YÖK Başkanı, AA’ya uzunca bir demeç vermiş. Okudukça, eğitim, bilim, gençler kime emanet diye içim karardı. Aynı duyguya, üç gün önce, MEB Müsteşarı’nı dinlerken kapılmıştım. Her şeyin o kadar uzağındalar ki! Niye bu koltuklara oturtuldular? Aynı siyasi görüşten, daha donanımlıları yok muydu?
Siyaset ile bürokrasi birbirinden çok farklı. Bakanlık koltuğuna istediğinizi oturtabilirsiniz. Ama, YÖK Başkanlığı ve müsteşarlık gibi devletin en üst makamlarına sıradan atamalar yapamazsınız. Yoksa sistem çöker. Devletin devamlılığı sekteye uğrar.
Böylesi eleştirilerde, hemen dün-bugün kıyaslaması yapılıyor. Sanki dün yapılmıyor muydu deniliyor. Dün yapılan yanlışların bugün için mazeret olamayacağını artık görmemiz gerekiyor...
YÖK’ün görevi ne?
Özcan, üniversite önünde 1.2 milyon “çocuk” varken, kontenjanları artırmamak olmaz diyor ve ekliyor: Kontenjanlar yüzde 25 artacak. Nasıl? Bir formül geliştirmişler. Öğretim üyesi arttıkça kontenjan da artacakmış. Dahası bir fakülte 5 yıl önce 100 öğrenci alırken, şimdi bunu 50’ye indirdiyse, “Demek kapasitesi 100 öğrenci almaya uygun” denilerek tekrar 100’e çıkarılacakmış. Neden? Benim görevim bu diyor.
Başkan, YÖK Kanunu’nu yeniden okumalı. Bu, YÖK’ün onlarca görevinden sadece birisi. Oldu olacak, adayların tümünü üniversiteye alsın. Böylece görevini çok daha iyi yerine getirmiş olur!
YÖK Başkanı’na, her iki üniversite mezunundan birinin işsiz olduğunu, bazı alanlarda yetişmiş eleman sayısının önümüzdeki 30 yıl yetebileceğini, DPT ile en azından önümüzdeki 10 yılın istihdam projeksiyonunu yapmadan, yani hangi sektörlerin gelişeceğini bilmeden, ihtiyaç duyulan alanlara değil de topyekûn bir kontenjan artırımının, diplomalı işsiz sayısını artırmanın ötesine geçemeyeceğini ve kaynak israfı yaratacağını birileri mutlaka anlatmalı.
Şu anda Türkiye’nin en önemli sorunu işsizlik. Bu göz önünde bulundurulmadan atılacak her adım, sadece işbilmezlik değil, kaynakları, hayalleri ve geleceği de heba etmektir.
Çocuk aşağı, çocuk yukarı
Özcan’ın literatüründe anlaşılan o ki, genç kavramı yok. Söyleşi çocuklar diye başlamış, çocuklar diye bitmiş. Oysa gençler kendilerine çocuk denmesine çok kızıyor. Tıpkı profesörlerin kendilerine öğretmen denilmesi gibi.
Pedagojik ve akademik kavramların doğru yerde, doğru şekilde kullanılması işin ciddiyetini artırır. İşte YÖK Başkanı’ndan bazı inciler:
- Eskilerinki gibi yapmadık. Evvelkiler nasıl yapıyormuş? ‘Teker teker bunu artıralım...’ Biz de öyle değil, bir tane formül geliştirdik. Öğretim üyesi sayısındaki değişikliği baz aldık. Kontenjanlar o bazda artacaksa artıyor. Bundan sonra biz burada olmasak da üniversiteler bizim formülümüzü kullanarak kendileri ne kadar isteyeceklerini bulabilecekler, yani o kadar şeffaf bir şey bu.
- Geçen sene 189 bin öğrenci istemiş bütün üniversiteler, bu sene 182 bine indirmişler. 7 bin azalmış. Yani dışarda 1,2 milyon çocuk beklerken, bizim üniversitelerimiz maalesef 7 bin daha kontenjan azaltması yapmış. (Neden acaba?) Şimdi onu bayağı artıracağız, bu formüle göre.
- Benden 4 yıl içinde istenecek şey bu üç tane şey: Çocukları yerleştir, yeteri kadar öğretim üyesi bul, kaliteyi yükselt. Bu 3’ünü yapabilirsem, 4 yıl sonra gönül rahatlığıyla evime gidebilirim.
- Sayısal artış kalitede düşmeye neden olur. O doğrudur ama 3-4 yıl içinde bizim 1,2 milyon çocuğu eritmemiz lazım. Zaten büyük bir kısmını mesleki ve teknik okullara aktarmaya çalışacağız. (Onlar da işsiz) Diğer bir önemli işimiz de mesleki ve teknik eğitimi adam etmek
- “Dershane niye kalkmıyor diye?” bize de soruyorlar. Sen herkese üniversitede yer bulursan hiç kimse dershaneye gitmez. Niye gitsinler ki? Onun için uğraşmayın dershanenin kaldırılmasıyla.
Özetin özeti: YÖK Başkanı’nın bu formülünün üniversiteleri kızdıracağı kesin. Gençler de artık diplomanın bir işe yaramadığının farkında. O halde yapılacak olan, ihtiyaç duyulan alanlara yönelik yeni bölümlerin açılması ve istihdamın artırılmasıdır. Gerisi umut tacirliğinin ötesine geçemez!..