KORSAN GAZETECiLiĞE SON, AMA...

2 Ekim 2012

20 gazete toplanıp bu gidişe dur demek üzere ortak bir bildiriye imza atmış. Fakat bir cümle var ki, sanki biraz fazla olmuş. “1 Ekim 2012 tarihinden itibaren, hiçbir televizyon kanalı, internet sitesi ve haber portalı, aşağıda imzası bulunan gazetelerin içeriklerini kaynak göstererek dahi kullanamayacaklardır” deniyor metinde

Evet, internet çıktı, gazetelere ciddi şekilde kan kaybettirdi. İnsanların haber kaynağı internet artık, bunu kabul etmek lazım. Hatta dünyadan haberdar olma ihtiyacını sadece Twitter’dan karşılayanların sayısı epeyce. Orada an be an değişen başka interaktif gündem var ki bir gazetenin bununla başa çıkması zaten mümkün değil.
Öte yandan, bütün bunların farkında olup internetten de mümkün olduğunca yararlanan biri olarak hâlâ gazete sayfalarını çevirmenin yerini de başka bir şey tutmuyor benim hayatımda. Üstelik işim bu, gazetenin internete yenik düşmesine asla gönlüm razı değil. Onun yeri ayrı onun yeri ayrı. Rakip değil kardeş olarak devam etmeliler hayatlarına.
Nitekim gazetelerin de artık internet siteleri var ve oradan teknolojinin nimetlerinden de faydalanarak okurlarına ulaşabiliyorlar. Buna karşılık bir takım nereye bağlı olduğu, kim

Yazının Devamı

Film müzisyenlerinin haklı isyanı

28 Eylül 2012

Altın Koza’da ‘ödüle değer bulunmayan’ film müzisyenleri bir mektup kaleme aldı önceki gün. Üslubuyla, sitem ederkenki zarafetiyle ders gibiydi

Önce takip etmemiş olanlar için hatırlatalım, bu seneki Altın Koza jürisi film müziği dalında ödüle değer isim bulamadığından bu ödül sahipsiz kaldı. Bu dalda yarışan altı kişi de tahmin edileceği gibi boynu bükük...
Ama bu durum karşısında jüriyi ‘geri zekâlılıkla’ suçlamak yerine, oturup hep beraber duygularını döken bir metin yazmayı uygun buldular ki, bence de çok yerinde bir tepki. Bundan fazlası, insanların kendi eserlerinin beğenilmemesi halinde bu kadar hırçınlaşması biraz tuhaf. Hatta beğenilmemesi de demeyelim, yarışan bir başka filmin daha çok oya sahip olması, durum bundan ibaret. “Hayır, benimki tartışmasız olarak hepsinden daha iyi. Herkes de bunu böyle kabul etmek zorunda. Kabul etmeyenler de geri zekâlı” tepkisi biraz fazla olmuyor mu? Hatta insanın filmlerinde kurmaya çalıştığı dünyaya da aykırı düşmüyor mu?
Film müzisyenleri ne diyor peki mektuplarında? Önce tatlı tatlı festivalin coşkusunu, heyecanını tarif ediyorlar. Ödül gecesi koltuklarına hangi duygularla oturduklarını... Sorasını şöyle anlatıyorlar:
“Onca

Yazının Devamı

Nazım Hikmet bir yere gitmiş değil

21 Eylül 2012

Ezeli ve ebedi Nazım Hikmet-Necip Fazıl karşılaştırmasının Devlet Tiyatroları’na yansımasını izliyoruz bugünlerde. “Neden repertuvarda Nazım var da Necip Fazıl yok?” sorusu yine öne sürülüyor. Ama gerçek başka

Tiyatro sezonunu endişeli ve tatsız kapattık ya, açılış arifesinde de hep tetikteyiz doğal olarak. Ne olacak, toparlandık, sokaklara döküldük... Üzerine sessiz bir yaz geçirdik. Şimdi pedeler açılırken, pratikte nelerle kaşılaşacağız? Son açıklanan taslağa göre, ‘hadi bakalım, özelleştiriyorum’ durumu şimdilik geçerli değil, onun yerine kurumlara kadrolu sanatçı alınmayacak, mevcut kadrolu sanatçıların özlük hakları korunacak.
Peki repertuvarlar nasıl olacak? Hatırlarsınız, yönetmelik krizi patlamadan önce bir muhafazakârlık tartışması başlamıştı. İşte, “Oyunlar halktan kopuk mu, efedim Türk ailesine uygun mu, yoksa Allah muhafaza ‘müstehcen’ içerikli oyunlar mı izlettiriliyor yurdum izleyicisine?” diye... Ve tabii ezeli ve anlaşılan ebedi Nazım Hikmet-Necip Fazıl karşılaştırması...
Bu konu durup durup önümüze sürülür: “Neden repertuvarda Nazım var da Necip Fazıl yok?” Bu arada Türk tiyatrosunun haline bakınız ki, hâlâ bir repertuvarı bu kriter üzerinden

Yazının Devamı

Doğuştan kapalı olacak!

18 Eylül 2012

Kadının sürekli bir ölüm kalım mücadelesi içinde yaşadığı bir ülkede bir de sözde eğlence programlarında zehirli düşüncelerin yayılmasını tehlikeli bulmuyor musunuz?

Geçen haftanın bir bölümünü yüksek ateşle geçirdim. Hani uykuyla uyanıklık, gerçekle halüsinasyon arasında gidip geldiğin bir yer vardır ya, hah, işte tam orada. Ne bir şey okuyabiliyorsun, ne doğru düzgün bir şey izleyebiliyorsun, sadece televizyon açık, orada kendi kendine konuşuyor. Bir ses olsun hesabı.
İşte günlerden bir gün, o bir sesten olmadık şeyler duymaya başladım. Halüsinasyon olsa gerek dedim. Adamın biri çıkmış, tuhaf bir şey tarif ediyor. Talep ettiği, herhalde satın alacağı bir şey bu... Canlı demeye dilim varmıyor, insan hiç olamaz herhalde... Özelliklerini şöyle sıralıyor: Doğuştan kapalı olacak. Tekrar tekrar da anlatıyor, Yani sonradan kapanmış falan olmaz, doğuştan. Ambalajı hiç açılmamış bir şey, istediği belli ki. Paketli. Bunun bir alışveriş programı olduğuna inanmaya devam etmek istiyorum ama ister istemez gözüm açılıyor. Hiç makyaj yapmamış olacak diye devam ediyor o ses çünkü. Bir mal olamaz, korkarım bir insan, aradığı... Yalnız başına hiç sokağa çıkmamış olacak. 30-40 yaşlarında

Yazının Devamı

Kadıköy sokaklarında neler oluyor?

11 Eylül 2012

Sosyal medyadan izleyebildiğimiz kadarıyla, Kadıköy de kaynamakta. Barlar Sokağı’nın dört bir yanı bütün gece bekleyen polis ekiplerince sarılmış

Bana göre bir kente ruhunu verenlerin başında sokaklarındaki özgürlük geliyor. İnsanların sokaklara taşabildiği, oralarda gülüp eğlenebildiği oranda söz edebiliyoruz bir şehrin yaşamasından. Bir de biz kültür itibarıyla sokaklarında hayatın sürdüğü bir milletiz. Kapının önüne sandalye çekilip oturulan, akşamları geç vakte kadar kaldırımda sohbet edilen yerlerdir bizim sokaklarımız. Mahallenin gençlerinin toplaştığı, gülüp şakalaştığı, iki bira içip eğlendiği... Ve tabii kaldırımlarına çayhanelerin, kafelerin, meyhane masalarının kurulduğu... Hele hele “Eğlencenin merkezi” diyebileceğimiz semtlerde... Misal, İstanbul için Beyoğlu’nda, Nişantaşı’nda, Ortaköy’de, bir de gençliğin en çok takıldığı Kadıköy’de... Barlar Sokağı’nda...

Polis devriye geziyor
Tekrarın lüzumu yok, Beyoğlu, Asmalımescit, Cihangir sokakları dümdüz edildi, bildiğiniz gibi. Çıkmıyor insanlar sokaklara artık. Tıkılıyoruz yaz günü kapalı mekanlara.
Kadıköy’deki Kadife Sokak ise, özellikle gençler için kurtarılmış bölge gibiydi. Rock barlar yoğundur

Yazının Devamı

KAZANDIN... AMA NE KAZANDIN?

7 Eylül 2012

‘Geriye Kalan’, duygularımızla izleyebileceğimiz, karakterlerin herhangi birini alıp bağrımıza basmak isteyeceğimiz bir film değil. Tam da bu nedenle soğukkanlı bakıp meselenin kendisine kafa yormamızı sağlıyor ki; bence güçlü tarafı da burası

Tamamını unutsam, bu son cümlesini unutamadığım bir filmdi ‘Dünden Sonra Yarından Önce’. Yönetmeni Nisan Akman’dı, Zuhal Olcay’la Eriş Akman evli ve görünüşte birbirini seven bir çiftti. Ama bir pürüz vardı: Kadın işine çok fazla zaman ayırdığından tırnak içinde evini ‘ihmal ediyordu’. Ondan kalan ‘boşluğa’ bir başka kadın talip olmuş, adamın hayatına zorla sızmış, sonunda da dişiyle tırnağıyla verdiği bu mücadeleden kendince ‘galip’ çıkmıştı. Olcay, aldatılmak canına tak edince kocasının bavulunu alıp ‘öteki kadın’ın kapısına götürmüştü. Sedef Ecer’in oynadığı ikinci kadın, zaferle aydınlanan yüzüyle “Kazandım mı?” diye sorduğunda aldığı cevap buydu işte: “Kazandın... Ama ne kazandın?”

Kervan yürüsün diye
Bir başka kadın yönetmenin, Çiğdem Vitrinel’in bugün vizyona giren bol ödüllü filmi ‘Geriye Kalan’ vesilesiyle hatırladım o sahneyi. Daha doğrusu Vitrinel’in Altyazı’dan Senem Aytaç’la Berke Göl’e verdiği röportajı okurken...

Yazının Devamı

BU TAKSi ZULMÜNÜN ÇÖZÜMÜ YOK MU?

4 Eylül 2012

Mecbur muyuz her taksiye bindiğimizde İstanbul’un bir ucundan diğerine gitmeye? Yolcunun hakkını koruyacak bir sisteminiz yok mu? Var mı bu taksici-yolcu düellosuna son verecek bir merci?

Ne kadar korkak olduk taksiye binerken, farkında mısınız? Ya da sadece benim çevrem ve ben mi çok ürkeğiz? Gideceğimiz yeri beğenecek mi, baş sıkıntımız bu. Hele hele Taksim’de The Marmara’nın önü, Üsküdar’da motor iskelesinin, Kadıköy’de vapurların, Kabataş’ta deniz otobüslerinin çıkışı gibi stratejik noktalardan binecekseniz mümkünse havaalanına gidiyor olmanız gerekiyor. Aksi halde en iyi ihtimalle surat ve yol boyunca öf pöf çeker, dövülmekten beter edilirsiniz, ama daha yüksek ihtimal zaten bindirilmezsiniz.
Neler yapıyorum bunları yaşamamak için... Gideceğim yere yürümek gibi sağlıklı çözümlerin yanı sıra, yolu uzatıp oraya buraya uğramalar, baştan şirinliklerle “Şey, binmek istiyorum ama şuraya gidecektik, bilmem sizce uygun mu?” diye boyun bükmeler, 5 lira tutan yene 15 lira ödemeler...

Almanya nire Türkiye nire?
En son Kadıköy-Moda hattında işitmediğimiz laf kalmadı, yaşlı başlı bir beyefendi olan taksiciden. Arkadaşın ayağı sakat, onu ispat etmeye çalışıyoruz, “Allahım hep

Yazının Devamı

HARAÇ ÖDEMEYEN DENiZE GiREMEZ!

31 Ağustos 2012

Adalar macerasına devam ediyoruz, sırada Heybeliada var. Buradan hareketle de ‘beach club’da haraç kesilen sisteme dair söyleyeceklerim. Durumumuz içler acısı

Birkaç hafta önce Sedef Adası’na gitmeye çalışma maceramı yazmış, motor saatleri önceden kestirilemediği için başarısız oluşumu anlatmıştım. Ve maceranın mecburi olarak Heybeliada’da geçen ikinci bölümünü bir başka zaman anlatacağımı belirtmiştim. Hâlâ yaza veda etmediğimizi hesap ederek, güneşin son demlerini Adalar’da değerlendirmek isteyeceklere bir hizmet olarak oradaki manzarayı aktarmayı da bir borç bilirim.

Yeşiller aslında halı!
Heybeliada’ya gitmek tabii ki Sedef’ten çok daha kolay, hem şehir hatları vapurları, hem motorlar var fakat nedense çoğunlukla beş dakika arayla kalkıyorlar. Sonra bir boşluk olluyor, ikisi de yok o arada. Yine de epey sık seçeneğiniz var. Motordan indiğiniz anda sizi yeni birtakım tekneler karşılıyor: “Gel vatandaş gel, Antalya, Bodrum İstanbul’a geldi” nidalarıyla. Bu şu demek: Adanın diğer taraflarında birtakım ‘beach’lerimiz var, sizi oraya ücretsiz motor servisimizle götürebiliriz. Ellerinde birtakım fotoğraflar var, eh yeşilin mavinin buluştuğu birtakım sahiller. Neden

Yazının Devamı