Kamu malları kimindir? Hepimizin. Kimin içindir? Hepimiz için. Ama gelin görün ki, eline yetki geçiren kamunun mallarını babasının ya da kendi kurumunun malıymış gibi dilediğince kullanabiliyor.
İşte onun içindir ki, bakanlar kuş uçmaz kervan geçmez seçim bölgesine havaalanları yaptırabiliyor, milletvekilleri lisesi bile olmayan ilçelerine yüksekokullar açtırabiliyor, bürokratlar da kamunun olanakları bir mirasyedi hovardalığı ile har vurup harman savurabiliyorlar...
Kamunun kaynaklarını, kamunun mallarını kamu adına denetleyen bir kurum var mı? Saysanız elli tane çıkar. Ama bir tekinin dahi görevini doğru düzgün yaptığını söylemek çok zor. Çünkü sonuç ortada: Devletin malı deniz, yemeyen domuz misali hala tırtıklanmaya devam ediyor...
Sözü dönüp dolaştırıp yine eğitime getireceğiz. Çünkü eğitim sektörü, hele hele üniversiteler her şeyiyle Türkiye'nin tam bir aynası konumundalar.
İstanbul'da 18 tane üniversite var. Hemen hepsi de kamu malı sayılır. Çünkü o amaçla kurulmuşlardır. Ancak üç tanesini bir araya getirmek mümkün değil. Ellerinden gelse birbirlerinin gözünü oyacaklar. Hangisine sorsanız en iyisi kendileri. Hangisine sorsanız, diğerleri çağın gerisinde...
Oysa güçlerini, kaynaklarını, potansiyellerini, üretkenliklerini birleştirmeleri gerekiyor.
Ama ne yapıyorlar, birisi kamu kaynaklarını kullanarak çok pahalı bir yatırım yaptıysa, bir diğeri gidip ondan yararlanmak yerine daha pahalısını kendi üniversitesine kuruyor.
En son gelinen nokta ise işin artık iyice çığırından çıktığını gösteriyor:
Üniversitelerden birçoğu kütüphanelerinin kapılarını, diğer üniversite öğrencilerine ve araştırmacılara kapatmış durumdalar.
Güçlerini birleştirmek, hem gerçek ortamda, hem de sanal ortamda kapılarını sonuna kadar açmak varken, işi ticarete dönüştürmelerine bir anlam vermek gerçekten çok güç.
Öyle rektörler var ki tam bir tacir. Her şeye para gözüyle bakıyor. Bu yüzden de sadece kendi öğrenci ve emekli hocalarını değil, araştırma için başka üniversitelerden gelen öğrencileri de daha giriş kapısından itibaren soymaya başlıyor...
Okumanın, araştırmanın bu kadar az olduğu bir ülkede kütüphaneye gideni ödüllendirmek varken, böylesine cezalandırmanın kime ne yararı var! Oradan kazanılacak üç beş kuruşla mı üniversiteler kalkınacak?
Farklı üniversiteden gelen bir öğrenci ya da hocaya akademik hizmetin yanı sıra bir de kahve ısmarlansa fena mı olur? Ziyaretçinin gözünde bir anda o üniversite farklı bir imaja sahip olmaz mı? Ama neredeeeee.
Üniversitelerin çoğunda son ekonomik kriz nedeniyle yabancı süreli yayınların aboneliğinden vazgeçildi. Öğretim üyelerinin bu kaynaklara ve fiyatlara yüzlerce dolarlık kitaplara kendi olanaklarıyla ulaşmaları mümkün değil. Bu yüzden üniversite kütüphanelerinin ortak bir anlayış içinde hareket etmeleri gerekiyor.
Aslında Türkiye'nin en büyük eksikliği işte bu noktada. Tıpkı üniversitelerde olduğu gibi hemen her alanda güçlerimizi birleştirme yerine birbirimize karşı kullanıyoruz. Sonuç: Heba olan kaynaklar, bozulan moraller ve üretim yerine laf salatası!
Oysa her işi başarabilecek öylesine güçlü bir potansiyelimiz var ki! Ama biz bunu güzellikler için değil, zaten bozuk olan morallerimizi daha da bozmak için harcıyoruz...