Bizim kültürümüzde “israf haramdır!”
Hele ki bu israf göz göre göre yapılıyor ve alışkanlık haline geldiyse!..
Hem devlet hem de aile bütçesinden en büyük pay eğitime ayrılıyor.
Hem de çok uzun yıllardır.
Peki gidişattan memnun muyuz?
Gelinen noktayı bugüne kadar defalarca yazdık, çizdik, anlattık, zaten herkes de durumun farkında.
Tek öğrencinin dahi tercih etmediği fakülteler, bölümler olabilir mi?
Var hem de fazlasıyla var.
Geriye dönüp baktığımızda son 25 yılın en önemli eğitim projelerinden biri de bilişim laboratuvarları ve bilişim dersleriydi. Bu sayede bilişim çağını ve akıllı eğitimi en erken yakalayan ülkelerden biri olduk.
Sonra da bu kez son 25 yılın en büyük hatalarından birini yaparak bir anda bilişim teknoloji ders sayısı azaltıldı, tüm okullara yayılan atölyeler çöp oldu, öğretmenleri de itibarsızlaştırdı!
FATİH projesini de hatırlayanınız vardır. “Cumhuriyet tarihinin en büyük projesi” diye lanse edilmişti. Uzun yıllar dillerden düşmedi ama şimdi esamesi okunmuyor.
Korona döneminde “Dünya bize imreniyor” diye yere göğe sığdıramadığımız EBA projesinden de ses soluk yok.
Tüm bu projeleri Ak Parti getirdi, kaldıran da yine o oldu.
Projeler, getiren bakanların gurur kaynağı oldu, kaldıran bakanlar “enkaz” dedi.
İşin garibi de bu projeleri allayan, pullayanların sus pus olmaları. Keşke sahip çıkabilselerdi!..
Bu konuda biz üç maymunu oynasak da teknolojik gelişmeler dur durak bilmiyor. Yirmi yıl öncesine kadar, birkaç yüzyıla sığan
İsrail’in şu an içerisine düştüğü durum, bir ülkenin nasıl dibe vurduğunun en çarpıcı örneklerinden birisi.
Son yıllara kadar Hitler mezaliminin kurbanları olarak acınası durumdaydılar, şu an onu da gölgeye düşürecek bir noktaya geldiler. Amerika bile onları bu Netanyahu çukurdan çıkaramayacak. İstedikleri bu muydu?
İsteyenler mutlaka fazlasıyla vardı ki bu noktaya gelindi ama isyan edenlerin sessiz çığlığı da içten içe çığ gibi büyüyor. Netanyahu’ya en büyük darbe eminiz ki ülkelerinin onurunu kurtarmaya çalışan kendi halkından gelecektir…
İşte bu çerçeveden bakıldığında devletlerin itibarının hem içeride hem de dışarıda ne denli önemli olduğu çok daha iyi anlaşılıyor.
Eğitimin en temel görevlerinden birinin de bu olduğunu bilmem hatırlatmaya gerek var mı?
Keşke sınavlar kadar yurttaşlık, demokrasi, hak, hukuk, adalet, sorumluluk kazanımlarına da bir o kadar önem versek.
Neden mi?
Devletin itibarı hepimizin itibarıdır. Bunu değersizleştirmeye de hiç ama hiçbirimizin hakkı yoktur. Öz
Üniversiteler peyderpey yeni öğretim yılına başladı! Kalanlar da bu hafta açılır.
Başta öğrenciler olmak üzere tüm ülkemize hayırlı olsun.
Birinci yerleştirmede girenler girdi. Giremeyenleri ve özellikle de ek yerleştirme ile ikinci bir şans arayanları düşünen yok.
Birinci yerleştirmede 53 bin kontenjan boş kalmıştı. Barınma ve benzeri sorunlarını çözemedikleri için kazanıp da kaydını yaptırmayanlarla birlikte bu sayının ikiye katlanması bekleniyor.
Nereden baksanız 100 bin aday için yeni bir umut, yeni bir heyecan ve yeni bir başlangıç olacak ama bir türlü devamı gelmiyor.
Veliler ve adaylar ısrarla önlerindeki süreci görmek istiyor ama nedense YÖK ve ÖSYM’den tek kelime bir açıklama dahi gelmiyor! İşte o sorunlar:
■ Ek yerleştirme kılavuzu ne zaman açıklanacak?
■ Tercihler ne zaman alınacak?
Yakın bir dönemde anaokulundan üniversitelere çok önemli değişikliklere hazır olun.
Köklü, radikal ve çarpıcı değişikliklerden söz ediliyor.
Umarız yeterince tartışılmadan bir gece ansızın gelmezler!..
MEB ve YÖK tarafından resmî açıklama yapılmadan ne söylense boş!
Ankara’da alınan kararlar için “Kızılay’dan Çankaya’ya gidinceye kadar Bakanlar Kurulu listesi üç defa değişir” denilirdi.
O dönemlerde Başbakanlık Kızılay’da Cumhurbaşkanlığı da Çankaya’daydı ve aradaki mesafe 10 kilometre bile değildi!
İşte bu yüzden MEB ve YÖK bir an önce projelerini açıklasınlar ki istişare etmeye zamanımız olsun!..
Yönlendirme
Öğrenciler sadece anne babalarının değil ülkemizin de en değerli varlıklarıdır. Onlar ne kadar mutlu, güçlü ve donanımlı olursa geleceğimiz o denli görkemli olacaktır…
Eğitim elbette devletin asli görevi ve hiçbir ayrım gözetmeksizin herkese en iyi eğitimi vermesi ve her birini ilgi, yetenek ve hayalleri doğrultusunda geleceğe en iyi şekilde hazırlaması anayasal bir zorunluluktur.
Peki bunu, bugüne kadar başarabildik mi?
Başaran ülkeler var mı?
Bu mümkün mü?..
Elbette mümkün, başaran ülkeler de var ve bizim de başarılı olduğumuz dönemler olmadı değil…
“Eğitim reformu ufak ülkeler için sorun değil ama büyük ülkeler için çok zor” yönünde bir algı söz konusu. Kısmen doğru ama Japonya ve Çin örneklerini gördükten sonra “zor ama imkânsız değil” demek mümkün!..
Ülke olarak devletiyle milletiyle eğitimi baş tacı eden bir ülkeyiz. Hem devlet bütçesinden hem de aile bütçesinden en büyük payın eğitime ayrılması bunun önemli bir
Öykü, ünlü Çin düşünürü Lao Tzu’nun zamanında geçer. Tzu, bu öyküyü çok sever ve çevresindekilere sık sık anlatırmış.
Çinlilerin bir öyküye sığdırdığı bu inanılmaz hayat dersini biz tek cümleye sığdırdık.
Ne zaman bir konuda tıkansak ya da başına gelen olumsuzluklara “artık dayanamıyorum” diye isyan eden birini görsek “Her şerde bir hayır vardır!” diye onu sakinleştirmeye çalışırız.
Niye mi?
Kapanan her kapının ardından yeni bir kapı açılabilir, kaçan her fırsatın çok daha iyisi yakalanabilir.
Umut da biterse geriye ne kalır?
İşte o öykü:
“Çin’in yoksul köylerinden birinde yaşlı ve çok fakir bir adam varmış ama kral bile onu kıskanırmış.
Görünen o ki 4+4+4 ile ilgili yeni kararlar alınacak.
Aceleye getirilmemesi en doğru olanı.
8 ve 12 yılda acele edildi, bugün bu noktaya gelindi…
12 yıllık zorunlu temel eğitimi çok uzun bulanlar da var, azaltılmasına farklı nedenlerle karşı çıkanlar da çok.
İşte bu yüzden her yönüyle uzun uzadıya istişare edilmesi gereken bir durum.
Daha en başında tüm detayları konuşalım ki, üç beş yıl sonra o da değiştirilme noktasına gelmesin!..
Zorunlu temel eğitim Cumhuriyet’in ilk yıllarında 3 yıldı, sonra 5 yıla çıktı. Uzun süre 5 yıl olarak kaldı. Sonra 8 yıl olmasına karar verildi. Daha sonra da 12 yıla çıktı.
Dünya ortalaması da 8-13 yıl arasında değişiyor…