Tiyatroyla barışmak için

30 Mart 2012

Altıdan Sonra Tiyatro’nun yeni oyunu ‘Gerçek Hayattan Alınmıştır’, insanı yay gibi geriyor, “Oyun hiç bitmesin” dedirtiyor


Radikal’in tiyatro yazarı Bahar Çuhadar bir soru sordu. Dedi ki, “Tiyatroya küsmüş bir arkadaşına hangi oyunu önerirsin ki fikri değişsin?” Bir kere ne mutlu ki bu sorunun birden epey fazla cevabı var bu sezon. Ben yine de “Tiyatro mu, evlerden ırak” diyen arkadaşlarıma Krek’in ‘Güzel Şeyler Bizim Tarafta’sını öneriyorum. Risksiz.
Ama şimdi buna bir de Altıdan Sonra Tiyatro’nun yeni oyunu eklendi: ‘Gerçek Hayattan Alınmıştır’. Her fırsatta belirttiğim gibi “İyi ki yazıyor, hep yazsın” dediğim Yiğit Sertdemir’in kaleminden çıkma bir oyun. Arif Akkaya yönetmiş, Sertdemir şahane Tomris İncer’le birlikte oynuyor. Bize nefesleri tutup izlemek kalıyor.

Aslında Kumbaracı

Yazının Devamı

Bizim zamanımızda böyle miydi?

27 Mart 2012

Dün gene gazetelerde bir haber: “Tarihi istismar ediyorlar! Beceremiyorlar!” Ünlü ‘Kara Murat’ımız Cüneyt Arkın tarihi dizilere veryansın ediyor. Hiç yeni bir şey değil tabii. Ne zaman tarihi bir film, bir dizi çekilecek olsa Cüneyt Arkın alıyor sözü ve asla beğenmiyor yeni yapılanı. “Bizimkiler böyle miydi?” diyor

Benzer bir konuya geçenlerde Kayhan Yıldızoğlu da girmişti röportajında. O da 70’li yıllarda tarihi filmlerde daha ziyade papazı oynayan, Bizans kralını oynayan, özetle ‘gavur kanadı’nı temsil eden bir ünlü aktörümüz. “Eski filmlerde duygu vardı, samimiyet, sıcaklık vardı” diyor: “Başa taç, kavuk takmakla padişah, kral oynayamazsın. O devrin tüm değerlerini bileceksin. Şimdi bakıyorum; televizyonda Kanuni Sultan Süleyman var. Hareme giren kadın, padişahla karşılaşmadan önce en az üç sene terbiye görür. Karısı bile olsa ’Sülüman, Sülüman’ diye padişahın peşinde koşulmaz. Olur mu böyle şey?”

Unutulması mümkün değil
Ama insaf ediniz. “Olur mu böyle şey?” diye sorarken zamanında kendi çektiğiniz filmlere hiç mi bakmıyorsunuz? ‘Gavurların’ her koşulda çirkin, kötü, ‘kahpe’ olduğu ve fakat esas adamımıza topluca değil teker teker saldırdığı ve her koşulda

Yazının Devamı

Haftanın iki ‘yerli’si

23 Mart 2012

Memlekete bir türlü gelmeyen bahar yüzünü gösterip 31 yıldır İstanbul Film Festivali demek olan nisan yaklaşırken, iki yerli film girdi gösterime: ‘El Yazısı’ ve ‘Bir Ses Böler Geceyi’

İki ‘ilk’ film. Biri, Bilgi Üniversitesi’nden sonra New York’ta Rochester Institute of Technology’de film yapımı okuyan genç yönetmen Ali Vatansever’in ‘El Yazısı’, diğeri Brüksel’de sinema televizyon eğitimini tamamladıktan sonra Türkiye’de sinema ve reklam sektöründe çalışmış, 1972’den beri de yaşamını İsviçre’de sürdüren Ersan Arsever’in ‘Bir Ses Böler Geceyi’ filmleri. Arsever için de rahatlıkla ‘genç’ tanımını kullanabiliriz, 60’ından sonra ilk sinema filmini çeken biri genç değil de nedir?
‘El Yazısı’, bir kasaba filmi. Benzerlerini çokça gördüğümüz bir hikayeyle, kasabaya beklenen öğretmenle başlıyor her şey. Beklenen, yabancı bir öğretmen, İngilizce öğretmeye gelecek çocuklara. Hazırlıklar sürerken biz tek tek kasabanın sakinlerini tanımaya başlıyoruz. Eczacı Zeynep, aniden nişanlanmaya karar vermiş, ilkokul öğrencisi Ragıp, Zeynep’e aşık ve ona bir mektup yazmış duygularını anlatan, gelgelelim mektup uçup gitmiş cebinden. Lise müdürünün oğlu Ahmet, sevdiği kızı kaçırmayı planlıyor.

Yazının Devamı

BiR GÜN HERKES OYUN YAZARI OLMALI MI?

20 Mart 2012

Oyuncuysak aynı zamanda yazmaya-yönetmeye mecbur muyuz? Bu her zaman iyi sonuç vermiyor ki, hazır yazılmışları var, neden onları tercih etmeyiz?


Üniversiteli gençlerin kurduğu topluluk Tiyatro Hal, ‘Eksik’ adlı oyunla sahnede.

Türkiye’de tiyatronun sorunları hangi masada konuşulmaya başlasa, konu son hızla ‘yerli oyun yazarı yok’a gelir. Neden? Eli kalem tutan gençler dizi senaryosu yazmayı tercih ediyorlardır çünkü.
Doğrudur da, Türkiye’de tiyatro yapmak zaten bir garip iştir. Adeta bir meslek değil, başka yerden para kazanıp icra ettiğin bir hobidir. Ayakta kalmayı başaran özel tiyatrolara bakın, çoğunun başında diziden kazandığını sahneye aktaran bir ‘çılgın’ görürsünüz. Hal böyleyken pek oyun yazarı yetişmemesine de şaşmamalı.
Gelgelelim, son yıllarda İstanbul’un kuytu köşelerinde pıtrak gibi çoğalan topluluklarla tiyatroya bir taze kan geldiğini görmemek mümkün değil. Buralar tiyatronun can damarları.

Genç yazar değil, yetkin kalemler

Yazının Devamı

Herkes beğenmediğini sansürleyecek mi?

16 Mart 2012

İhsan Kabil, Star’daki köşesinde !f Bağımsız Filmler Festivali’nin programındaki ‘genel ahlaka aykırı’ konuları işleyen filmleri derlemiş ve Kültür Bakanlığı’nın desteğini sorgulamıştı. Herkes böyle bir eleme yapmaya kalkışırsa kimin hikayeleri anlatılacak sinemada?


Radikal yazarı Uğur Vardan bir süredir tek başına bir ‘!f İstanbul’ ve sansürcü zihniyet mücadelesi yürütmekte. Karşısındaki taraf her gün hakaretin ve saldırının dozunu artırırken, o şaşırtıcı bir sükunetle laf anlatmaya çalışıyor. Kuşkusuz ki Yeni Şafak yazarı Ali Murat Güven gibi Vardan’ın da kimsenin avukatlığına ihtiyacı yok da, bir sinema yazarının kendi dünya görüşüne uymayan filme hayat hakkı tanımaması üzerine söylenecek çok şey var.
Olay nasıl ve nerede başlamıştı, bir hatırlayalım...
İhsan Kabil, Star’daki köşesinde bu yıl 11’inci kez düzenlenen !f Bağımsız Filmler Festivali’nin programını mercek altına almış, dünyanın dört bir yanından 80’den fazla filmin gösterildiği festivalin kataloğundan ‘genel ahlaka aykırı’ konuları işleyenleri derlemiş ve Kültür Bakanlığı’nın !f’e verdiği desteğini sorgulamıştı. Özellikle festivalin Gökkuşağı bölümünde iki ‘aynı cinsin’ ilişkilerinin anlatıldığı

Yazının Devamı

Fare doğuran dağ

13 Mart 2012

Show TV’nin yeni dizisi ‘Eve Düşen Yıldırım’, ezberlediğimiz ve çok sıkıldığımız bütün klişeleri bir kez daha önümüze getiriyor

Aslında fragmanlarından belliydi ne olacağı... 80’lerin Türk filmlerinden fırlamışa benzeyen fettan bir genç kız... “Çok genç... Çok güzel... Çok çekici... Ve çok tehlikeliydi...” diyen ‘iç fıcıklayıcı’ bir erkek sesi... Belli ki kız bir eve gelecek ve orayı yıldırım çarpmışa çevirecek. Dizinin adı ‘Eve Düşen Yıldırım’ zira. Yine de dizinin hazırlıkları neredeyse bir yıldır sürdüğü için, birinci bölüm çekilip çöpe atıldığı, her şeye sıfırdan başlandığı için beklentiler de daha yüksekti. Bu kadar emek verildiğine, silinip silinip yeniden yapıldığına göre bir bildikleri olmalıydı...

İzlenecek hali kaldı mı?
Meğer bunca zaman ve emek bütün klişeleri bir kez daha üst üste dizmek içinmiş. ‘Eve Düşen Yıldırım’, Nahid Sırrı Örik’in 1930’larda yazdığı -ve başyapıtlarından hiç sayılmayan- bir hikayenin uyarlaması. ‘Türk ve dünya edebiyatında diziye uyarlanmamış tek bir satır kalmasın’ merakının son örneği. Ama zaten eserin kendisi de bir ‘Aşk-ı Memnu’, bir ‘Yaprak Dökümü’ olmadığı için ortaya çıkan iş ilk bölüm itibariyle ‘suyunun suyu’ kıvamında.

Yazının Devamı

YÜZLEŞMEK iÇiN!

9 Mart 2012

‘Disko 5 No’lu’ oyunu nihayet seyrettim. Bu oyuna girenle çıkan aynı kişi olmuyor. O 60 dakikanın insanı zorlayan ve dönüştüren bir etkisi var. Ve üzgünüm ama insanlığından utandıran

Galiba bu sözcüğün de içini başarıyla boşaltmayı becerdik. ‘Yüzleşmek’ de çok söyleyip hiç yapmadıklarımız arasındaki yerini aldı. Çünkü evet, onurlu ve ‘asil’ bir şeydir ama o oranda da zor ve sevimsizdir yüzleşmek. Kendini karşındakinin yerine koymayı, anlamayı getirir. Bir kere gerçekten ‘yüzleştiğinden’ artık kaçamazsın. Bir kere bilmişsindir, inkar edemezsin. DestAR tiyatro topluluğunun ‘Disko 5 No’lu’ oyununu uzun zamandır merak ediyordum. Muhtelif ‘yılın oyunları’ seçkilerinde ilk beşe giren, aslında hayata hiç de aynı noktadan bakmayan farklı insanlar tarafından önerilen bir oyundu. 12 Eylül’de ‘işkenceleriyle ünlü’ Diyarbakır
5 No’lu askeri cezaevinde yaşananları anlatıyordu. Kürtçe oynanıyordu, Türkçe üst yazı kullanılıyordu. Ve İstiklal Caddesi’ndeki Şermola Performans Merkezi’ndeki oyuna birkaç hafta önceden bilet alınmadan yer bulunamıyordu.
Nihayet Mirza Metin’in yazdığı ve oynadığı, Berfin Zenderlioğlu’nun sahnelediği oyunu görmeyi başardım. Önce şunu söyleyeyim: Bu oyuna

Yazının Devamı

Varsa yoksa Natacha Atlas’ın kabanı

6 Mart 2012

Yaz geldi mi ya Bodrum’a ya Çeşme’ye akın etmek adetten de, bu mevsimde gitseniz ne bulacağınızı bilemiyorsanız, iyi haberlerim var. Birincisi dağ bayır papatya ve dağ lalesi, hava şerbet... İkincisi, yazın metrekareye düşen insan sayısından göremediğiniz her yer son derece huzurlu. Aslına bakarsanız tam zamanı yolu Bodrum’a düşürmenin


Natacha Atlas’ın sahneye kabanla çıktığını görenler sahne köstümünü giymesini bekledi ama nafile.


Ceyl’an Ertem

Gece hayatı ölü müdür, akşam ne yapacağız diye bir kaygınız varsa, hemen bir kenara bırakın. Pek çok bar açık, vazgeçilmez canlı müzik mekanı Marina Yacht Club ve iki senelik kardeşi Newold’da eğlence aynen devam ediyor.
Newold, tarihi Han Restaurant’ın -tabii aslında 300 yıllık bir hanın- yerine açılmış şahane bir gece kulübü. Yacht Club’ın işletme sahibi Şenkar Öztüzün artık acıklı hale gelmiş mekanı restore edip hayata döndürerek pek hayırlı bir iş yapmış. Şimdi de istiyor ki sadece yazın değil kışın da hizmet versin, canlı performansların yeni adresi olsun.

Yazının Devamı