Yüz binlerce genç, üniversite hayalini gerçekleştirmek için bugün ÖSS’ye giriyor. Yüzlerce rektör adayı ve on binlerce öğretim üyesi de üniversitelerin yeni patronlarını seçmek için önümüzdeki hafta sandığa gidecek. Seçimlerle ilgili ortada pek çok şaibe dolaşıyor. Adaylar hakkında olmadık iddialar ortaya atılıyor. Belki bir kısmı doğru ama niye şimdi?
Üniversitelerdeki seçimler ile varoşlardaki seçimler birbirinden farklı mı? Milletvekili seçimi ile rektörlük seçimi arasında paralellikler var mı? En önemlisi de okumuş seçmenlerin demokrasiye bakış açısı, diğerlerinden daha önde mi yoksa fersah fersah daha geride mi?
Üniversitelerdeki seçim kulislerini izlediğinizde öylesine çarpıcı tablolarla karşılaşıyorsunuz ki, bu kadarı da olmaz diye şaşıp kalıyorsunuz. Askerdeyken yaşamıştık. Üniversite mezunları, mastır ve doktoralılar bazen öyle farklı davranışlar gösteriyorlar ki anlamak mümkün değil. İşte bu yüzden eğitim durumu, sosyal konumu, kullandıkları oy ne için olursa olsun seçmen seçmendir. Vaatler her zaman işe yarıyor. Yandaşlık gözlerini karartıyor. Kuruma, ülkeye, oturduğu koltuğa ne kazandıracağına değil, kendisine ne sağlayacağına bakıyor.
Kriter şart
Bu durum herkes için aynı mı? Elbette hayır. Ama üniversitelerdeki seçmen profiliyle, genel seçimlerdeki seçmen profili arasında ciddi paralellikler var. Aksini savunanlara, üniversitelerdeki son seçimlere bir göz atmalarını öneririm...
Yeterli donanıma sahip olmayan birisi nasıl Genelkurmay, Yargıtay ve Merkez Bankası Başkanı olamıyorsa, rektör de olamamalı. Gelişmiş ülkelerde bu böyle. Rektör olabilmek için aranan asgari şartlar her yerde aynı.
Örneğin, mutlaka bir yöneticilik deneyimi, ekonomi bilgisi, bilimsel donanımı, ilgili üniversitede çalışıyor olması ve vizyoner kişiliği olmazsa olmazlar arasında. Ama bir de seçime katılanlara bakın! İçlerinde öyle isimler var ki, tek bilimsel yayını yok, bir günlük yöneticiliği bulunmuyor, rektörü olmak istediği üniversitede bir yıl bile çalışmamış...
Öğretim üyeleri, demokrasinin ağır yaralar aldığı şu günlerde, bak işte seçim böyle olur, yönetici böyle seçilir diye örnek bir tutum sergileyebilseler ne güzel olur.
Öyle rektörler var ki, birinci dönemlerinde tek çivi bile çakmadılar. Üniversitelerini bir adım bile ileriye götürmediler. Ama yine adaylar. Yine öyle rektörler var ki, tek işi ikinci dönemi garanti altına almak için kadrolaşma ve mavi boncuk dağıtma oldu. Hocalara belki bireysel avantajlar sağlayabilirler ama ya üniversiteye, bilime ve öğrencilere?..
Görevini hakkıyla yapan, büyük yatırımlara imza atan, demokratik değerleri ve Atatürk ilkelerini koruma pahasına hedef haline gelen, hizmetlerinin devamı için ikinci dönemi fazlasıyla hak eden rektörler de yok mu? Elbette var. İşte onları da harcamamak gerekir.
Üniversite öğretim üyeleri sandık başına gittiğinde, biz sıradan seçmenlerden farklı olmalılar. Onlar bu ülkenin mimarı. Onların oylarıyla üniversiteye ve yetiştirdikleri öğrencilere verecekleri şekil, sadece kendilerini değil hepimizi ilgilendiriyor. Çoğunluk bunun bilincinde ama bazen bireysel öncelikler ve öfke, aklın önüne geçebiliyor. En azından bu kez öyle olmasın.
YÖK ve Çankaya
Rektörlük seçiminin en önemli ayaklarından birisi de YÖK ve Çankaya. Üniversitelerin tercihine saygı duymayıp veto yoluna gittiklerinde, mutlaka bunun gerekçelerini açıklamalılar. Eğer içlerinde rektör olmayı hak etmeyenler varsa seçime hiç katılmasınlar.
Seçimi kazandıktan sonra, açıklanmayan gerekçelerle, liste dışı bırakılırsa, tıpkı daha önceki dönemlerde olduğu gibi sıkıntı ve güven erozyonu yaratılmış olur.
Türban tartışmaları, YÖK’teki yeni yapılanma, iktidar-üniversite gerginliği, maaşların yetersizliği ve aşırı kontenjan artışı nedeniyle, üniversitelerin zaten yeterince sıkıntısı var. Ona şimdi bir de yenileri eklenmesin.
Özetin özeti: Üniversitelerin gerginliğe değil, huzura ve vizyoner yöneticilere ihtiyacı var. Bakalım öğretim üyesi, YÖK’ü ve Çankaya’sı ile bunu başarabilecek miyiz!..