Abbas Güçlü

Abbas Güçlü

aguclu@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Eğitimde çok zor sorular var. Örneğin, beklentilerimiz gibi. Çok basit bir soru soracağım:
Nasıl bir öğrenci olmak isterdiniz?
Ama isterseniz gelin, bu soruya cevap vermeden önce, samimiyetle düşüncelerini paylaşan bir okurumuzun mailine bir göz atalım:

‘Okul birincisiydim ama!..’
“Eğitim konularında köşe yazıları yazan ve TV programları düzenleyen önemli bir gazeteci olduğunuz için şikayetimi yazabileceğim en doğru kişi sizsiniz.
Bu şikayetlerim çerçevesinde, Türkiye’de eğitimin kalitesini ele alan bir çalışma yapacağınızı ve sesimiz olacağınızı ümit ediyorum.
K. Anadolu Ticaret Lisesi’nde eğitim görmüş ve İTÜ’yü tamamen kendi gayretleriyle kazanmış biri olarak deneyimlerimi ve eğitim sistemindeki eksiklikleri, somut örnekler vererek sizle paylaşmak istiyorum.
38 yaşında bir inşaat mühendisiyim. Anadolulu bir gencin, öğrencilik yıllarından birkaç enstantane:
1. İki dönem okul birincisi, dosyasında epeyce takdirname olan ve öğrenci onur kulübü üyesi olan gerçekten beyefendi ve sessiz bir öğrenci olarak sebepsiz yere (evet tamamen sebepsiz yere, hala cevabını veremediğim bir şekilde) okul müdürünce pek çok defa kulaklarım çekildiği için bir yıl boyunca kulak memelerimin altında iyileşmeyen yaralarla geçirdim. Yemin ederim ki, sebepsiz yere. Bilmiyorum neden çekerdi kulaklarımı. Kulaklarımı çekerken gülerdi. Severdi galiba beni.
2. Çelik cetvellerle pek çok defalar parmak uçlarımıza vurulmak suretiyle sıra dayağına tabi olurduk ve çektiğim acıyı anlatamam. Bir iki öğrencinin disiplinsiz davranışları karşısında bütün sınıfın cezalandırılması, sizce genç beyinlerin bilinçaltında neler oluşturur ya da yok eder.
Bu eğitim tarzı hangi psikolojik temellere oturtulabilir. Bizlere sebepsiz olarak uygulanan aşağılamaları, korkutmaları anlatmaya kelimeler yetmez. Bir öğrencinin beynine, güvenini ve özsaygısını kıracak negatif psikolojik virüsler yüklemek en klasik yaklaşımdı. Hangi birini anlatayım.
3. Bir arkadaşıma özenerek “s” harfini orak-çekiç sembolünün orağı şeklinde yapıyormuşum. Hiç farkında değilim ve ne olduğunu bilmiyorum. Bu yüzden, bana önyargılı yaklaşan milliyetçi veya dindar birkaç öğretmenimin hedefi olmuştum. Sebebini çok geç anladım. Bilinçsizce yaptığım bu şey yüzünden beni tanımadan negatif ayrımcılık yapan, şefkatten uzak bu öğretmenlerimden nefret ediyordum.
4. Cinsel eğitim vermek adı altında derste sadece “sapıklık türleri”ni anlatan, cinselliği iğrenç bir şey olarak kafamıza yerleştiren öğretmenimden de nefret ettim o yıllarda.
5. Üç kuruş daha fazla ders ücreti almak için fizik ve kimya derslerine de giren biyoloji öğretmeni, ders kitabındaki pek çok sorunun cevabının aslında yanlış olduğunu ve onları unutmamız gerektiğini anlatıp, doğrusunu tahtaya yazardı. Biyoloji ders kitaplarındaki ‘içgüdü’nün aslında olmadığını anlatırdı. Sınav esnasında sınıfa bir teyp getirir ve sınav boyunca ilahi dinletirdi. Hatırlatırım, din dersi sınavına değil biyoloji sınavına. Dindar gördüğü öğrencilere daha samimi durur ve beni ateist sandığı için (bilmediği şey, gerçekte dindar olduğumdu) hiç konuşmazdı.
6. Müzik derslerinde hayatım boyunca ne Beethoven’ın, ne Mozart’ın, ne Itri’nin ne de Dede Efendi’nin adını duydum. Flüt çalmıştık ama.
7. Resim derslerinde hayatım boyunca ne Van Gogh’un, ne Monet’nin, ne Rembrant’ın, ne Osman Hamdi Bey’in ne de herhangi bir ressamın adını duydum. Birkaç resim yapmıştık. Hepsi o kadar.
8. Matematik öğretmeninin tahtada kan ter içinde bir türlü çözemediği iki soruyu, ‘Gel! Yap bakalım’ sözüyle dediğinde, bir çırpıda çözdüğümü, sınavdaki soruların eksik ya da hatalı olduğunu birkaç kez keşfettiğimi hatırlıyorum. Komedi. Bu mudur eğitim? Okul ve dersler, o denli itici ve düzeysiz gelmeye başlamıştı ki; boş vermişlikten sınavda bir soruyu bile bile çözmeden kağıdımı verdiğimi hatırlıyorum. Psikolojimizi düşünebiliyor musunuz? Heyecansız, ümitsiz, çaresiz bir gençlik.
9. Edebiyat dersinde okumaya teşvik edildiğimiz bir tek klasik eser hatırlamıyorum. Üniversitede tanıştım bu eserlerle.
Boşa geçen gençliğime yanıyorum.
Heba oldu yıllarım.
Bilgisayar gibi, test çözme işine programlandık.
Mecburen dershanelere sığındık.
Eeeeee, hani eğitim?..

Kızım benden ileride
Kızım, 5 yaşında. Bir özel anaokuluna gidiyor. Sene de 20,000 TL veriyorum. Ama, Monet, Van Gogh, Rembrant’ı biliyor. Beethoven’ı duyduğu zaman tanıyor.
Bu kadar zor muydu?
Bir saat, sadece bir saat, bize de bu isimleri anlatamazlar mıydı?..”
Özetin özeti: Eğitimde şekilciliği bırakıp, biraz da içeriği tartışmanın zamanı hala gelmedi mi?..