Son yıllarda, dünyadaki en önemli ihraç kalemlerinden biri de, eğitim ve eğitilmiş insan gücü oldu. ABD, İngiltere, Kanada, Avustralya gibi ülkelerin eğitimden elde ettikleri gelir, pek çok ülkeyi kıskandıracak düzeyde.
Bu ülkelerin bazılarına yüz binlerce yabancı öğrenci geliyor ve oluk oluk para akıtıyor. Üstelik en parlak beyinleri yakalama ve onlardan en iyi şekilde yararlanma olanağına da sahip olabiliyorlar... 11 Eylül felaketinden sonra başta ABD olmak üzere birçok ülke, yabancı öğrenci trafiğini en alt düzeye indirdi. Her ne kadar yeni yeni o kısıtlamalar tümüyle kaldırmaya çalışılsa da, hâlâ o günlerin tedirginliğini üzerlerinden atabilmiş değiller.
İşte o dönemde, bu kapılar, yabancı öğrencilere kapanınca, gençler yeni ülke aramaya başladılar. Ortadoğu, Orta Asya, Afrika, Balkanlar ve daha pek çok ülkeden ülkemize ciddi bir öğrenci akışı gerçekleşti. Bu dönemde sağlanan teşvikler de, üniversiteler için can simidi oldu. YÖK’ün pozitif desteği de, bu konuda üniversiteleri yüreklendirdi.
Yabancı öğrenciler, üniversitelerimize sadece evrensel olmaları gerektiğini hatırlatmakla kalmadı, yabancı dil ve eğitim kalitelerini yükseltmeleri konusunda da lokomotif oldular.
19. Milli Eğitim Şûrası Antalya’da toplandı. Açılış konuşmasını Cumhurbaşkanı Erdoğan yaptı. Farklı konularda farklı mesajlar verdi. Ama biri var ki altına hepimiz imza atarız.
Erdoğan, “Cumhurbaşkanı olarak en büyük arzum, bu milletin evlatlarının özgüvenli olmasıdır” dedi.
Buna kim hayır diyebilir ki!
Ama bir o kadar önemli olan, özgüveni yaratacak koşulların oluşması ve ebeveynlerden öğretmenlere, siyasetçilerden emniyete, komutanlardan amirlere hemen herkesin, özgüveni örseleyen değil, güçlendiren zihniyete sahip olmalarıdır.
Yoksa bu arzu, sadece Cumhurbaşkanı’nın değil, bizim içimizde de uhde olarak kalmaya devam eder...
“Mücadele vereceğim”
Cumhurbaşkanı Erdoğan, özgüven konusunda, sadece istemeye değil, mücadele vermeye devam edeceğini de özellikle vurguladı.
19. Milli Eğitim Şûrası bugün toplanıyormuş, duyanınız var mı? Belli ki yine kendileri söyleyip, kendileri dinleyecekler. Sonra da alınan kararları, şûra kararları diye dayatıp, istediklerini yapacaklar. Yani dünden bugüne değişen hiçbir şey yok.
Oysa eğitimin de, öğretmenin de artık kelimelerle anlatılamayacak kadar derin sorunları var.
Öğretmen sorunları, özellikle de atama bekleyen öğretmenlerin sorunları ne kadar gündeme gelir bilmiyoruz. Muhtemelen orada seslerini duyuramayacaklar. Bu nedenle, köşemizi bugün onlara tahsis ediyoruz. Çünkü onların yaşadıklarını hiç kimse onlardan daha iyi anlatamaz!
İşte öğretmenin hali!
4 yıl üniversite okuyup, bulaşıkçılık yaptığımı mı, mevsimlik işçi olarak her yaz güneşin altında fındık, tavuk çiftliğinde yumurta topladığımı mı, anketörlük yaptığımı mı duymak isterdiniz, yoksa evlenmek için atanmayı beklediğimi mi?
Annemin babamın gözlerine bakamadığım için memleketim Samsun’dan küçük kız kardeşimin yanına Erzurum’a kaçtığımı mı yoksa şu an kız kardeşimin eline bakmak zorunda olduğumu mu duymak isterdiniz?
Hangisini duyduğunuzda, derdimize, yaşanılan sıkıntılara çözüm olunacak ki?..
Etik değerler altüst oldu. Kim hangi konuda ne kadar etik davranıyor anlamak mümkün değil. Sözleri ve davranışları hiçbir şekilde sorgulanmaması gerekenler bile inandırıcılıklarını çoktan kaybettiler.
Doğrular, yanlışlar, yalanlar yer değiştirdi. Yalanlar doğru, doğrular yanlış olarak algılanmaya başlandı.
Daha da vahimi, inancımızı yitirdik.
Devlet vatandaşına, öğretmen öğrencisine, okur gazetesine, taraftar takımına, partili liderine olan güvenini yitirdi.
Ya da en azından böyle bir algı oluştu...
Einstein boşuna, inançları değiştirmek, atomu parçalamaktan daha zor dememiş.
Yerleşik yargıyı değiştirmek, gerçekten de nesiller boyu süren zor bir mücadeleyi gerektiriyor.
Eğitim söz konusu olduğunda doğal olarak önce kendi çocuklarımızı düşünürüz. Oysa gerek birey olarak gerekse kent ya da devlet olarak tüm çocukların en iyi eğitimi almalarını olmazsa olmaz kurallardan biri olarak görmemiz gerekiyor. Tıpkı şimdi Suriyeli çocukları, kendi çocuklarımız olarak görmemiz gerektiği gibi...
Çocuklarımız en iyi okullarda okusalar bile sokağa çıktığı zaman kiminle oynayacak, trafiğe çıktıklarında kiminle karşılaşacaklar, maça gittiklerinde kiminle tezahürat edecekler?
Yeri gelecek tanıdıklarıyla ama çoğu zaman da hiç tanımadıklarıyla bir arada olacaklar.
Hani bir söz var, arkadaşını söyle, sana kim olduğunu söyleyeyim diye. İşte bu çerçeveden baktığımızda, elbette komşularımız, kentlilerimiz çok önemli. Ama şimdi onları, artık attığımız her adımda, bir şekilde karşımıza çıkan Suriyeli çocuklarımızı da bu çerçevede düşünmemiz gerekiyor.
Çocuklarımız diyorum çünkü artık pek çoğunun ülkelerine dönmeleri çok zor. Kimi savaştan kaçacak kimi de ülkemizi sevecek ve buradan kopmak istemeyecekler. İşte bu nedenle, kendi çocuklarımız için eğitim adına ne istiyorsak, ülke olarak onlara aynı olanakları sunmalıyız. Yoksa karşımıza eğitimsiz ya da yarı
TEOG, TEOG diyorduk, işte o da bitti. Peki, geriye ne kaldı? İsterseniz gelin bu son birkaç günün bir değerlendirmesini yapalım...
n Önemli ölçüde eğitim-öğretim trafiğini aksattığı kesin. Zaten çok kısa olan eğitim süresi bir de bu yüzden makaslandı.
Her ne kadar heyecanı azalttı denilse de tam aksi söz konusu. Çünkü sınav sözcüğü her zaman öğrencileri strese sokar.
Sınav disiplininden ve sağlıklı bir ölçme değerlendirmeden söz etmek çok zor. Kolay sorular, kendi okulunda sınav ve aynı puanda yığılmalar daha şimdiden tartışmaları da beraberinde getirdi.
TEOG Maratonu’nda birinci tur tamamlandı. Peki, bu yılki süreç, SBS, OKS ya da geçen yılki TEOG’a göre çok daha başarılı mıydı?
Evet demek çok zor. Çünkü ne heyecanı azaltabildi ne de adil bir ölçme değerlendirme konusunda umut verdi.
Velilerden mail yağıyor. Hemen hepsi de veryansın ediyor. İşte onlardan bir kaçı:
Boşuna hazırlandık
“Benim de gözlemim de sizinkiyle aynı. Herkes mutlu. Geçen seneki sorular da kolaydı. Ondan dolayı öğrenci yerleştirmek kolay olmadı. Çünkü büyük bir çoğunluk aynı kategoriye giriyor. Ben bu sene bunu düzelteceklerini sanıyordum. Ama olmadı. Şimdi biz ve bizim gibi aileler boşuna mı çocuklarını o kadar çalıştırdılar. Sürüyle test kitabı çözdürdüler. Bazı aileler epey para harcadı. Ama doğru dürüst zamanını harcamayanla aynı seviyede gözükecekler.
Bu arada matematik gibi konularda çok üstün olan çocuklar bu sistemle harcanacak. Matematik ve İngilizce’de çok iyi bilenle orta derecede bilen arasında bir fark gözükmeyecek. Önümüzdeki sene hiçbir çocuğu daha iyi öğrenmesini sağlasın diye çalışmaya zorlayamazsınız. Benim tek umudum, 2. TEOG imtihanına kadar bu durumu göz önünde bulundurmaları yönünde.”
Bu kadarı da olmaz!
CHP Milletvekili, gazeteci-yazar Mustafa Balbay önceki gece Genç Bakış’ın konuğu oldu. Soru ve yorumlarıyla Balbay’ı terleten gençler, Balbay’dan 2 ay sonrası için seçim planını açıklama sözü aldılar. İşte programdan satır başları:
Kadın hakları
Kadın-erkek eşitliği konusunda 130 ülke içinde 120. sıradayız.
Tapu kayıtlarının sadece yüzde 8’i kadınların üzerinedir. Genel anlamda mülkiyetin de ortak olması gerekiyor. Medeni Kanunumuza göre mülkiyet ortak ama tapu kaydına baktığımızda taşınmaz mallar konusunda da bir erkek egemenliği var.