İstanbul Üniversiteli olmak ayrıcalık mı? Rektör Kemal Alemdaroğlu ve dekanlar, hiç düşünmeden bu soruya evet cevabı veriyor. Öğretim üyeleri ve öğrencilerin pek çoğu da aynı kanıda. İşte bu yüzden olsa gerek üniversiteyi tanıtan hemen her broşürde "İstanbul Üniversiteli olmak ayrıcalıktır" sözleri, en baş köşeyi süslüyor.
İstanbul Üniversitesi de diğer birkaç üniversite gibi seçim sathına girdiği için müthiş bir hareketlilik içerisinde. Aslında durum içeride sakin ama dışarıdan yöneltilen eleştiriler, üniversite içindeki birlikteliği daha da pekiştirmiş durumda.
"İstanbul Üniversiteli olmak ayrıcalıktır" sözüne öylesine gönülden inanmışlar ki, tarihin de kendilerine yüklediği misyonla bunu nasıl ülke geneline yayarız arayışındalar.
Milyonlarca kişinin başka ülkelere kaçmak için sıraya girdiği, pek çok duygunun köreldiği bir ortamda, eğer üniversitede olduğu gibi Türkiyeli olmak, Türkiye’de yaşamak ayrıcalıktır sözlerini hayata geçirebilirlerse bu belki de bugüne kadar gerçekleştirdikleri en önemli proje olur...
Beş yüz yıllık geçmişe sahip İstanbul Üniversitesi aslında Türkiye’nin tam bir aynası. Seçkinlerin, paralıların, burnu havadakilerin üniversitesi değil. Kendi deyimleriyle onlar tam bir halk üniversitesi. Öğrencilerinin yüzde 90’ı ortadirek çocuğu. İki öğünü birleştirip, tek öğünle karnını doyuranların üniversitesi. Bu yüzden Türkiye’nin en ucuz yemeği onlarda. 400 bin liraya 4 kap yemek yiyorlar. Hem de damak tadıyla...
Zehir zemberek deklarasyonÖnceki gün, 16 İÜ’lü dekanın imzasını taşıyan çok önemli bir açıklama yapıldı. Bu bir anlamda üniversiteye yöneltilen eleştirilere de cevap niteliği taşıyor. Bir bölümünü birlikte okuyalım:
"İstanbul Üniversitesi, günümüzde bazı malum çevrelerce tercih edilen, pek revaçta olan, bol reklama dayalı, bu reklamlarda da gerçekte İstanbul Üniversitesi olmak üzere başka üniversitelerin kadro zenginliğiyle sermaye bulan, aslında bilimi, ticari bir anlayışla sadece ve sadece kara tercih eden bilim bezirganlığına ve bezirganlarına karşıdır..."
İstanbul Üniversitesi’ni böylesine kızdıran neydi? Bu sorunun cevabını rektöründen dekanına, öğretim üyelerinden öğrencisine kadar çok sayıda İÜ’lü ile konuşarak bulmaya çalıştım.
Önce üniversite bahçesinde dolaşıp rasgele bulduğum öğrencilere sorular yönelttim. Sonuç: Sıkıntıları da, eksikleri de olsa üniversiteleriyle gurur duyuyorlardı. Sonra muhalif hocalarla da görüşüp, bugüne kadar tartışma yaratan can alıcı soruları rektör Alemdaroğlu’na yönelttim.
Neden bu kadar çok eleştiriliyordu? Neden Atatürk’ten de çok Atatürkçü, neden şimşekleri çeken rektör konumundaydı? Kabahat eleştirenlerde mi, yoksa kendisinde miydi?.. Bülent Tanör olayından ikna odlarına, bilim bezirganlığından hakkındaki suçlamalara kadar ne sorduysak cevapladı. Çok enteresan bilgiler verdi.
Atatürk’ten çok Atatürkçü mü?Alemdaoğlu’nun en yoğun eleştiri aldığı konulardan birisi de Atatürkçülük ve laiklik konusundaki aşırıya kaçan tavrı. İşte gerekçesi:
"Ben öğretmen çocuğuyum. Cumhuriyet’e sımsıkı sarılan öğretmenlerin elinde okudum. Atatürk devrimleriyle büyüdüm. İstanbul Üniversitesi de özel bir misyona sahip. TC’den önce de vardı, şimdi de var, her zaman var olacak. Cumhuriyet’e sahip çıkan onu yaşatan bir kurum. Savunduğumuz değerlerin ne kadar doğru olduğu ABD’de yaşanan terör felaketiyle de ortaya çıktı. Biz değil, asıl bizi bu konuda eleştirenler sorgulanmalıdır."
Kapatılan bölümlerAlemdaroğlu, kapatılan ve birleştirilen bölümler nedeniyle de sık sık medyanın gündemine geldi. Bilim düşmanı rektör diye manşetlere çıktı. Ona göre bütün bunlar yanlışa dur demenin yarattığı sancı:
"İktisat ve İşletme fakülteleri varken, Siyasal’ın içinde hiç hocası olmadığı halde yeni bölümler açılmış. Bizim yaptığımız bu suni oluşumu ortadan kaldırmak. Bilim Tarihi bölümünü de mezunlarının istihdam edileceği bir alan yok diye YÖK kapattı. Bilimsel üretkenliğe gelince: Uluslararası yayın sayısı 1977’de 200 iken 2000’de 700’e çıktı."
Neden üçüncü bir aday yok?Rektörlük seçimine bir ay kaldı. Ama Tıp eski dekanı Mesut Parlak dışında henüz aday yok. Baskı mı var? sorusunu "Ben de bu durumdan rahatsızım" diye yanıtladı:
"Daha bir ay var. Sanıyorum başka adaylar da çıkacaktır. Çıkmalıdır da. Demokrasinin, çoksesliliğin gereği bu. Hiç kimseye bir baskı söz konusu değil.
Alemdaroğlu, İslami kesimde eleştirilere neden olan ikna odaları konusunda ise olayın çarpıtıldığı görüşünde:
"Kayıt sırasında türbanla gelen öğrencilere önce üst sınıflardaki ablaları, türbanla derslere girmenin yasalara aykırı olduğunu anlattı. Çoğu ikna olup başını açtı. Açmayanlarla son bir kez de öğretim üyeleri konuştu. Amacımız yasalar karşısında öğrencilerimizin mağduriyetini önleyip, öğrenim hayatlarını devam ettirmekti. Çok azı dışında çoğunluğu ikna oldu. Bu yıl 9390 öğrenciden 208’i başörtülü gelmiş. 200’ü başlarını açıp kaydını yaptırmış. Açmayan sadece 8 kişi. Biz örf adet ve İslami geleneklere karşı değiliz. Ramazan ayında hem iftarda, hem de sahurda yemek çıkartıyoruz. 50 yıldır kapalı olan Süleymaniye kapısını açtık. Öğrenci namaz kılmaya gidecekse niye eziyet çeksin!.."
Rektön Alemdaroğlu, Bülent Tanör olayı hakkında enteresan bilgiler verdi. Örneğin Tanör’ün daha önce de iki kez üniversiteden ilişiği kesilmiş. İlki üniversite senatosunun kararıyla gerçekleşmiş ve bu senato kararıyla alınan ilk ve son olaymış... İkincisinin altında ise sıkıyönetim imzası varmış. Peki üçüncü kez istenilen karar ağır değil mi? TÜSİAD’a YÖK başkanı da rapor hazırladı, başka hocalar da. Neden bir başkası değil de Tanör Hoca sorusuna verdiği cevap şöyle:
"Bence de ağır ceza. Ama yasa böyle. Ayrıca Sayın Gürüz, hem üniversitesinden izin almış, hem de ücret almamış. Tanör de izin alsaydı ya da unutmuşsa soruşturma açıldığında döner sermaye payını yatırmış olsaydı. İş bu noktaya gelmezdi. Ama hoca, böyle yapacağına soruşturma açanları aşağıladı."