İnsanları verdikleri oy, izledikleri programlar nedeniyle aşağılayanlardan geçilmiyor şu günlerde sosyal medya.
Demokrasiyi; katılmadığın karşı fikre saygı duymak değil, tercihleri nedeniyle insanları aşağılama özgürlüğü sanıyorlar.
Sandıktan istediğimiz sonuç çıkınca “Milli irade”, istemediğimiz sonuç çıkınca hep aynı şarkı, aynı nakarat:
“Aziz Nesin boşuna dememiş ‘Türk halkının yüzde 60’ı aptaldır’ diye.”
İzledikleri dizi veya programlar tutmayınca da kabahati insanlarda buluyorlar:
“Halk cahil işte, anlamıyor kaliteli işten.”
Urfa’da Oxford vardı da okumadı mı İbo?
Olsa okuyacaktı. Yoktu, okuyamadı.
15 günlük Uzakdoğu seyahatimiz bugün itibarıyla bitti. Çin’deki son gecemiz bir hayli renkli geçti. Çünkü iki ayrı etkinlik vardı kaldığımız Shenzhen şehrinde.
Etkinliklerden biri 27’nci Miss Model Of The World yarışmasının finaliydi. Yarışma için Windows of The World’e gittiğimizde yüzleri maskeli, boyalı binlerce insanı görünce sebebini sordum. Meğer Cadılar Bayramı’ymış!
Çinlilerin Eyfel Kulesi bile yaptıkları eğlence alanı Cadılar Bayramı’nı kutlamaya gelenlerle tıklım tıklımdı. Aralarında dolaşıp, maske ve boyalı ilginç Çinlilerin fotoğraflarını çekeyim dedim, o da ne? Çinliler benimle fotoğraf çektirmeye başladı. Üstelik bir kısmı anında fotoğrafımızı Çin’in Facebook’u weibo.com ve kaixin001.com’da paylaştı.
Bu arada Çin’in kendine özgü sosyal medyaları hakkında biraz bilgi vereyim. 10 yıldır Çin’de yaşayan ve ana dili gibi Çince konuşan Mehmet Akaryıldız’dan aldığım bilgiler şöyle:
Facebook’u yasaklayan Çin, onun yerine weibo.com’u kurdu, ardından kaixin.com hizmete girdi. Sonradan kurulan sosyal paylaşım sitesi ilkine oranla gençler arasında çok yaygın. Sosyal medya var ama düşünce açıklamak, sistemi, yöneticileri eleştirmek yasak!
Youtube’u yasaklayan
Singapur, Hong Kong ve Çin’i kapsayan 15 günlük Uzakdoğu seyahat programımız içinde Makau (Macau) yoktu. İki nedenle Makau’yu da kattık araya... Çinliler kumara düşkün, ama ülkede kumar yasak. Kumar hastası Çinlilerin ilacı Makau’da.
Önce 400 yıllık Portekiz esaretinden, 1999 yılında da Çin’den kurtulup özerk olan Makau, çoktan başta Çin olmak üzere Uzakdoğu’nun Las Vegas’ı oldu.
2012 yılındaki yüzde 28 büyümeyle dünya rekoru kırmış Makau’nun casino sayısı Las Vegas’ın üçte biri kadar bile değil. Ama Makau’nun şimdiden yıllık kumar hasılatında birkaç kez Las Vegas’ı solladığını belirtmekte yarar var.
Toplam yüz ölçümü 23.8 kilometrekarelik beş köprüyle birbirine bağlanan Tayp ve Koloane adlı iki adacık bahsettiğimiz ülke!
O yüzden Çinlilerin kumar cennetindeki yaşamını gözlemleyip yazmak ve Çin’de mahrum olduğumuz sosyal medya özgürlüğünü tatmak için programımıza kattık burayı.
Schenzhen’de kaldığımız otelin önünde bindiğimiz metrodan iki durak sonra inip, Shekou Port’a giden metroya bindik. Bir saatlik yolculuğunun ardından, biletlerimizi aldık. Çin polisinin pasaport kontrolünün ardından bindiğimiz feribot, bir saat sonra Makau’daydı. Lefkoşa’ya gidenler bilir. Her
Düne kadar sosyal medya diye bir şey yoktu hayatımızda, ama bugün var…
Hem de öylesine sarmalına aldı ki bizi, değil bir gün, birkaç saat girmeden yapamaz olduk.
Takip ettiklerimizin neler yaptığını, yazdığını, ülkemizde ve dünyada neler olup bittiğini sosyal medya aracılığıyla öğrenmeden yapamaz duruma geldik.
Bu bağımlılık iyi mi, kötü mü ayrı bir konu, ancak vak’a bu!
Zaman zaman kesilme tehditi altında olsa da Facebook’un en yaygın olduğu, Twitter ve Instagram’ın kendi çapında gündem oluşturduğu Türkiye’den gelmiş biri olarak sosyal medyanın olmadığı Çin’de hayat bize göre zor.
İnternet var, ama Google yasak. O yüzden Çin’den birçok siteye erişim olanaksız. Sadece sosyal medyaya değil, gmail adresime bile giremedim Çin’de.
Bambaşka bir dünya
Baktık olacak gibi değil, bir gün de olsa sosyal medya özgürlüğünü tatmak için seyahat arkadaşım Barbaros’la (Yüksel), kaçtık Çin’in özerk bölgesi Makau’ya. Orada geçirdiğimiz 24 saat, ilaç gibi geldi bize valla! Hapisten izne çıkmış mahkumlar gibiydik.
Singapur, Hong Kong’dan sonra 15 günlük Uzakdoğu turumuzun üçüncü durağı Çin’deyiz. Yazılacak çok şey var buralara dair. Öncelikle işin “tamamen duygusal” yanını ve buraların elektronik cenneti olup olmadığına ilişkin kanaatimi paylaşmak isterim.
Bu ülkelerde yaşayanlara göre durum ne bilemem ama Singapur ve Hong Kong’un bizim paramızla mukayese ettiğimizde bir hayli pahalı olduğunu belirtmeliyim. İstanbul’da semtine ve kalitesine göre kilosu 4 ile 6 TL arasında değişen yeşil elmanın bir tanesine Singapur’da ödediğim para 5 TL, Hong Kong’da ise 4 TL civarındaydı.
Sokaklarda tezgâh kuranlardan değil de restoranlardan yemek yediğinizde de durum aynı Singapur ile Hong Kong’da. Dünyanın ünlü fast food zincirlerinin bu ülkelerdeki fiyatları bile bizdekilere oranla bayağı yüksek.
Gelelim birçok insanın merak ettiği elektronik eşyaların fiyatlarına.
Birçok ürünün fiyatını verip kafa karışıklığı yaratmak yerine, sağlıklı bir mukayese için Türkiye’ye yeni gelen iPhone 6s’in üç ülkedeki satış fiyatlarıyla bizdekileri karşılaştırmak daha doğru geldi bana. “Niye bu marka da diğerleri değil?” diyenler olabilir. Birincisi çok yeni bir ürün ve şu sıralar çok revaçta. İkincisi
Son günlerde Türklere dair peş peşe açıklanan istatistikler ilginç.
Üstelik bu verilerden ikisi bilimsel çalışmaların ürünü.
Türk Nefroloji Derneği Başkanı Prof. Dr. Turgay Arınsoy, açıklamış:
“Her 100 kişiden 33’ünde hipertansiyon, 33’ünde obezite, 14’ünde şeker, 15’inde böbrek yetmezliği var. Son 10 yılda böbrek yetmezliği olan hasta sayısı 2.5 kat arttı.”
Her 100 Türk’ten 95’inin kronik bir rahatsızlığının olması, “Turp gibi” diyebileceğimiz Türk sayısının sadece yüzde 5 olması korkunç bir şey değil mi?
Sorun sadece bu da değil!
Başka bir kronik hastalığı da var Türklerin...
Cinsel Sağlık Enstitüsü Derneği’nin (CİSED) açıkladığı son verilere bakar mısınız?
Uzakdoğu turuna başlayalı bir hafta oldu. Memleketten bu kadar uzak kalınca milliyetçiliğim tuttu galiba. Uzakdoğu’da Türke ve Türkiye’ye dair bir şey gördükçe ve duydukça acayip mutlu oluyorum valla.
Neler mi onlar?
Örneğin bugüne kadar adını hiç duymadığım Türk markalarının Uzakdoğu ülkelerindeki süpermarketlerin raflarında ürünlerinin olması, televizyon kanallarındaki Türkiye turu reklamları…
Tai Hava Yolları’nın film repertuvarında Russel Crowe’un Yılmaz Erdoğan ve Cem Yılmaz’ı oynattığı ‘The Water Diviner’ filmi görünce duyduğum mutluluğun kat be katını Emirates’te yaşadım. Çünkü Emirates’in müşterilerine sunduğu müzik seçenekleri arasında Türkçe de mevcut. Yunan müziği seçeneğinde sadece bir şarkıcının albümü bulunurken Türkçe repertuvar şu 10 albüm var:
Ozan Doğulu, Yasin Keleş, Mehmet Erdem, Emre Aydın, Tarkan, Oğuzhan Koç, Muhteşem Yüzyıl Vol. 2, Sıla, Rafet El Roman ve Aslı Güngör.
Singapur’a gidince mutlaka görülmesi gereken üç yerin planını yapmıştık günler öncesinden. Singapur’daki Hindistan ve Çin mahallelerini dolaşmak Barbaros’un fikriydi. Kısa sürede buranın simge binalarından biri haline gelen Hotel Marina Bay Sands, oğlum Yağız’ın önerisiydi.
Singapur’un merkezindeki en meşhur caddelerden Orchard’ın paralelinde dört yıldızlı Chancellorf Hotel’de konakladık. Otelin bir yıldız bile etmeyecek kahvaltısından sonra Little India (Küçük Hindistan) için metronun yolunu tuttuk.
Normalde Singapur, Uzakdoğu şehirlerinden çok gökdelenleriyle Amerika’yı andıran bir yer. Böyle bir şehrin göbeğinde Hintlilerin yaşadığı Little India, bambaşka bir dünyanın kapılarını açıyor size…
Restoranların sokaklardaki masalarında yemeklerini elleriyle yiyenden, Hindistan’a özgü her şeyin olduğu çok renkli bir dünya… Müziği, kıyafetleri, takıları, yiyecekleri ve insanlarıyla sanırsın Hindistan’dan bir şehir koptu geldi buraya…