Başbakan Erdoğan, iki ay önce, bir yıl içinde dershaneleri kapatın talimatı verdi.
Peki kapanır mı?
İşte bu sorunun cevabını, konunun tüm taraflarıyla Genç Bakış’ta tartıştık. Öğrencisinden öğretmenine, dershanecilerden veli ve akademisyenlere kadar dershanelerin kapanacağına, hele hele bir yıl içinde kapanacağına, MEB dışında inanan yok gibi.
Doğuş Üniversitesi’nde gerçekleşen programdan işte bazı satır başları:
Başbakan dediyse olurDoç. Dr. Birol Ekici (MEB Müsteşar Yardımcısı)
- Başbakanımız 12 ay dediyse 12 ay içinde dershaneleri kaldıracağız.
İstanbul Üniversitesi’nde çok yakında rektörlük seçimi var.
Şimdilik 4 aday söz konusu. Biri rektör Yunus Söylet, diğeri kıdemli rektör adayı Faruk Erzengin diğer ikisi de İbrahim Keleş ve Raşit Tükel.
Dördü de tıpçı.
Zaten aksi olsa şaşırtıcı olurdu... İÜ’de rektörlük yarışı her zaman renkli olur. Ama sanki bu kez biraz agresif geçiyor.Umarız üniversiteye zarar verir noktalara gelmez...
İstanbul Üniversitesi, sıradan bir üniversite değil. Kimler geldi, kimler geçti, kimleri mezun etti. Bazen bir uçtan ötekine gitti.
Bazen de bırakın dünyaya, Türkiye’de olan bitenlere bile sırtını döndü.
Devasa bütçesi, inanılmaz sayıda öğrenci ve öğretim üyesi kadrosu var. Pek çok bakanlık, kurum, şirket onun yanında cılız kalır. Tipik bir halk üniversitesi. Elit değil. Ama dünyanın en iyi üniversiteleri sıralamasına her defasında giren de yine o. Her ne kadar kendisini yaşlı ve hantal bulunlar olsa da o hâlâ üniversite deyince akla gelen ilk isim, ilk imge.
Akademik yükseltmelerde, kimilerine göre “zulüm”, kimilerine göre ise olmazsa olmazların başında gelen yabancı dil konusu, görünen o ki daha uzun süre tartışılacak.
Dil barajının makul bir seviyeye çekilmesini ya da hepten kaldırılmasını isteyenler kadar, buna şiddetle karşı çıkanlar da var.
Her iki tarafın da kendilerine göre haklı gerekçeleri var. Dün olduğu gibi bugün de, karşı çıkanların görüşüne yer vereceğiz. Ama hemen sonrasında İngilizce artık bir dünya ve bilim dili, bu yüzden çıta daha da yükseltilmelidir diyenleri dinleyeceğiz. Umarız bu tartışmalar çerçevesinde en doğru yol bulunur...
28 Şubat dayatması
“28 Şubat dayatmacılarının gemi azıya aldıkları günlerde yürürlüğe konulan ve gittikçe sıkılaştırılan ÜDS yabancı dil kriteri, Türk bilim adamlarının bilimsel faaliyetlerini azaltmış ve sekteye uğratmıştır. Bu kriter, bütün akademisyenleri akademik hayattan soğutmuş, bezgin ve yorgun düşürmüştür. Yabancıların bile hayret ve şaşkınlıkla karşıladıkları bu kriter ilmi ve ahlaki olmaktan çıkmıştır.”
YÖK’ün hazırladığı yeni YÖK yasa tasarısı A’dan Z’ye eleştiriliyor. İyi diyeni henüz görmedik. Çıkacağını da sanmıyoruz. Ama Cumhurbaşkanı Gül bile taslağın değerlendirilmesini istiyor. Bu yüzden de, hemen herkes kendilerini ilgilendiren bölümlerini tartışmaya açıyor.
En fazla tepki, dil barajına takılan yardımcı doçentlerden geliyor. Şikayetleri de var, önerileri de.
Neden karşılar?
“Eğitim dili ve sınav dili Türkçe olan ülkemizde çıkarılmakta olan yüksek öğretim yasa taslağında akademisyen olmaya gönül vermiş adaylar için yabancı dil baraj puanı getirilmesini hiç anlamlı bulmuyor, tamamen engel olarak düşünüyoruz.
ÖSYM’nin değişik dönemlerde yapmış olduğu ÜDS sınav sonuçlarına bakıldığında fen bilimlerinde sınav ortalamasının 52’yi geçmeyen bir sonuçla karşılaşılmaktadır. Bu sınav ortalamasının üzerinde bir not alan aday, 65 alamadı ise başarısız mıdır?
Başarının kamuoyunda ortak tanımı nedir?
Teknoloji artık sınır tanımıyor. Her an her yerde, birebir ya da toplu olarak, görüntülü sohbet olanağı mümkün. Hele işin içine bir de ülkeler ve onların resmi temsilcileri girince, öğrenciler için işin keyfi bir başka oluyor.
Önceki gün bu yönde, farklı ve bir o kadar da ilginç bir projeye tanıklık ettik.
İstanbul’da, ABD’nin İstanbul Başkonsolos’u Scott Kilner ve İstanbul’daki Amerikalı değişim öğrencileri, New York’ta ise Türkiye’nin New York Başkonsolosu Mustafa Levent Bilgen ve Amerika’daki Türk öğrenciler vardı. Ve ayrıca, ilk kez gerçekleşen bu güzel diyaloğa şahitlik edelim diye her iki tarafta da biz gazeteciler...
Görüntülü sohbet yaklaşık 1.5 saat sürdü. Önce konsoloslar konuştu, ardından da öğrenciler. Her iki taraf da çok mutluydu. Özellikle seçilmiş öğrenciler miydi? Hiç sanmıyorum. Lisans öğrencileri de vardı, mastır ve doktora öğrencileri de.
Projenin amacı, kültürler arası diyoloğu artırmak kadar yaşanan sorunları ve memnuniyetleri tespit etmek. İyi düşünülmüş. Keşke sanal ortamda değil de, yüz yüze ve çok daha büyük bir katılımla gerçekleşseydi.
Belki ileriki yıllarda o da gerçekleşir...
Asil Nadir’i hiç tanımam. Şirket ya da gazetelerinde hiç çalışmadım. Herkes ne kadar tanıyorsa, o kadar tanıyorum. Ama birkaç gün önce, kendisine yönelik bir haber, yüreğimi cız ettirdi.
5 milyon sterlin bulamazsa, fazladan 6 yıl hapis yatacakmış.
Şaşaalı dönemlerinde, bu miktar, onun için, kendi deyimiyle “çerez parası“ydı.
Ve eğer şimdi ödeyemezse -ki öyle bir servetinin olmadığını beyan ediyor- 6 yıl daha hapis yatacakmış.
Türkiye ve KKTC’de devasa yatırımlar yaptı. Hatta bu yüzden iflas ettirildiğini iddia edenler bile var.
O dönemde, hem ülkesi hem de bizim için, tıpkı şimdi dünya vitrininde olan Muhtar Kent gibi övünç kaynağımızdı. Üniversiteler, iş dünyası, medya, sivil toplum örgütleri peşindeydi.
Gazete patronluğuyla ilgili de yüzlerce anekdot var. Oluk gibi para akıtıyordu. Diğer gazeteler batacakmış, kalacakmış umurunda bile değildi. Çalışanlarını akşam yemeği için özel uçakla Londra’ya götürdüğü hep anlatılır...
Genç Bakış’ta önceki gece, bir kez daha Atatürk’ü konuştuk.
Atatürkçülük ve Kemalizm tartışıldı.
Haliç Üniversitesi’ndeki konuklarımız, Mütaz’er Türköne ve Erol Mütercimler’di.
Prof. Türköne, bugüne kadar ortaya kadar koyduğu tavırları ile Atatürk karşıtı bir isim olarak algılanıyor.
Ama programda gördük ki, onun karşı olduğu Atatürk değil, Atatürk’ü kendi amaçları doğrultusunda kullananlar.
Türköne, İslam’ı ve dini kullananları da aynı şekilde “yobaz” olarak nitelendiriyor.
Her şey gibi üniversiteler de misyon ve vizyonları çerçevesinde yeni bir yapılanma içerisindeler.
Bu yüzden kendilerini anlatırken artık pek çoğu yeni sıfatlar kullanıyor.
Butik üniversiteyiz diyen de var, kent üniversiteyiz diyen de.
Yenilikçi, girişimci, araştırmacı sıfatları en çok kullanılanlar.
Tematik yani belli bir alanda eğitim yapan üniversiteler kavramını da son yıllarda daha fazla duyar olduk.
Teknik üniversitelerin sayısı giderek artıyor. Sadece sağlığa ya da ekonomiye yönelik üniversitelerimiz de var. Ama yeme içme işine soyunan ilk oluyor.
Eğer ciddi bir turizm ülkesi olmak istiyorsak zaten bunu da yapmak zorundayız.