KKTC’de gerçekleşen miting, bardağı taşıran son damla oldu. Kıbrıs’a gidip gelenler, ortada bir sorun olduğunu zaten hep görüyordu.
Şimdi su yüzüne çıkan, yüksek sesle dillendirilen görüşler, zaten düne kadar kapalı ortamlarda konuşulan konulardı.
Peki bundan sonrası ne olur?
İşte o tam bir muamma!..
Ama yine de bu gece Genç Bakış‘ta bu sorunun cevabını arayacağız...
Türkiye ile KKTC arasındaki bu gerginlik, oradaki üniversiteleri ve Türkiye’den giden öğrencileri nasıl etkiler?
Siyasetçi ve rektörlere öncelikle onu sordum.
Tam Gün Yasası’na yönelik uygulama yönetmeliğini hazırlayan ekibin başında YÖK üyesi Sait Bilgiç bulunuyor. Bilgiç, dekan ve rektörlerinin, tepki gösterdiği yönetmelikle ilgili görüşlerini gönderdi. Karşı çıktığı noktalar da var, haklı buldukları da. İşte YÖK’ün Tam Gün’e bakışı:
Doktorları küstürmeyiz
“Yazınızı ‘Sağlık konusu dayatmaya gelmez!..” diye bitiriyorsunuz. Çok da doğru söylüyorsunuz. Doktorluk oldukça ağır sorumlulukları olan zor bir meslektir. Sevmeden, fedakârlık yapmadan ve görev yaptığınız her an heyecan duymadan ve stres yaşamadan yapılabilen bir meslek değildir.
Doktorlarımızı bu sevgiden dolayı pişman ettirmek de kimseye bir şey kazandırmaz.
Bu kadar zorlu bir süreçten sonra doktorların bir kısmı akademik hayatı seçip hastalarıyla ilgilenmenin yanında bir yandan da yeni doktorlar yetiştirmeyi, araştırmalarıyla bilime ve insanlığa katkı sağlamayı tercih ederler?
Bu grup, doktorluk unvanlarının önünde doçent, profesör yazanlardan oluşur. Akademisyenliği tercih edenlerin sadece yüzde 10’u yarı zamanlı çalışmayı tercih ederken yüzde 90’ı tam gün çalışmayı tercih ediyor.
Üniversitelerde ciddi sancılar var. Kıvranıp duruyorlar. Ama maalesef kendilerini anlatacak, sorunlarına çözüm üretecek bir makam bulamıyorlar.
“Peki YÖK ne güne duruyor?” diye de sakın soracak olmayın, çünkü o artık, üniversitelerin değil iktidarın bir parçası olmuş durumda. Oysa, bu sorunları direk Başbakan Erdoğan‘a götürse, pek çoğu, en kısa zamanda çözülür. Ama nerde...
Tıp fakültelerinde büyük sıkıntılar yaşandığını günlerdir yazıyoruz.
Ama YÖK ve Sağlık Bakanlığı kol kola vermiş, burunlarının doğrultusunda gidiyorlar.
Eğer yaptıklarının doğru olduğuna inanıyorlarsa, bu konuda önce üniversiteleri, sonra da kamuoyunu ikna etmek zorundalar. Yoksa, attıkları adımlar uzun ömürlü olmaz.
Ve sakın ola, “getirdiğimiz sistemden tembeller ve çıkarına çomak sokulan hocalar rahatsız olduğu için bu konuda sadece onlar feveran ediyor” diye değerlendirmede bulunmasınlar. Çünkü doğru değil.
İşte size bu konuda çok çarpıcı bir örneklerden bir tanesi.
Eğer yolunuz bir üniversite hastanesine ya da tıp fakültesine düşerse, ne olur 5 dakikanızı da onları dinlemeye ayırın. İşte o zaman göreceksiniz ki, yeni “sağlık reformu” onlardan çok, bizi ilgilendiriyor.
Rektöründen tıp fakültesi dekanına, hastane başhekiminden profesörlere, asistanlardan intörn öğrencilere kadar hemen herkes, dayatılmaya çalışılan yeni yönetmelikten şikâyetçi.
Yeni düzenlemeleri Sağlık Bakanlığı “reform” olarak nitelendiriyor. Üniversitelerin bu konudaki yorumu ise tek kelime ile “facia”.
Peki, doğru olan hangisi?
Hocaları dinlediğiniz zaman, kesinlikle onlar haklı gözüküyor. Sağlık Bakanlığı ise ben yaptım oldu anlayışında olduğu için bu sese kulak vermiyor. Oysa ortada ciddi bir kriz söz konusu.
Üniversite Hastaneler Birliği (ÜHB), bu konuda düzenli toplantılar yapıyor. Sonuncusu da önceki hafta Kocaeli‘nde yapıldı. 17 rektör, 6 rektör yardımcısı, 28 tıp fakültesi dekanı, 7 dekan yardımcısı, 23 başhekim, 21 başhekim yardımcısı, 10 hastane müdürü ve 70’i de öğretim üyesi olmak üzere 172 kişi katıldı.
İstanbul Baro Başkanı Doc. Dr. Ümit Kocasakal ve Vatan yazarı Can Ataklı, önceki gece Genç Bakış’ın konuğuydu. Okan Üniversitesi’nde gerçekleşen programda, “yargı reformu” ve güncel olaylar konuşuldu. Zaman zaman ilginç tartışmaların yaşandığı programdan, işte önemli satır başları:
Ümit Kocasakal
- Bizlerin karşıtlığı asla bir parti karşıtlığı değil. Başka bir parti de olsa aynı tepkileri veririz. Ama 8 yıldır sürekli yargı hedef tahtasına oturtuldu. Anayasa Mahkemesi, Yargıtay, Danıştay bir karar veriyor hemen siyasi iktidar ayağa kalkıyor. Hangi demokratik ülkede siyasi iktidar yargı kararlarıyla ilgili sürekli açıklama yapıyor?
- Bir yerde yargı hazımsızlığı varsa, yargı bağımsızlığı olmaz. Ve bir yerde yargı bağımsızlığı yoksa hukuk devleti ve hukuk güvenliği olmaz. Aslolan bu.
- Herkes şunu anlamalı; yargı hepimiz adına bir denetim yapıyor ve hakkımızı aramaya gittiğimizde siyasi iktidara yakınlığımıza uzaklığımıza bakmaksızın hakkımızı teslim ediyor. Şimdi siz bu bağımsız yargıyı alır yürütmeye bağlarsanız kuvvetler ayrılığı değil, kuvvetler aynılığı olur.
YÖK, düne kadar türbana karşıt tutumuyla biliniyordu. Oysa şimdi tam tersi bir tavır içerisinde. Yani dün, fazla değil üç-beş yıl öncesine kadar, YÖK ve üniversiteler, adeta türbanlı avına çıkıyorlardı. Türban takmak, üniversiteden atılmak için resmi gerekçe olmasa da o noktaya kadar gidiliyordu.
Ama şimdi, iktidar desteğiyle, YÖK’de esen rüzgarın yönü de değişti.
Konunun detaylarına girmeden önce isterseniz gelin önce şu haberi okuyalım:
YÖK’ten türban savunması
“Yükseköğretim Kurulu (YÖK), Danıştay 8. Dairesi’nin, 2010 Akademik Personel ve Lisans Üstü Eğitim Giriş Sınavı (ALES) sonbahar dönemi kılavuzundaki kılık kıyafetle ilgili düzenlemelerin yürütmesini durdurma kararına itiraz etti.
Eğitim ve Bilim İş Görenleri Sendikası (Eğitim-İş) 2010 ALES sonbahar dönemi kılavuzundaki ‘’başvuru merkezinde yapılacak başvurular’’ alt başlıklı A bendi ile ‘’postayla başvurular’’ alt başlıklı C bendinin ve ‘’sınava girerken adayın yayında bulundurması gereken belgeler’’ ana başlığı altında yer alan ‘’bir fotoğraf’’ başlıklı C bendinin başı açık ve başı açık olarak sınava girilmemesi halinde sınavın geçersiz sayılacağı şeklindeki ibarelerin yer almaması nedeniyle eksik düzenleme
Okudukça, yükseldikçe memnuniyetin artması gerekirken tam tersi oluyor. Geniş çaplı bir memnuniyet anketi yapılsa, muhtemelen en son sırada “okumuşlar“ çıkar.
Daha da vahimi, çalışmak, çabalamak, üretmek “enayilik” olarak değerlendiriliyor.
Liyakatın yerini, “uyanıklar“, “torpil“, “yandaşlık“ aldı. Ama nedense hepimizin şikâyetçi olduğu bu durum, hâlâ birilerini rahatsız etmiyor. İşte size iki çarpıcı örnek:
Üreten insana saygısızlık
“Ülkemizin akademik kadrosu, giderek daha kalitesiz ve kolay yoldan belirli unvan ve kadrolara sahip olmak isteyen sözde akademisyenlerle dolmaya devam ediyor.
Size sadece iki adet (sözde) bilimsel dergi ismi vereceğim (isimleri bizde saklı). Sanırım bunları araştırmanız neden bahsettiğim hakkında size yeterli bilgiyi sunacaktır. Tabii bu dergiler, daha birçok benzer dergiden sadece iki tanesi.
İntörnlerin sıkıntılarını dile getiren dünkü yazıdan sonra mail bombardımanına uğradım. Meğerse doktorların sorunları tahminlerin çok ötesindeymiş.
Mailler sadece yurtiçinden gelmedi. Yurtdışındaki uygulamaları anlatan değerlendirmeler de var. İsterseniz gelin sözü hiç uzatmadan gelen iletilere bırakalım. Onlar zaten her şeyi anlatıyor:
Kalite çok düşecek!
“31 Ocak 2011’den itibaren üniversite hastanelerinde performans sistemine geçiliyor. Bu tarih, üniversite hastaneleri için karanlık bir dönemin başlangıcı olacaktır. Ne yazık ki, uygulamaya geçilme aşamasında olan yeni düzenlemelerle, eğitim, araştırma ve hizmetin birlikte verildiği, özerk ve akademik kurumlar olan üniversite hastaneleri, Sağlık Bakanlığı’na bağlı hizmet hastanelerine dönüşecek, Tıp Fakülteleri ise yüksek okul konumuna getirilecektir. Eğer dayatılan yeni uygulamalara karşı konulmaz ise, tıp eğitiminin çöktüğünü, araştırmaların yapılamadığını, nitelikli sağlık hizmetinin verilemediğini hep birlikte göreceğiz!”
Canımız kimlere emanet