Oya Başar, 25 yıl sonra tiyatro sahnesine bir döndü, pir döndü... Başar’ın Begüm Birgören’le birlikte ‘Plastik Aşklar’ adlı oyunla tiyatroya yeniden “Merhaba” diyeceğini ilk yazarken merak etmiştim nasıl bir komedi olacağını...
‘Plastik Aşklar’ın İstanbul prömiyerinin Kadıköy’deki Baba Sahne’de olacağını öğrenince yerimi ayırttım.
Şevket Çoruh’un dizi ve filmlerden kazandığını yatırdığı Baba Sahne’ye de bu vesileyle ayak basmış oldum. Klasik tiyatro ruhuna uygun çok şık ama bir o kadar da sıkışık bir tiyatro...
Oyunun Baba Sahne’deki ilk gösterimini izlemeye gelenler arasında birçok ünlü vardı. Ali Cüneyt Kılcıoğlu’nun yazdığı, Orçun Ucal’ın yönettiği, Performance Of Anatolia-Latif Koru’nun yapımcılığını üstlendiği proje, orta yaşlı bir adamın boşandığı yaşıtı eşi Alev’le genç sevgilisi Sezen arasında geçen şahane bir
komedi.
‘Plastik Aşklar’, gönül verdikleri erkek gibi kaderleri de aynı iki kadın arasındaki kuşak farkı üzerine sörf
Haldun Dormen’le Göksel Kortay’ın yazıp, Kortay’ın yönettiği ‘Amiral Battı Kaçıyorusss’u MKM Attila İlhan Sahnesi’nde izledim.
Oyun, Sovyetler Birliği dağılmadan Rus balet Rudolf Nureyev’in gösteri için gittikleri ülkeye iltica etmesinden esinlenilerek yazılan bir komedi.
Gösteriden önce yapılan, “Oyunumuzda gerçek hikayeden yola çıkılmış, sonra yoldan sapılmıştır” anonsu, seyirciyi nasıl bir projenin beklediğinin habercisi gibiydi.
İki perdelik oyun, 1980’lerin Ankara’sında geçiyor. Ankara’ya gösteri için gelen ünlü Rus dansçı Rudiyef’in (Oliver Spence) SSCB Büyükelçiliği’ndeki davetten sonra emekli amiral Kemal Ertürk’ün (Hakan Eratik) balerin kızı Sevda’nın (Çiğdem Batur) yardımıyla kaçıyor. Sevda, babasına ait otomobilin bagajına sakladığı Rus dansçıyı eve getiriyor. Amiralin müstakbel damadı Caner (Kadir Doğulu), Kemal Ertürk’ün kızı Ebru (Yeliz Şar), bahçıvan, polis müfettişi ve içişlerinden bir memur da
Kurumlar ve kişileri itibarsızlaştırdıkça itibar kazanacağını sanan, parçası oldukları halkı küçümsedikçe büyüdüklerini sananlar var aramızda. Kıt akılları sadece kötülüğe çalışan bu kitlenin mesai yeri sosyal medya…
CNN Türk’te moderatörlüğünü yaptığı canlı yayını, rahatsızlanıp yarıda bırakmak zorunda kalan Hande Fırat hakkında sosyal medyada yazılanları okudunuz mu?
O komplo senaryolarını yazanlara IQ testi yapılsa, çok merak ediyorum nasıl bir sonuç çıkar karşımıza?
Bu güruhun, sosyal medyada estirdikleri kötülük ve yalan rüzgârına kendileri gibi olanların da katılması doğal. Bu “yalan rüzgârına kartvizitinde “bilim insanı” yazanların da katılıp, “Tam zamanı” diye harman yapmasına ne demeli?
CNN Türk, “Termik santrallere filtre takılmasının ertelenmesi”yle ilgili bir haber yaptı. Haberin sadece grafikli maliyet kısmını alıp, sosyal medyada algı operasyonu yapanlar kısa vadede amacına ulaştı.
Haberin devamındaki, “İnsan sağlığı mı, ekonomi mi? Maksimum
Cuma günü vizyona giren ‘Charlie’nin Melekleri’ (Charlie’s Angels), yıllarca yabancı film ve dizilerde Türkiye’nin üçüncü sınıf Orta Doğu ülkesi, Türkler’in çarşaflı, fesli, terörist ve uyuşturucu satıcısı gibi kötü gösterilmesinden sıkılanlara, “Oh be, nihayet!” dedirtti.
Elizabeth Banks, Kristen Stewart, Naomi Scott ve Ella Balinska’nın başrollerini paylaştığı ‘Charlie’nin Melekleri’, izleyene “Vuaav!” dedirten bir yapım olmayabilir, ama İstanbul’un hakkını teslim eden bir film. Hollywood’dan nihayet biri çıktı ve İstanbul’u olduğu gibi beyazperdeye taşıdı... Projede şehri adeta başrole çıkaran yapımın senaristi, yönetmeni ve başrol oyuncusu Banks yaptı bunu... Filmde İstanbul’u ‘dünyanın kavşak noktası’ olarak tanıtan ve şehri olduğu gibi beyazperdeye taşıyan sanatçıya helal olsun.
Filmin İstanbul çekimleri Eminönü Çakmakçılar Yokuşu, Kapalıçarşı, Sultanahmet ve Veliefendi Hipodromu’nda yapıldı.
Netflix Türkiye, dijital platformun iddialı yeni projesi ‘The Irishman’ filmi için Kanyon Cinemaximum’da özel bir gösterim düzenledi.
Kanyon Cinemaximum’da çok film galası ve özel gösterime gittim. Netflix’in sinemalarda vizyona girmeyip, sadece dijital platformda yayınlanacak bir filmin özel gösterimine bayağı masraf yapıp özen gösterdiğinin altını çizeyim.
Büyükdere Caddesi’nden AVM girişine kadar başrol
oyuncularının adları yazılı kırmızı halıda yürüyen davetliler, içeriyi girince 1960’lı 70’li yılların Amerika’sıyla karşılaştı. O yılların Amerika’sını yansıtan dekor, şarkılarını çalıp söyleyen orkestra, davetlilere dağıtılan ve kamyoncular sendikasının lideri Jimmy Hoffa’nın kayboluşuna dair haberlerle dolu dört sayfalık tabloid ‘The Irishman Dally’ gazetesi, Netflix’in filme verdiği önemin göstergesiydi.
3.5 saatlik başyapıt
Çünkü Martin Scorsese’nin yönettiği ‘The Irishman’ filminin başrol oyuncuları Hollywood’un en
Kanal D’de altı sezon yayınlanan ‘Bana Her Şey Yakışır’ adlı moda yarışması, birçok ülkeye satıldı. Program Türkiye’de bitti, ama Almanya’nın VOX ve Fransa’nın M6’nın gündüz kuşaklarına damga vurmaya devam ediyor. Yapımı dünyada birçok televizyon kanalına sattıklarını vurgulayan Global
Agency CEO’su İzzet Pinto, formatın Fransa ve Almanya’daki başarısını şöyle anlattı: “Fransa M6’da bin 250 bölümü geride bıraktı yarışma. Fransız televizyonunun ‘Les Reines du Shopping’ adıyla ekrana getirdiği projenin yapımcısına bölüm başına ödediği para 75 bin euro. Yarışma, Almanya VOX televizyonunda ‘Shopping Quin’ adıyla bin 500 bölümdür yayında. Fransız ve Alman televizyonları bizdeki gibi yarışmayı haftanın beş günü ekrana getiriyor. Rüyhan Duralı’nın formatı iki ülkede de iyi reyting aldığı için devam ediyor.”
Fransız ve Alman televizyonlarının ‘Bana Her Şey Yakışır’ için bölüm başına ne kadar format hakkı ödediklerini de öğrendim. Pinto,
Kadına şiddet; sadece bizde değil, dünyanın birçok ülkesinin üstesinden gelemediği kronik sorunlardan biri… Yapılan onca kampanyalara rağmen azalmıyor, aksine artıyor, bu insanlık suçunu işleyenlerin sayısı…
Günde ortalama 1.2 kadının erkek şiddetiyle öldürüldüğü Türkiye’de futbol kulüplerinden sadece Fenerbahçe, bu konuyu gündemine alıp, “HeForShe” kampanyasını başlattı.
Cumartesi akşamı İtalya Serie A’da Milan-Napoli maçını izlerken dikkatimi çekti, geçen yıl olduğu gibi bu kez yine futbolcuların yüzünde kırmızı ruj şeridi vardı. Bir İtalyan firmasının “unrossoalaviolenza” (Şiddete kırmızı kart) etiketiyle başlatıp Juventus Napoli maçında sahaya çıkan futbolcuların aile içi şiddete dikkat çekmek için yanaklarına kırmızı ruj sürmeleriyle başlayan kampanyaya bu kez Milan ve Juventuslu futbolcular destek oldu.
20. Uluslararası Antalya Piyano Festivali sayesinde piyano sanatçımız İdil Biret’i ilk kez canlı dinleme şansı buldum, hem de 78’inci yaş gününde... Konserin yapıldığı Antalya Kültür Merkezi Aspendos Salonu tıklım tıklımdı. 55 kişiden oluşan Antalya Senfoni Orkestrası, şef Oğuzhan Kavruk yönetiminde Ravel’in ‘Bolero’sunu icra ettikten sonra sahneye çıkan Biret, piyanonun başına geçip, F. Liszt’in ‘1. Piyano Konçertosu’nu çaldı. Eseri icra ettikten sonra sahneden inen Biret’i Antalyalı müzikseverler, alkışlar eşliğinde altı kez sahneye döndürdü. İkisinde selam vermekle yetinen sanatçı, dört kez bis yaptı. Antalya Büyükşehir Belediyesi yetkilileri,
21 Kasım’da 78 yaşına giren Biret’e sahnede doğum günü sürprizi yaptı. Konserden sonra kuliste sanatçıya doğum günü hediyesi veren Antalyalılar, çıkışta kuyruğa girip, Biret’e, kitap ve CD’lerini imzalattı.
‘CHARLIE’NİN MELEKLERİ ’VE ‘ETOILE’DEKİ İSTANBUL
27 Kasım Çarşamba günü