Sinan Aygün’ü daha önce sadece medyadan tanıyordum. Ama Bizim Mucitler Yarışması’ndaki jüri üyeliği nedeniyle son iki yıldır çok yakın teşriki mesaimiz oldu.
Bölge finalleri nedeniyle, Türkiye’nin dört bir tarafını gezdik. Birkaç saatliğine gelir, hiç uyku uyumadan tekrar yola koyulurdu. Gözaltına alınıp bir de tutuklanınca üzüldüm.
Hani ne varsa dilinde var denilir ya, işte öyle biri. Sempatik kişiliğiyle Ankara’da, Çankaya’dan Genelkurmay’a, medyadan Emniyet’e, bakanlıklardan ibadethanelere kadar girip çıkmadığı yer, görüşmediği kişi yoktu. ATO’ya gelip gitmeyen de yok gibiydi. Elbette en doğru kararı yargı verecektir. Bekleyip göreceğiz. Bu iki yıllık koşuşturma sırasında benim de kendisiyle ilgili izlenimlerim oldu. Hani kişiler en iyi seyahatte tanınır derler ya, işte öyle izlenimler:
Türkiye sevdalısı olduğu kesin. Hem de fazlasıyla. Kravatında, kol düğmesinde, saatinde, yakasında, çakmağında ya ay-yıldız vardı ya da Atatürk.
Müthiş yardımsever. Yardıma ihtiyacı olduğuna inandığı herkese yardım etti.
Sempatik. Herkesle rahatça diyalog kurabiliyor. Her defasında en çok alkış alan konuklarımızdan biri oldu.
Siyasete sıcak bakıyor. İktidar partisi de dahil tüm siyasilerle yakın temas içinde. AKP’nin kurucularından biri, CHP’den ya da MHP’den milletvekili veya DYP’nin genel başkanı olabilirdi. Ama hep uygun zamanı bekledi. Hapisten çıktığında siyasete girerse hiç şaşırmam.
Ekonomik gidişattan hiç memnun değildi. Özellikle de kredi kartları, dış borçlar ve özelleştirme konusunda çok hassastı.
Dini bütün. İçki içmez. Ama içene de karışmaz. Özellikle cuma namazlarını hiç kaçırmaz. Genelde ATO’da bakanlarla kılardı.
Lafını esirgemeyen biri. Eleştirirken dur durak bilmez.
Bırakın kurbağaları, devleri ürkütmekten çekinmez. Ne klasik anlamda bir işadamı ne de siyasetçi olabilir. İktidarı eleştirirsem işlerim bozulur, ABD’ye çatarsam başım ağrır, falancayla görüşürsem kim ne der gibi çekinceleri yoktu.
Hukuk, önyargılara, gözlemlere ve niyete değil, delillere bakar derdi. Yargıya çok güveniyordu. Eminim şu anda da “Ya siz ne diyorsunuz, bırakın yargıçlar işini yapsın” diyordur...
KPSS isyanı
Bir haftalık tatil süresinde e-mail bombardımanı olmuş. Çoğunluğu da KPSS’ye yönelik. Sınavın içeriğinden soruların dışarıya sızdırıldığında kadar çok büyük iddialar ve öfke var. Bir dokunun bin ah işitin. İşte bu mektuplardan sadece ikisi:
“2008 KPSS Eğitim Bilimleri mağdurlarından biriyim. Yaşamını bu sınava adayan arkadaşlarımın uğradığı haksızlığı içime sindiremiyorum. Eğer bu yılki sınavı incelediyseniz soruların geçen yıllardan ne kadar farklı olduğunu görmüşsünüzdür. Lütfen bu konuda bir şeyler yapın. Eğer hükümetin bu yıl yeni öğretmen almayıp önceki yıllarda aldığı sözleşmelileri kadrolu yapmak gibi bir amacı varsa en azından bu konuda bir açıklama yapılabilirdi. Bizler gecemizi gündüzümüze katıp sevdiklerimize bile vakit ayırmayıp onlarca kitap bitirdik. Oysa 28 Haziran’da karşımıza hiç duymadığımız, okumadığımız kavramlar çıktı. Çalışanlar da ancak çalışmayanlar kadar net çıkarabildi. Dolayısıyla hiçbirimiz önceki yıllarda alınan KPSS puanlarının yanına bile yaklaşamayacağız. Bu adaletsizliği kitle iletişim araçları neden dile getirmiyor? Neden “sayın” bakana bu konuda soru sorulmuyor? Günlerdir ağlıyoruz ve ne ÖSYM’den ne MEB’den en ufak bir ferahlatıcı açıklama geliyor. Nasıl bir ülke burası? Duyarlılık göstermenizi bekliyoruz.”
“KPSS’den önce bir arkadaşım beni arayıp iki soru söyledi (ara disiplin ve istasyon soruları), arkadaşıma da üniversitedeki hocası söylemiş. Hocaya da sözde kuruldaki hocalardan biri. Nitekim ben inanmadım ama sınavda görünce şok geçirdim. Bir arkadaşım daha var, sınavdan önce bana da soru söylediler diyen. Sizce dava açsak kazanabilir miyiz? Yoksa bizi çiğ çiğ yerler mi?”
Özetin özeti: Hemen her konuda kafalar karışık. Çoğu da iddianın ötesine geçmeyecek gibi. Düzeltmek de hepimize düşüyor...