Bileşik kaplar misali topumun bir kesimindeki huzursuzluk, diğer kesimleri de fazlasıyla etki altına alıyor. Örneğin öğretmenleri ele alalım. Onlar mutsuzken 15 milyon öğrencinin dolayısıyla da 20 milyon velinin mutlu olması beklenebilir mi?..
Bakkalların veresiyeyi kestiği kesimlerin başında öğretmenler geliyormuş. Çünkü ay başını zor getiriyorlar, çünkü aldıkları maaş ev kirasına, yol giderlerine, çoluk çocuğun masrafına yetmiyor. Hep gelecek ayların maaşı üzerine harcama planları yapıyorlardı ama artık o da kalmadı. Gelecek üç - beş ayın maaşı adeta bugünden haczedilmiş durumda.
Yeterince okuyamıyor, yeterince beslenemiyor, yeterince sosyal yaşamın içerisine giremiyorlar. Çünkü aldıkları üç kuruş maaş daha ellerine geçmeden uçup gidiyor.
Öğretmen sınıfa girdiğinde kafasında bin tane sorun var. İstese de, istemese de eğitim, öğrenciler, veliler, vatan, millet hemen her şey ikinci plana düşüyor. Her şeye rağmen direnen, acısını yüreğine gömüp, öğrencilerine daha yararlı olmak için çırpınanlar yok mu? Fazlasıyla var. Ama öylesine buruklar ki, ne kadar saklamaya çalışsalar da gözlerindeki hüznü, seslerindeki kırıklığı, tavırlarındaki küskünlüğü, kıyafetlerindeki eskimişliği bir çırpıda üzerlerinden silip atamıyorlar...
Öğretmenin mutlu olmadığı bir ortamda öğrencinin coşkulu olması o kadar zor ki! Tıpkı onlar gibi pili bitmeye ramak kalmış fener gibi bitkin ve moralsiz öğrencilerin evlerinde mutluluk rüzgarı estirmeleri de bir o kadar zor.
Hangi veliyle konuşsanız en önemli sorunu bu: Çocuğu mutsuz. Zengin fakir, köy kent hiç fark etmiyor. Öğrenciler de, tıpkı öğretmenleri gibi mutsuz, hem de çok mutsuzlar. Ama bu durumu ne sorgulayan var ne de dur diyecek olan...
Öğretmenler, Cumhuriyet'in ilk yıllarında o yoksul koşullarda bile bugünkünden çok daha mutluydular. Çünkü hak ettikleri ilgi ve alakayı görüyorlardı. Çünkü onları önemseyen birileri vardı.
Protokolde en ön sıralarda yer alıyorlardı. Esnafın kara listesinde değil en itibarlı müşterileri arasındaydılar.
Atatürk de ülkenin geleceğini politikacılara, bankacılara, sanayicilere değil onlara emanet etti. Çok iyi biliyordu ki onların yüzü gülmeden, onların gayretleri olmadan bu ülke kalkınamazdı...
Peki ne oldu da bugünlere gelindi?
Her şey çok açık! Atatürk'ten sonra gelen devlet adamlarının eğitime verdikleri önem, her geçen gün erozyona uğradı ve sonunda yok olup gitti.
Liderler, Öğretmenler Günü nedeniyle yarın yine birilerinin yazıp ellerine tutuşturdukları metinlerle birbirinden parlak nutuk atacaklar. Tıpkı önceki yıllarda olduğu gibi. Peki bir önceki yıldan bu yana öğretmenlerin sorunlarının çözümüne yönelik ne yaptılar? Koskocaman bir hiç!
Özetin özeti: Öğretmeni sevmek lafla olmaz. Geleceğin mimarlarına önem vermeyen bir ülke ne kalkınabilir ne de mutlu olabilir. Ama nedense bunu bir türlü anlayamıyoruz! Hala, lafla onları kandırabileceğimize inanıyoruz. Yazık, çok yazık. Onlar için için yarın en güzel armağan, bir tutam çiçek, sımsıcak bir öpücük ve gülümseyen bir yüzle birlikte bir maaş ikramiye olurdu!