Tamamı Asya'da sayılan Güney Kıbrıs'ı üyeliğe kabul ediyorlar. "Türkiye bir Müslüman ülkesi" diyorlar. Üye olarak kabul ettikleri Balkan ülkelerinin çoğunun Birinci Dünya Savaşı öncesinde Osmanlı İmparatorluğu'nun bir parçası olduğunu unutuyorlar. Öte yandan, birçok Avrupa ülkesinde İslam tam anlamıyla kabul görüyor. Örneğin, Türkiye düşmanlığı ile ünlü Fransızların başşehri Paris'in Evry bölgesinde Müslüman nüfus o denli yoğun ki, süpermarketlerde domuz eti ve alkol satılmıyor. Hatta, kurban kesilmesi bile resmi olarak kabul görüyor. Sadece, küçücük Hollanda'da bile 43 İslam dini eğitimi veren okul var. 200 tane daha İslami okul açılması için başvuru bulunuyor. Müslüman nüfus bu ülkelerde öyle yaygın ki, özellikle politikacılar, bazılarının dillendirmeye çalıştığı şekliyle "İslam ve Problem" kelimelerini bir arada kullanmıyor.Peki, Türkiye'nin istenmemesinin altında yatan gerçek sorun ne? Hollanda'nın Avrupa Birliği Sorumlusu (commissioner) Frits Bolkestain, Türkiye'nin istenmemesini şöyle açıklıyor. "Türkiye çok büyük, çok fakir ve çok farklı". Sonra, bu görüşe açıklık getiriyor: Türkiye, Almanya, Fransa ve İngiltere'den sonra Birlik'teki dördüncü büyük ülke olacak. Türkiye'nin
Ekonominin cari açıkla ilgili durumunu ve düzelmenin gecikmesi sorununu incelersek şu bulgularla karşılaşıyoruz: a) Hazine'nin, bankaların ve diğer ticari kuruluşların aldığı kredilerin miktarı arttı ve vadesi uzadı. Halen bankaların ve diğer ticari kuruluşların aldıkları uzun ve kısa vadeli krediler neredeyse eşitlenmiş vaziyette. Her ikisini de yedişer milyar dolar olarak düşünebiliriz. Bu durum, Türk Lirasının neden bu denli değerli hale gelebildiğini anlatan göstergelerden birisi. Uluslararası piyasada faizlerin düşük, likiditenin bol olması ve gelişmiş ekonomilerin sıkıntıları nedeniyle bu noktaya gelindi. Şimdi dengeler yeniden değişiyor. b) Sıcak para olarak tanımlanabilecek biçimde yabancılar ve Türkiye'de yerleşikler onar milyar dolar tutuyorlar. Bu para, yüksek reel faizler nedeniyle geldi ve Türk Lirası'nın değerlenmesine katkıda bulundu. Ancak, son haftalarda, yabancıların Hazine kâğıdı alımlarında 300 milyon dolar civarında bir gerileme yaşandı. Yatırım fonlarının bu açığı kapatması nedeniyle hâlâ alımlar devam ediyor gibi gözükürken, yabancıların yavaş yavaş Hazine kâğıtlarına yatırımı durdurdukları anlaşılıyor. Bu da, dengelerin değişeceğinin bir göstergesi.c)
Ama, çözüm önerisi üretmeden önce şu sorulara cevap bulmalıyız:a) Soruna çözüm bulmak durumunda olan kurumlar hangileridir?b) Bu kurumlar arasında ortak bir görüş oluşmuş mudur? Görüş farklılıkları varsa, bu sorun nasıl aşılacaktır?c) IMF tarafından dikte edilen politikaların tartışılması veya en azından IMF'e öneri götürülmesi mümkün müdür?ç) Cari açığın artmasından etkilenmeyecek sektörler hangileridir?d) Cari açığın artmasından ve Türk Lirası'nın aşırı değerli olmasından kimler zarar görmektedirler?e) Kimler bu konuda tedbir alınmasını istememektedir? Neden?f) Yakın ve orta dönemde abartısız ve gerçekçi olarak beklenen döviz girişi ve çıkışı nedir? Kaynakları nelerdir?g) Aynı dönemlerde cari açığın ve dış ticaret açığının gerçekçi büyüklükleri ne olacaktır?h) Yabancılardan elde edilecek özelleştirme ve özel banka-şirket vs. satışı gibi önemli döviz girdilerinin büyüklüğü ne olabilecektir?ı) Ülkemize kayıt dışı giren dövizin büyüklüğü nedir? Bundan sonraki dönemlerde giriş ne kadar olacaktır?i) Ülkemizdeki sıcak paranın büyüklüğü ne kadardır? Bir devalüasyon anında, bunun ne kadarı, hangi süreler içinde ülkeyi terk edebilir?j) Petrol fiyatlarındaki artış cari açığın boyutlarını
A) Muhasebe ve hesaplama işlerinin kolaylaşmasını bekliyorduk. Kolaylaştı.B) Piyasaya 50 ve 100 liralık yeni kupürler çıkarılmasını bekliyorduk. Beklentimiz gerçekleşti. Ancak, banknotların biçimlendirilmesinde, olması gereken özen gösterilmemişti. Şimdi, bunların yeniden değiştirilmesi gündemde. Yılbaşında paramızdan altı sıfır attık. Bu operasyondan ne bekliyorduk, ne elde ettik? C) Yeniden kuruş kullanımının başlamasını bekliyorduk. Kısmen başarıldı. Bir liranın hem madeni hem kâğıt para oluşu, piyasaya yeterli madeni para verilemeyişi ve madeni paralarda euro ile benzerlikler bulunuşu yüzünden, yeniden kuruş kullanımını olması gereken ölçüde yerleştirilemedi. Ama, piyasada madeni para yerine çiklet verme uygulamasına gerek kalmayacak ölçüde madeni para var. D) Daha emniyetli, sahtesi daha az banknotlar kullanmayı bekliyorduk. Bu beklentimiz karşılanamadı. Banknotlara kullanıcı tarafından algılanabilecek eskiden var olandan fazla emniyet unsuru konulamadı. Oysa, kalpazanlık metotları gelişmişti. Dolayısıyla, banknotlarımızın sahtesinin, göreceli olarak eskiden olduğundan daha rahat üretilebilmesi olanağı doğdu. Diğer ülke banknotlarında emniyet tedbirleri arttıkça da,
Merkez Bankası Yasası, kur konusundaki sorumluluğu hükümet ve Merkez Bankası'na birlikte vermiş vaziyette. Ancak, sorumluluk alan bu iki kurum işin kolayını bulmuş, bu konudaki yetkilerini IMF'ye devretmiş durumdalar. Daha açıkçası, IMF ile imzalanan anlaşmada döviz kurlarının kontrol edilmeyeceği ve serbest dalgalanacağı konusunda hükümler var. Bu nedenle de, Merkez Bankası Başkanı, "Bizim için Türk Lirası'nın ani değer kaybetmesinde bir mahzur yok. Böyle bir durumda, Merkez Bankası'nın döviz satarak piyasayı rahatlatma zorunluluğu da bulunmuyor" dedi. Cari açıktaki artan büyüme ile artık hükümet doğrudan ilgilenmeye başladı. Başbakan, bazı saygın işadamlarını doğrudan arayarak, bu konudaki görüşlerini soruyor. Gerçekten de, cari açıktaki büyüme, sonbaharda döviz kurlarında ani bir yükselmeyi gündeme taşıyabilir. Kurlarda ani ve ciddi bir yükselme, siyasi ve bürokratik kadroların sorgulanmasını da beraberinde getirir. İşte bunu gören Başbakan, gerekli tedbirleri bir an önce almak istiyor. Ne hoş. Bir kriz çıkarsa, yine sorumlusu yok. Ama, kabak yine de dolaylı olarak hükümetin başında patlar. Çünkü, böyle bir durumda yabancılar sıcak paralarını çekmeye başlar, büyüme durur,
Kabala konusundaki en büyük çalışma sayılan ve 1270 yılında ortaya çıkarılan Zohar'ın 8. cildinin 116. paragrafında "Mesih'in gelişi"ni anlatan bir bölüm var. Bu paragrafta, Zohar 2001 yılında yeni çağı başlatacak kıyamet alametlerinden bahsediyor. Zohar'da aynen şöyle deniliyor: "Bu günde, uzun büyük şehirde, ateş alevi olacak. Ses bütün dünyayı uyandıracak. Birçok kuleyi yakacak. Birçok kule yıkılacak ve birçok seçkin insan ve görevli o gün ölecek".Kadim kabalistlerin İbrani tarihini ve Zohar'ı kullanarak yaptıkları hesaplamaya göre, kulelerin yıkılması için verilen tarih eylül ayının 23. günü. Batı takviminde, bu tarih 11 Eylül 2001'e denk geliyor.Yine, Zohar'ın giriş bölümünde "Öbür taraf bunu gördü, cesaret kazandı ve adakları yemek için bir köpek gönderdi. "B'ladan" onun ismiydi" deniliyor. Yani, Bin Ladin'in ismi bile verilmiş.Bütün bu yazıtlar, 11 Eylül'den sonra ortaya çıkarıldığı ve Zohar'ın sırları bu tarihten sonra açıklandığı için, konu tartışılabilir ve yoruma açıktır. Ancak, gerçek olan şu ki, Kabala'ya inanan aşırı dinci Museviler, sırf Zohar'daki bu anlatım nedeniyle, kulelerin yıkılmasının "Altın Çağ"ın bir başlangıcı olduğuna inanıyorlar. Ortadoğu'daki
Tasarı Meclis'te aynen kabul edilirse, aşağıda özetlenen vergi kolaylıkları sağlanacak.a) Verilen konut finansmanlarının ikincil piyasalarda alım satımının sağlanması amacıyla, Konut Finansman Fonları ve benzer biçimde Varlık Finansman Fonları kuruluyor. Bu fonlardan elde edilen kazançlar Kurumlar Vergisi'ne ve Gelir Vergisi stopajına tabi olmayacak.b) Konut Finansman Fonları ve Varlık Finansman Fonlarının portföylerine alacakları menkul kıymetlerin alım satım gelirleri ve bunların dönemsel getirileri için vergi tevkifatı yapılmayacak. Bu fonların Kurumlar Vergisi'nden istisna edilmiş kazançları üzerinden de tevkifat yok.c) İpotek Finansman Kuruluşları, Konut Finansman Kuruluşları ve Konut Finansman Fonları tarafından yurt dışına ihraç edilen ipotekli sermaye piyasası araçlarının alım satım ve itfa getirileri ile dönemsel getirilerinin tahsilinde % 15 oranındaki vergi stopajı yapılmayacak. d) Ücretlerin gerçek safi değerlerinin bulunması sırasında yapılacak indirimler arasına konut finansmanı faiz ödemeleri de ekleniyor. Böylece, kişiler, ilk ya da ikinci konutları için kullandıkları kredilerin 100.000 YTL'ye kadar olan bölümü için ödeyecekleri faizi Gelir Vergisi matrahından
Öte yandan, bakanlıklar ve kurumlar arası bir eşgüdüm sağlanmış olmasına rağmen, uygulamada kurumlar arasında yetki ve sorumluluk çekişmesi çıkabilir. Örneğin, uygulamada SPK ile Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu'nun (BBDK) denetim yetkilerinin çakıştığı noktalar olacak. Yeni oluşturulan mali kurumların denetiminin doğrudan SPK tarafından yapılıyor olması da, iki kurum arasında bir sorun yaratabilir. Yine, Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu'nu ilgilendiren bazı maddeler de var. Örneğin, bankaların bir biçimde tasfiyesi veya iflası gerçekleştirilirken, ipotek karşılığı menkul kıymet ihraç eden bankaların bu kıymetleri ve konut finansman fonlarının malvarlığı iflas masasına katılmayacak; kamu alacaklarının tahsili için bile haczedilemeyecek.Diğer bir konu da, ipotek ve konut finansmanı yapan kuruluşlara verilecek olan Hazine garantisi. Bu garanti, sınırlı ve "geri ödeme garantisi" niteliğinde olsa da, sonuçta Hazine bir garanti vermekte. IMF her türlü Hazine garantisine karşı olduğuna göre, bu konuda IMF'ye danışılmış olması gerektir.Bu konulardaki fikrimi sorarsanız: a) SPK ve BDDK'nın denetim ve düzenleme yetkileri çakışabilir. Aynı konularda iki kurum da denetim yapabilir.