Hamam böceğini protesto etmek yasak

4 Şubat 2016

Genç olmak nasıl bir şeydi, hatırlıyor musunuz? Hani haksızlık karşısında susmazdın, adı üstünde kanın ‘deli’ akardı, her şeye isyan edesin gelirdi, dünyayı değiştireceğine inanırdın. Uysallığı meziyet sayan, başa geleni çekmeyi marifet bilenler için konuşmuyorum tabii. Şu hayatta insan olarak bazı itiraz hakları olduğunu düşünenlere sözüm. Dünyayı geçtim, hiç değilse kendi hayatına sahip çıkanlar için.

Akdeniz Üniversitesi kampüsündeki Kredi ve Yurtlar Kurumu’na bağlı Akdeniz Kız Öğrenci Yurdu’ndan sekiz kız öğrenci atılmış. Neden? Yemek fiyatlarındaki artıştan, yurda giriş saatlerinde yapılan değişiklikten, ranzalarda korkuluk olmayışından, odalardaki hamam böceklerinden, yurda dışarıdan su bile sokulamamasından memnun olmadıkları için.

Yani olabilecek en sıradan isteklerden ötürü. Görüldüğü üzere siyasi bir boyutu, ‘korkulacak’ bir yanı da yok. Böceksiz odada uyumak, kâğıt peçeteye para vermemek gibi insani ihtiyaçları var.

Ve ne yapıyorlar bunu dile getirmek için? Dünyanın en masum protesto eylemini. Yemekhanede kaşık ve çatallarını masaya vuruyorlar!

Sonuç, soruşturma açılıyor haklarında. Aralarından sekiz öğrenciye süresiz uzaklaştırma cezası veriliyor, altısının

Yazının Devamı

MEYLETME DÜNYA MALINA

2 Şubat 2016

Ne yazık ki kimin olduğunu hatırlayamadığım bir söz var, bir toplumu şekillendirmede yasaların değil, şarkıların etkisine inanan. Çok doğru bence de, hele çocuklukta dinlediğin şarkılar fark ettirmeden sızıp kalıyor kafanın bir yerinde.Biz Barış Manço ile büyümüş bir kuşağız, zaten birçok şarkısı büyükler kadar belki daha çok - çocuklara hitap ederdi. ‘Arkadaşım Eşek’ten söz etmiyorum sadece. Hatta ondan çok önce, ‘79’da o ilginç kıyafetleri ve el kol hareketleriyle ekrana yapışarak izlediğimiz ‘Sarı Çizmeli Mehmet Ağa’yı söylüyorum mesela. O ‘Yaz dostum’ diyordu, biz anlamaya çalışıyorduk. Yoksulları yedirin, giydirin diyordu; “Kimse göçmez bu dünyadan mal ile”. Bizde daha göçme kavramı yok ama mal mülk öyle önem verilecek bir şey değil, paylaşmak lazım, orası açık.

Benim bu hayatta kendi isteğimle gidip aldığım ilk kaset onundu, ‘Kazma’ diye bir şarkı vardı içinde mesela. Şimdi dönüp bakıyorum, gene o zaman ne ifade ettiğini bilmediğim ‘namus, şeref, onur, alın teri’ gibi sözler dolu içinde. Okulda öğrendiğimiz ‘atasözleriyle’ dalga geçiyor. “Komşunun tavuğu komşuya kaz görünür dersen, kaz gelen yerden tavuğu esirgemezsen” diyor, “Bu kafayla bir baltaya sap olamazsın ama

Yazının Devamı

Futbol mu kadın mı?

1 Şubat 2016

Beşiktaş’ın eski teknik direktörü Slaven Bilic, muhtelif sebeplerle futbolla ilgisi olanolmayan pek çok kişinin göz bebeğiydi Türkiye’deyken. Evet, kadınların da tabii. Bence kaşından gözünden ziyade futbol dünyasında görmeye alıştıklarımıza benzemeyen muhalif, düzen dışı duruşuyla. Hani tam da Çarşı’yı sevdiğimiz nedenlerle.

O yüzden olsa gerek, dünyanın o en saçma sapan, en klişe kıyaslamasını bir de ondan duymak büyük hayal kırıklığı yarattı bende: Neymiş, futbol kadından güzelmiş! İzzet Çapa’nın Londra’da yaptığı Kelebek röportajının başlığı bu. Tabii ki alışığız kimi yorumcuların, teknik direktörlerin, futbolcuların tuhaf cinsiyetçi yakıştırmalarına, beğenmediklerine etek giydirmeye kalkışmalarına da, Bilic bu, ayrı bir yere koymuşuz kafamızda.

Soruda bir numara olduğuna inanmak istedim önce. Bazen sorulur ya hani, iş mi aşk mı gibi sorular, yoksa niye insan durup dururken böyle bir cümle kursun ki? Yok, basbayağı Türkiye’deki kadınların ilgisini sormuş İzzet Çapa, “Ne diyorsun buna?” demiş, o da cevap vermiş: “Kadınlara saygım sonsuz ama futbol onlardan güzel”. Allah allah. Hangi açıdan? Hani kadını nasıl bir sosyal aktivite, sportif faaliyet ya da hobi yerine

Yazının Devamı

MASALIN SONU HAKİKAT...

29 Ocak 2016

Bir şarkı, şarkıcı farklı kuşaklar üzerinde aynı etkiyi bırakır mı? Türk bayrağı giyinmiş Müşerref (Akay) Tezcan’ın ‘Türkiyem Türkiyem Cennetim’ şarkısı çocukken, 12 Eylül’de Metris’te işkence niyetine dinletildiğini bilmezken de tüylerimi diken diken ederdi; “Düşmanlarım mert değil hepsi de namert” gibi sözleriyle. Siyasi mahkumların sinirini bozmak için bütün gün avaz avaz bu şarkı çalınırmış hoparlörlerden...

Bu yazıyı yazarken Ertuğrul Mavioğlu’nun Radikal’de çıkan yazısından öğrendim ki Cem Yılmaz adlı eski bir Metris tutuklusu, yıllar sonra Unkapanı’ndan o şarkının bulunduğu albümün kalıbını satın almış, bir daha kimse yayınlayamasın diye. İlginç tesadüf, 30 yıl sonra başka bir Cem Yılmaz, Yüksel Aksu’nun o şarkıyla başlayan ‘İftarlık Gazoz’ filminin başrolünde.

Herkes biraz çocuk kalmış

80’li yıllarda ölüm oruçlarıyla başlıyor hikaye. Ardından 70’lerin Ege’sine, Yüksel Aksu’nun kendi kasabası Ula’ya dönüyoruz. Onun büyüdüğü yıllara, bir masal şehri gibi anlattığı kasabaya. İnsanlar neşeli, şakacı, hep beraber yeniliyor içiliyor, ‘Dondurmam Gaymak’taki gibi tatlı bir cami hocası (ki Macit Koper nasıl şahane bir seçim olmuş) çocukları toplayıp iyi insan olmayı,

Yazının Devamı

İdam neyin çaresi?

28 Ocak 2016

Evet, dehşet verici bir şey, korkunç bir şey, kan dondurucu bir şey İstanbul’un en güzide semtlerinden birinde; Bağdat Caddesi’nin göbeğinde bir kadının tecavüze uğraması. En az bir kenar mahallede, Anadolu’nun ücra bir köyünde olduğu kadar dehşet verici. Aslında ne bir fazlası var, ne bir eksiği. Tecavüze uygun yerler, saatler, durumlar, kılıklar, hal ve gidişler yok çünkü. Öyle bakmaya başladığında, “Yalnız saat de 3’müş” giriyor devreye işte.

Bu bilgi bir parça su serpiyorsa yüreğinize, bir ‘aile kadını’ olarak o saatlerde zaten evinizde olacağınızı düşünüp kızınızı da gece sokağa salmadınız mı paçayı kurtaracağınızı sanıyorsanız, işte orada başlıyor sorun.

Çareyi idamda bulmakla da devam ediyor. Dün baktın, twitter hakimleri çoktan kırmışlar kalemlerini. Millet idam cezasının acilen geri dönmesini istiyor. Başka türlü ‘çözülmezmiş’ tecavüz konusu. Bu arada canını sıkan diğer konuları da hemen idam kapsamına almak isteyenler çoğunlukta. “Tecavüze ve vatana ihanete idam cezası verilmeli, net!” Bu kadar eminler.

Sadece bu tek başına gösteriyor zaten idam cezasının neden asla geri dönmemesi gerektiğini. Ondan sonra gelsin hakim kanaatleri, adil olmayan yargılanmalar; geri

Yazının Devamı

TARİHE BİR ŞEY ANLATMAK

26 Ocak 2016

Mahallenin boşaltılmasını, toplananların dağılmasını emreden polis anonslarının doğal dış ses, biber gazının gündelik hayatın kokusu sayıldığı sokaklardan birinde, yoksul bir ev. Görünüşte sokaklarda akordeon çalan, aslında çalgısının içinde sakladığı küçük paketleri satan Mehmet ile büyürken hiç görmediği, cezaevinden çıkıp yanına gelen annesi yaşıyor içinde. Mehmet’in ona dokunmasını, ‘oğlum’ demesini yasakladığı annesi Hatice.

Gülmek de yasak bu evde, affedilmeyi ummak da. Hatice’nin tek arkadaşı, telefonun öbür ucunda ‘Kırmızı Başlıklı Kız’ı okuyan sesten ibaret olan masalcı kız.

Dışarının dehşetiyle içerinin insanın üzerine çöken acısı yarışırken, Mehmet’in kalbindeki delik gittikçe daha ölümcül bir hal alıyor. Hatice de oğlunun hayatını kurtarmak için bir hal çaresi aramaya başlıyor. Kendi hayatlarının karanlığına inat, ışıltısıyla göz kamaştıran bir yere sığınıyor yardım umuduyla: Yaraları sardığı iddia edilen bir televizyon programına.

Hani şu insanları halden hale sokan, seyirci insafa gelip sana SMS bahşetsin diye 40 takla attıranlardan birine.

D22’nin yeni oyunu ‘Kuş Öpücüğü’, bir taraftan anne - oğul arasındaki tamamen kopmuş görünen bağın köklerine inerken, bir taraftan

Yazının Devamı

Hoş sada da mı kalmasın?

25 Ocak 2016

Siyah beyaz bir fotoğraf. Gencecik bir kız, Beyoğlu’na nazır keman çalıyor bir balkonda. Yıl 1964. Türkiye’nin en önemli kemancılarından Ayla Erduran, fotoğraftaki kız. Balkon Aliye Berger’in atölyesinin balkonu. Narmanlı Han.

Kültürün, tarihin kıymetinin bilindiği başka bir ülkede sırf bu fotoğraf bile o hanın yıkılmasının teklif bile edilmemesini sağlayabilir. Narmanlı Han’ın ise çok daha fazla sebebi var yaşatılmak için.

1831 yılında Rus Büyükelçiliği binası olarak açılıp 1933’te Narmanlı ailesine satılan, o günden sonra da adeta bir sanat yurduna dönüşen bir yer. Çünkü sanatsever insanlar olan Avni ve Sıtkı Narmanlı kardeşler, hanın odalarının çoğunu sanatçılara kiralamayı tercih etmişler. Tabii yok pahasına. Hanın en ünlü misafiri, parası olmadığı için perdesiz oturan Ahmet Hamdi Tanpınar, düşünün ki. Ama öğrencilerin, edebiyatçıların, fikir tartışmalarının eksik olmadığı o duvarların içinden ‘Huzur’ gibi bir başyapıt çıkmış işte. Han ile bütünleşen kediler de muhtemelen Tanpınar’ın beslediği kedilerin torunları.

Ahmet Hamdi’den sonra Bedri Rahmi Eyüboğlu tutmuş Narmanlı’daki odasını. Tahmin edileceği gibi İstanbul ‘entelijansiya’sının buluşma noktası, Haldun

Yazının Devamı

İŞİTME ENGELLİLER İÇİN ‘NEŞELİ GÜNLER’

22 Ocak 2016

Türkiye’de 1970’ten sonra doğduysanız, illa ucundan bucağından Ertem Eğilmez’in Arzu Film’i ile büyümüşsünüzdür. ‘Hababam Sınıfı’, ‘Süt Kardeşler’, ‘Salako’lar, ‘Bizim Aile’ler, ‘Neşeli Günler’... Fakir ama gururlu babalar, fedakâr anneler, sınıf farkı tanımayan aşklar, duygusal mutlu sonlarla alternatif bir dünyanız olmuştur illa ki.

Gerçek hayatın sillesini yiyene kadar insanları hep böyle sanmış olmanız da mümkün. Sonrası biraz hayal kırıklığı, evet. Büyüdükçe her başımız sıkıştığında dönüp Yaşar Usta’ya sığınmamız bundan olsa gerek.

‘Hababam Sınıfı’nı 2000’lerde çekilen korkunç versiyonlarıyla tanımadığınızı, çakma aile filmleri ve mahalle dizileriyle ‘Bizim Aile’ arasındaki farkı gördüğünüzü umarak konuşuyorum tabii. Çünkü yıllar yılı senaristlerimiz, yönetmenlerimiz ‘o tadı’ aradı, bulamadı. “Ertem Eğilmez filmleri gibi” diye tanıtılan filmler 10’uncu dakikasında içimize fenalık verirken ‘Neşeli Günler’i her yakaladığımızda sanki ilk kez izliyor gibi olmamızın bir sebebi olmalı.

Belki sorun sonrakilerin ‘gibi’ olmalarında. Ya da hepsi birbirinden parlak böyle bir oyuncu kadrosuna bir daha denk gelmemiş olmamızda. Münir Özkul, Adile Naşit, Şener Şen, Kemal Sunal,

Yazının Devamı