait olması ve bunların bütçelerinin sürekli açık vermesi bu kurumların sermaye piyasasına girmesini engelliyor. Sosyal güvenlik reformu bile, bu konuya tam çare bulamayacak. Sosyal güvenlik sistemimizin hiç olmazsa bir bölümünü, mutlaka özelleştirmeli; özel sağlık sigortacılığını desteklemeliyiz.
2- Yatırım fonu kurulmasının şartları ağır. Kuruluş prosedürü uzun ve ağır yükümlülükleri var. Sermaye Piyasası Kurulu bu şartları hafifletmeli. Yatırım fonlarını şahıslar da kurabilmeli. Kimin kurucu olduğundan çok bunların faaliyetleri önemli olmalı.
3- Halka açık şirketlerin sayısı ve bu şirketlerin halka açıklık oranları düşük. Bu durum manipülasyonları da kolaylaştırıyor. Hem halka açık şirket sayısının artmasını özendirmeli, hem de açıklık oranının artırılması için teşvikler getirilmeli.
Yeni enstrümanlar
4- Sermaye piyasası araçları yetersiz. Özel sektör tahvilleri bir borçlanma