Abbas Güçlü

Abbas Güçlü

aguclu@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı


Günlerce yurdun dört bir yanını gezdik durduk. Bu kez biz sustuk genciyle yaşlısıyla halk konuştu. Bazen ürkek, bazen de fazlasıyla hırçındılar. Nereye giderseniz gidin en büyük kızgınlık politikacılaraydı. Onlara, oralara ancak seçimden seçime gittikleri için bütün kızgınlıklarını dile getirip, biz onların yüzünü göremiyoruz, gidin onlara iletin diyorlardı...
Her ne kadar ekonomik sıkıntı, işsizlik, kötü yönetim en önemli sorun gibi karşımıza çıksa da eğitim hemen her ilin, hemen her ailenin önemli sorunlarından biriydi. Okuyan da mutsuzdu, okumayan da. Üniversiteye giremeyen de çaresizdi, mezun olan da. Öğretmen de dertliydi, veli de...
İşte böyle bir ortamda il milli eğitim müdürlerine çok önemli görevler düşüyor. Ama ne yazık ki, çoğu il protokolünde bile yer almıyor. Alsa bile pek çoğunun temsil yeteneği yok. Çünkü o koltuğa birikimleri olanlar değil, politikacı dayısı bulunanlar ya da müsteşara bağlılığını kanıtlayanlar oturabiliyor ancak...
Devletin eğitime ayırdığı kaynaklar her geçen gün daha da azaldığı için il milli eğitim müdürleri ve okul yöneticilerine çok önemli görevler düşüyor. Devlet bize para göndermiyor diye ağlama yerine halkla bütünleşip sorunlara çözüm üretmeleri gerekiyor. Nitekim böyleleri de yok değil. Aynı yasa ve yönetmeliklerle, aynı bütçeyle harikalar yaratabiliyorlar...
Birçok ilde vali ile milli eğitim müdürleri aynı frekansta değil. Valiler de bu konuda dertli. Biri alınıyor, diğeri gönderiliyor. Ama bize ne soran var, ne de danışan diyorlar...
Merkezden yönetim yerine yerinden yönetim bu açıdan çok önemli. Her ilde neredeyse her bakanlığın bir müdürlüğü var. Valiye değil Ankara'ya bağlılar. Gelecekleri valinin değil, Ankara'nın iki dudağı arasında. Bu yüzden hizmet eden değil, arkası olan kabul görüyor. Dikkat çekici bir diğer nokta ise, her bakanlığın aynı ilde farklı farklı yatırım yapması. Birinin acil binaya ihtiyacı varken, diğerinde koca koca binalar boş duruyor. Verin bize dediklerinde, hayır olmaz yanıtıyla karşılaşıyorlar. Vali de bir şey yapamıyor...
Bir yanda yoksulluk, öte yanda savurganlık. Hemen her konuda durum aynı. Türkiye'nin dört bir yanı yılın sadece birkaç ayında kullanılan yazlıklar ve yarım kalmış kooperatif evleriyle dolu. Anlaşılan o ki, son 20 yılda Türkiye kaynaklarını üretime değil betona yatırmış...
Bir ülkeye ya da kente gittiğimde önce vitrinlere bakarım. Sosyo ekonomik açıdan en iyi gösterge onlar. Bu gözle bakıldığında henüz sıfırı tüketmiş değiliz. Biraz moral ve güvenle yastık altındaki paraların çıkartılıp ekonominin canlanması işten bile değil...
Anadolu insanı, yurdun hangi köşesine giderseniz gidin her yerde sıcak sımsıcak. Konukseverlikte üzerlerine yok. Her ilde ancak bir ya da iki gün kalabildiğimiz için çoğu zaman bir çaylarını bile içmeye zamanımız olmadı. Bu yüzden kırılanlar oldu. Ama TIR'ımız farklı bir kente yol alırken gönlümüz hep bir önceki ilde kaldı...
Şuna bir kez daha inandım ki, Türkiye her şeyiyle, her şeyin çok daha fazlasına layık. Daha iyi politikacıları, daha iyi bir yaşam standardını, daha iyi bir geleceği bir Avrupalı, bir Amerikalı kadar hak ediyor. Onların arayıp da bulamadığı güvenebilecekleri kılavuzlar. Gerisi kolay...