YÖK garip bir kurum. Kim başkanlık koltuğuna otursa, bir öncekini aratıyor. İlk başkan Doğramacı’ydı. 12 Eylül’ün en güçlü isimlerinden biriydi. İstediği gibi bir YÖK yasası çıkardı. Üniversiteleri tek tip hale getirdi. İstediğini rektör yaptı, istediği yere üniversite açtı. Herhalde bugüne kadar hiçbir teknokrat onun kadar eleştiri almamıştır. Ama gittiğine fazla sevinilemedi. Çünkü, yeni başkan Mehmet Sağlam’ın yaptıkları görüldükçe, daha yakından tanındıkça, Doğramacı aranmaya başlandı. En azından onun karizması, vizyonu, birikimi vardı denildi.
Sağlam da bir süre oturduğu koltuğun cazibesine kapılarak astığı astık, kestiği kestik bir başkan oldu. Rektörleri makam masasına ayak ayak üstüne atarak karşıladı. Gittiğinde oh be denildi. Ta ki Gürüz fırtınası esinceye kadar. Gürüz’ün katılığı, dediğim dedikçiliği, farklı görüşlere yaşam hakkı tanımaması, Sağlam ile kıyaslanmasını hatta zaman zaman aranmasını beraberinde getirdi.
Gürüz için gitsin diye tempo tutanların bu tepkisi ise Teziç’in başkanlık koltuğunu, kral koltuğuyla karıştırması yüzünden tam tersine döndü. Gürüz, neredesin, kurtar bizi diyenlerin sayısı her geçen gün arttı. Teziç’ten kurtulma sevinci yaşayanların bu keyfi de uzun sürmedi. Yusuf Ziya Özcan’ı görenlerin, yaptıklarını duyanların, öngörülerini dinleyenlerin şaşkınlığı, Teziç’i bile arattı. O hiç olmazsa bilmediği konularda “Ahkâm kesmiyordu. Uzman görüşüne önem veriyordu” noktasına gelindi.
Yeni YÖK Başkanı ile henüz tanışmadık. O koltuğa oturuncaya kadar da ismini hiç duymadım. Gerçi çalıştığı üniversitede de kendi bölümünün dışında tanıyan yok gibiydi. Ama tanıyan herkesin olumlu görüş bildirdiği bir isimdi. Kendisiyle ilgili olarak yazdığım ilk yazılar da hep bu yönde oldu. Ama konuşmalarını, başkalarının onun hakkında konuştuklarını duydukça kafamdaki imajı değişmeye başladı. Hele hele kontenjanların artırılmasına ve ÖSS’nin değiştirilmesine yönelik reform paketlerini görünce, aklım iyice karıştı.
Hâlâ çok iyi biri olduğundan, gençleri çok sevdiğinden, bir şeyler yapma konusunda samimi olduğundan zerre kadar şüphem yok. Ama işbilirliği konusunda geldiği son nokta, tam bir hayal kırıklığı.
YÖK Başkanı Özcan’ın önerdiği üniversiteye giriş sistemini dışardan biri dile getirebilir. Ama YÖK Başkanlığı koltuğunda oturan biri, önce uygulanabilirliğine bakmalıdır. Yoksa kafa karıştırmanın ötesine geçemez. Özellikle ÖSS’ye haftalar kala.
ÖSS kalkar mı?
Başkan’ın önerilerine MEB ne diyecek, merak ediyorum. Onlar yıllarca okul içi başarıyı artırıp öğrencileri dershaneye bağımlı olmaktan kurtarmaya çalışırken, YÖK şimdi bunun tam tersini öneriyor. Öğrencileri dershanelere daha bağımlı hale getiriyor.
Başkan’ın önerdiği sistem, bu yıl sınava girecek adayları etkiler mi? ÖSYM’nin verdiği cevap, kesinlikle hayır şeklinde. Öneriler oldubittiye getirilip kabul edilse dahi uygulanması 2010’dan önce olmaz.
YÖK Başkanı, keşke bu önerilerini kamuoyuyla paylaşmadan önce, üniversite rektörleri ve ÖSYM ile de görüşseydi. En azından onlar olurunu olmazını söyler ve hata yapmasını önlerdi. Ama daha önceki başkanlar gibi o da her şeyin en iyisini kendisi biliyor!
ÖSS’de İngiliz modeli denilen sınavın 500 bini aşan durumlarda uygulanması çok zor. 1.5-2 milyon aday için çoktan seçmeli sınavların ötesinde bir yol olsaydı zaten yapılırdı. Ha Başkan bundan böyle herkes ÖSS’ye giremeyecek, kısıtlama getiriyoruz derse o başka bir konu. O da mahkemeden döner. Dahası, liselerdeki alan seçimini, yani yönlendirmeyi ve ortaöğretim başarı puanını göz ardı ederek bir sistem oturtması da mümkün değil...
Bizim Mucitler
Bizim Mucitlerin Karadeniz elemesi, bu gece Samsun 19 Mayıs Üniversitesi’nde gerçekleşecek. Saat geç de olsa Karadeniz insanının yaratıcılığına şapka çıkarmak için izlenmeye değer.
Özetin özeti: ÖSS kesinlikle değişmeli. Tıpkı YÖK gibi. Ama bakın YÖK ille yok olsun diyenler şimdi dört elle ona sarıldı. Umarız ÖSS konusunda da aynı süreç yaşanmaz...