"Hikayemiz şaşırtıcı değil ama karakterimiz sıra dışı" diyordu yönetmen Ozan Açıktan, Hürriyet’teki röportajında... "Çok kahkaha atacağınız bir komedi izleyeceksiniz" diye de devam ediyordu.
Bu vaatler bir yandan, ilk oyunundan beri takip ettiğim Tolga Çevik’in yeteneğine olan inancım bir yandan, ‘Sen Kimsin?’de gülmeye hazırlamıştı beni. Ne yazık ki neredeyse tebessüm bile edemedim.
Karakterimiz sıra dışı mı? Bakış açısına göre değişir.
Tolga Çevik’in canlandırdığı Tekin, en önemli özelliği şaşkınlığı ve sakarlığı olan bir özel dedektif. Evet, aynen Peter Sellers’ın unutulmaz Clouseau’su gibi. Nitekim daha film ortaya çıkmadan bir ‘Türk işi Pembe Panter’ söylentisi yayıldı ortaya. Yönetmenin röportajında da geçiyor, gocundukları bir benzerlik değil kısacası.
Fakat ne yazık ki ortaya çıkan sonuç sadece 60’lardaki efsanenin değil, daha sonra hiç beğenilmeyen Steve Martin’li versiyonun bile yanından geçmiyor. Atmosfere, başarılı aksiyon sahnelerine diyecek sözüm yok; BKM’nin tüm işleri gibi özenli çekilmiş bir film. Ama ne kadar düşme kalkma, beceriksizlik, talihsizlik sahneleriyle güldürmeyi amaçlasa da, bir hikayeye ihtiyacı var, her film gibi.
Tamam, çok
Beyoğlu’nun 1990’ların başında yaşadığı evrilme sürecinin simge adreslerinden biriydi oysa. Türkiye’nin yazarının, çizerinin, gazetecisinin, sanatçısının geceler boyu sohbet ettiği, kiminin romanlarında adı geçen kafeydi
Yurt dışında bir kente gittiğinizde nereleri görmek istersiniz? Müzeleri, tarihi yerleri, bilinen restoranları, kafeleri... Özellikle yıllardır hizmet veren yerleri merak edersiniz. Ülkenin ünlü yazarlarının, şairlerinin, sanatçılarının oturduğu masaları, belki birkaç satır karaladığı, resimlerine, romanlarına ilham kaynağı olmuş mekanları...
Paris’e gidip Cafe de Flore’da bir kahve içmemek, Prag’dan Slavia’ya uğramadan geçip gitmek mümkün mü mesela? Madrid’e gitmişken Cine Dore’de bir film izlemek, en azından kafesinde 1-2 saat geçirmek gerekmez mi?
Peki İstanbul’a gelen turist nereye gitmeli? Ben düşünüyorum, herhalde ilk durağım İstiklal Caddesi olurdu. Avrupa’nın en güzel sinemaları arasında sayılan Emek’i görmek isterdim, geçmiş olsun... Atatürk’ün İstanbul buluşmalarına mekan olmuş, Agatha Christie’leri, Muhsin Ertuğrul’ları, İbrahim Çallı’ları ağırlamış Rejans’ta bir yemek yemek isterdim, kapandı. İnci Pastanesi’nde profiterol yemek
Teoman şarkılarının senfonik düzenlemelerle seslendirilmesi fikrini niyeyse ilk duyduğumda hiç cazip bulmamıştım. Yanılmışım...
Teoman’ın müziği bırakma kararını, doğal olarak tamamen bencil sebeplerle, hiç hoş karşılamayanlardanım. Şarkılarını benzersiz bulmam yetmezmiş gibi, onun o “Bardan çıkarken sarhoş yakalandı” anlarındaki gülümsemesi dahil, her halini çok sahici, çok kendine özgü, çok hoş buluyorum. Bir adım ileri gidersek, ‘iyi aile çocuğu’ olma iddiasında olmayan rock yıldızlarının bizim de hakkımız olduğunu düşünüyorum. Birileri de ‘norm’lara değil kafasına göre takılsın mümkünse...
Neyse, bir dörtlü konser albümü çıkardı çok şükür teselli armağanı niyetine, bir süre daha idare eder Teoman’cıları. Adı ‘Teoman Live’, içinde Türkiye’nin çeşitli kentlerinde verilmiş konserlerden parçalar, Ortaçgil-Teoman
konseri ve beni en çok mutlu eden ‘Paramparça Senfoni’ var.
Teoman’ın şarkılarının senfonik düzenlemelerle seslendirilmesi fikrini niyeyse ilk duyduğumda hiç cazip bulmamıştım. Dinlerken de sona bıraktım onu. Meğer bir daha çıkaramayacakmışım CD player’dan. Meğer Teoman şarkıları senfoni orkestraları tarafından çalınmak için yazılmışmış... Özellikle
Dostlar Tiyatrosu’nun ‘Ben Bertolt Brecht’i insanı çok eğlendirirken dirilten, tazeleyen, düpedüz gençleştiren bir müzikli oyun
“Ne olur olağan demeyin hemen
Her gün olup bitene
Kargaşanın egemen olduğu
Düzensizliğin düzen sayıldığı
Keyfiliğin yasalaştığı
“Ooo, çok sert, hatta İvana Sert” cümlesinden tutun “Enformasyonuna sağlık”a kadar günlük hayatımıza birçok yeni deyiş getirdi ‘Yalan Dünya’
Gülse Birsel’in yeni dizisi ‘Yalan Dünya’, galiba henüz Cihangir çevresinin ötesine çok ulaşabilmiş değil. Makus kaderi ‘Avrupa Yakası’yla kıyaslanmak ve o bir ‘ilk çocuk’ olarak hep daha bir gözde. Ama tabii bu birtakım ‘Yalan Dünya’ repliklerinin dalga dalga yayılmasına engel olmuyor. Bir kısmı zaten fena halde dolaşımdaydı, bir kısmı da -müjdeler olsun- artık hayatımızda. Birkaç örnek vereyim de hem cuma cuma neşelenelim, hem izlemeyenlere kılavuz olsun...
Etrafınızda yaşı 13-23 arasında değişen ergen ve geç-ergenler varsa mesela, sürekli “Ooo, çok sert, hatta İvana Sert” dediklerini duyuyor ve ağızlarının ortasına bir tane patlatmamak için kendinizi zor tutuyor olabilirsiniz. Kızmayınız, bu ‘Yalan Dünya’nın şöhreti beyninden büyük Emir’inin (Sarp Apak) bir şeye bozulduğunda tepki verme şekli. “Başarılı” dediğinde de o şeyin hoşuna gittiğini anlıyoruz.
Yine demin sözünü ettiğim yaşlarda bir oğlunuz varsa ve eve gelen arkadaşlarınıza, kendinden geçkin ama mihrap yerinde teyzelerine yaklaşıp “Öpüşelim mi?” derse,
Neden Nevizade’den bir batakhaneymiş de ıslah edilmesi gerekiyormuş gibi bahsediliyor?
Hayata gözünü Beyoğlu’nda açmış biriyim ben. Galatasaray Lisesi’nde okudum, 12 yaşından itibaren İstiklal Caddesi’ni arşınlayarak okula gidip geldim, ilk sinemama Emek’te gidip ilk biramı da Nevizade’de içtim. Sokak serserisi değildik, öğrenciydik ve rahatlıkla okuldan çıkıp Nevizade’ye gidebiliyorduk. Hâlâ da kadınlı erkekli ya da sadece kadınlı gruplar halinde yapabiliyoruz bunu.
Ama Beyoğlu Belediye Başkanı Ahmet Misbah Demircan’ın Milliyet’ten Burcu Karakaş’a verdiği röportajdan da anladığımız kadarıyla, Asmalımescit’ten sonra Nevizade’nin de sonu geldi. ‘Restorasyon projesi’nin ana meselesi “Ailelerin de gidebileceği bir Nevizade oluşturma ihtiyacı ve iradesi” zira, Demircan’ın ifadesine göre.
Hayır ne kastediliyor, ben mi anlamıyorum? Bugün Nevizade’ye gittiğinizde masalarda gördüklerimiz kimler? Muhtelif yaş ve iş gruplarından kadınlar-erkekler, aralarında karı koca olanlar var, onlar aile sayılmıyor mu? İki ya da daha çok kadın yanlarında erkek olmadan da gidip oturabilir Nevizade’de, başlarına bir şey gelmez... Neden orası bir batakhaneymiş de ıslah edilmesi gerekiyormuş
Senaristler, Ece Yörenç ile Melek Gençoğlu’ndan şu kadın karakterlere sıkıcılıkla habislik arasında kalan birkaç örnek katmalarını rica ediyorum
‘Kuzey Güney’i ilk günden beri severek, beğenerek izlediğimi yazmıştım daha önce. Hikayesini, karakterlerini, anlatımını, oyuncularını beğendim hep.
Ve fakat son haftalarda dizideki bütün kadınların birbirinden kötü oluşuna tepem atmaya başladı. Başta Cemre (Öykü Karayel) vardı, hırsı, kleptomanisi ve sinir bozucu kıskançlığıyla... Ve tabii kızı üzerinden sınıf atlamaya kararlı anası kuaför Gülten Hanım (Zerrin Tekindor).
Sonra bunlara Güney’i elde edecek diye çevirmeyeceği dolap, kıvırmayacağı numara olmayan Banu (Bade İşçil) eklendi. Kuzey’le Güney’in çok çile çekmiş görünen, boynu bükük anneleri Handan Hanım’ın (Semra Dinçer) aslında çocukları arasında ayrım yapan habis bir yılan olduğu ortaya çıktı. Kuzey’in hayatına orta halli, ezik bir kız olan Simay (Hazar Ergüçlü) girdi, tez zamanda onun da maskesi düştü. Çocuğu, hamileliği kullanarak nikah masasına oturtmalar, sürekli kapıları dinleyip elde ettiği bilgilerle herkese şantaj yapmalar, şimdi bir de zengin erkek avına çıktı ki kötülüğü iyice katmerlensin.
Ve diziye
Sanki Shakespeare’lar, Brecht’ler, Çehov’lar gazetelerde çarşaf çarşaf yazılıyor, çiziliyor da, ‘3. Türden Yakın İlişkiler’ gibi oyunlar ‘hafif’ bulunup görmezden geliniyor
Entelektüel sözcüğünün yerli, yersiz hakaret mahiyetinde kullanıldığı başka bir dil-toplum-kültür var mı acaba? Üstelik bunun yazan-çizen-sanatla uğraşan insanlar tarafından yapıldığı? Dört nala koşmayan her işin ‘entelektüel’ diye yaftalanıp sıkıntıdan ölünecekler rafına kaldırıldığı...
Geçen hafta Uğur Uludağ, ‘3. Türden Yakın İlişkiler’ serisinin son halkası olan ‘Başlangıç’ oyununun galasını yaptı. Fakat “Mecbur değilseniz sokağa çıkmayın” anonslarının yapıldığı karlı bir geceye denk geldiği için katılım zayıf olmuş. Kar-kış, gece-gündüz demeden işlerini yapmaya çalıştıkları için elbette takdiri hak eden magazin gazetecilerine teşekkür etmiş Uğur Uludağ. Buraya kadar bence de her şey yolunda. Fakat oraya teşekkür ederken başka bir tarafı dövmeye kalkmasaydı... Misal, “Magazin çalışanları olmasa tiyatro haberleri gazetelerde yer bulmaz. Herkes çok fazla entelektüel” gibi gereksiz bir ‘iddiada’ bulunmasaydı... Ama tabii o iddia olmasa o haberin de yer bulamayabileceğini düşündü tahminen.
Hayır,