SEFA GELDiN, HOŞGELDiN...

26 Ocak 2011

Ezginin Günlüğü’nden ayrılan Hüsnü Arkan’ın ‘Solo’ albümü müjde gibi geldi

Ezginin Günlüğü’nün kalbi, beyni, bel kemiği olduğunu düşündüğüm Hüsnü Arkan’ın gruptan ayrılış haberine vahvahlanan ben ve benim gibiler için ilaç gibi geldi ‘Solo’. Neyse ki fazla bekletmedi, sefa geldi, hoş geldi...
Hüsnü Arkan’ın gruptan uçup kendi kanatlarına kavuşuşunun aslında kara bir haber sayılamayacağının kanıtı ‘Solo’. Ada Müzik etiketiyle yayınlanan albümde 10 adet yepyeni şarkı var. Tamamının bestesi, altısının sözü Arkan’a ait. Kalan dört parçada Can Yücel, Orhan Veli, Ümit Yaşar Oğuzcan ve Nâzım Hikmet imzası var.

Yılın sürprizi
Yazıma başlık yaptığım şarkıdan başlamak isterim, albüm onunla açılmasa da: ‘Hoşgeldin’. Çünkü, gördüğüm andan itibaren bana yılın sürprizi gibi geldi Hüsnü Arkan - Birsen Tezer düeti. Bilmiyorum Birsen Tezer’i hâlâ dinlememiş olanlar var mı? Belki onlara büyük bir iddia gibi gelebilir ama bana göre Türkiye’nin en iyi yorumcularından biridir. Şahane söylediği Ortaçgil şarkılarıyla, en çok ‘Çığlık Çığlığa’ ile tanınmış, çoğu kendi şarkılarından oluşan ilk albümü ‘Cihan’ı ise bir buçuk yıl önce çıkarmıştır. Şimdi yeni haberler bekliyoruz Birsen Tezer

Yazının Devamı

“Mutlu olmaya kendiniz karar verirsiniz”

21 Ocak 2011

Başrolünde Charlotte Gainsbourg’un oynadığı ‘Ağaç’, izleyeni hırpalamayan bir yas filmiBazı filmlerde bir tek cümle oluyor, duyduğunuz anda kafanıza kazınıyor. Bu hafta gösterime giren ‘Ağaç’ı izlerken de, yazar-yönetmen Julie Bertucelli’nin 7-8 yaşlarındaki bir kız çocuğuna söylettiği boyundan büyük cümle çok etkiledi beni. Küçük kızın adı Simone, anne-babası ve üç kardeşiyle Avustralya’da, kocaman bir ağacın altına kurulmuş güzel evlerinde yaşıyor. Ailenin tek kız çocuğu. Mutlu bir çocuk.
Ama babası, karısına aşık, çocuklarına düşkün, sevgi dolu bir adam olduğunu anladığımız Peter, aniden kalp krizi geçirip ölüyor. Arkasında her biri kendince yas tutan bir aile bırakarak... Anneleri Dawn (çok başarılı Charlotte Gainsbourg) yaşamdan elini eteğini çekerken, babasının sevgili kızı Simone da, özlemine ilginç bir çare buluyor: Babasının bahçedeki dev ağacın içinde yaşadığına, oradan onunla konuştuğuna karar veriyor. Ve hayatının yarısından fazlasını o ağacın ‘kolları’ arasında geçirmeye başlıyor. Böyle iyileştiriyor kendini.
En yakın kız arkadaşının, “Sen bayağı mutlu görünüyorsun, ben babam olmadan yaşayamazdım” yollu acımasız lafına da, işte o başta söz ettiğim etkileyici

Yazının Devamı

ALDATILMIŞ BiR KADININ ÖFKESiNDEN SAKININIZ!

18 Ocak 2011

Aldatılmış, ağlatılmış, onuru kırılmış bir kadının yapabileceği kötülüklerin sınırını kestiremeyebilirsiniz. Kim bilir bu tema etrafında kaç roman, kaç öykü, kaç oyun, kaç senaryo yazılmıştır... Hem de ne kadar eski zamanlardan beri. Euripides’in M.Ö. 5’inci yüzyılda yazdığı ‘Medea’, bunların ‘pir’lerinden biri. O kadar da güçlü bir metin ki, defalarca izlesen yine kanın donuyor.
Konusunu hatırlayalım önce: Medea, aşık olduğu Iason için evini, yurdunu terk etmiş bir kadın. Bir gün kocası onu terk ediyor. Kral’n kızıyla evlenmek için. Medea’nın da ağzına bir parmak bal çalarak, “Hepimiz için yapıyorum, oğullarımızın geleceği için, onlara soylu kardeşler vermek için” vs.

Ali Kaptan’ı aratmıyor
Yetmiyor, Medea’yı da Kral’ın emriyle ülkeden sürdürmeye kalkışıyor. Bir tehdit oluşturmasın saadetleri için diye. Bugünün verileriyle konuşursak, Ali Kaptan’ı aratmıyor, Iason’un hainlikleri de. Gelgelelim, Medea bir Cemile değil, bir an parlayıp çakıyı rakibesinin karnına sokmak yerine oturup plan yapıyor. Ve çiftin mutluluk planlarını yerle bir ederken, kendisini de ölümcül bir acıya mahkum ediyor. Ne gam, intikamını almış oluyor.
İzlediğim son ‘Medea’, çiçeği burnunda bir tiyatronun,

Yazının Devamı

Aşkın parçaladığı burjuva ailesi

14 Ocak 2011

‘Benim Adım Aşk’, her şeyi yerli yerinde, kibar ve serinkanlı bir ailenin ortasında dinamit patlatan aşkı anlatıyorHabire yeni yasak haberleriyle, dizilere, filmlere, yemeye içmeye gelen kısıtlamalarla ‘eğlenceli’ günler yaşıyoruz peş peşe. Ama ben bir film gördüm bu hafta, içimin daralmasına, ruhumun sıkılmasına çok iyi geldi.
Adı ‘Benim Adım Aşk’. Sanıyorum korsan DVD piyasası ‘sayesinde’ (I am Love) adıyla ünlendi ama bu bir İtalyan filmi, bu nedenle orijinal adı ‘Io sono l’amore’.
Milano’da, tekstil işiyle uğraşan çok zengin bir aile, Recchi’ler. Rus asıllı bir anne (kocası ona evlenirken Emma adını vermiş, asıl adını neredeyse kendisi bile unutmuş), işkolik bir baba ve üç yetişkin çocuk. Görkemli bir evleri, aşçıları, uşakları, hizmetçileri ve birbirleriyle hayli mesafeli, kibar, ‘serin’ bir ilişkileri var.
Ailenin büyükbabasının işleri kime devredeceği mühim açıklamasını yapacağı yemeğe davetsiz bir misafir uğruyor bir akşam. O gün atletizm yarışmasında ailenin büyük oğlu Edouardo’yu yenen aşçı Antonio. Elinde kendi yaptığı pastayla kapıda beliren genç adam, zamanla ailenin o ‘muntazam’ hayatını da temelinden sarsacak bir varlık gösteriyor.
Fazla da ipucu

Yazının Devamı

FiLM BU, FiLM...

11 Ocak 2011

‘Muhteşem Yüzyıl’ protestolarının düşündürdükleri: İngiltere’nin, Fransa’nın kralları insan da, bizim padişahlarımız neden nefes alamıyor?Çocukken çok meraklıydım tarihi filmlere. Cüneyt Arkın’ın burçtan burca uçtuklarını kastetmiyorum. Asıl meraklı olduklarım, türün yabancı örnekleriydi. İngiltere, Fransa kraliyet ailesiyle ilgili olanlar. Çünkü onlar, kralları savaş meydanlarının dışında da nefes alan, gülüp eğlenen, aşık olan, sevişen, tabii hata da yapan, zaafları olan, entrika çeviren ‘insanlar’ olarak gösteriyordu. Bir filmi izlenir kılan da, muhtemelen gerçek olan da buydu zaten. Çok mu tuhafım, magazine mi düşkünüm bilmiyorum, ama bizim padişahlarımızla ilgili de en çok merak ettiğim bunlardı. Ders kitaplarında yazmayan detaylar.
Anne Boleyn örneğin, iki yıl önce izlediğimde yine kanımı donduran ‘Boleyn Kızı’ndan önce, çok küçük yaşlarda 1969 yapımı ‘Anne of the Thousand Days’ (Türkçe’de ‘Bin Günlük Mutluluk’ gibi bir ismi var) filmindeki Genevieve Bujold olarak kazınmıştı kafama. Karşısında da Kral VIII. Henry olarak Richard Burton vardı. ‘Boleyn Kızı’nda ise iki kız kardeş arasında bocalayıp neredeyse tacı tahtı unutan VIII. Henry’yi Eric Bana oynuyordu. Nefes

Yazının Devamı

Gelen gideni aratmıyor

7 Ocak 2011

2010’un şubat ayında “Çok şükür hem hikaye anlatıp hem güldürebilen, üstelik bunu esprilerinin tamamını bel altından devşirmeden yapabilen bir film” diye yazmışım ‘Eyyvah Eyvah’ için. Şimdiki yazıma da “Çok şükür, bunu yapmaya hâlâ devam ediyor” diye başlamak isterim. Bütün “Birincisinde başardılar ama devamı da öyle gelir mi ki bakalım?” şüpheciliğimizle girdiğimiz ‘Eyyvah Eyvah 2’den yine ağız kulaklarda çıktık. Filmi sinema yazarlarıyla birlikte izledim ve şunu söylemek isterim ki, epey kahkahalı bir seanstı.
Senaryo yine Ata Demirer’e ait, yönetmen koltuğunda da birinci filmdeki gibi Hakan Algül var. Nerede kalmıştık hatırlayalım: Saf klarnetçi kardeşimiz Hüseyin, (pardon ‘Üseyin’, yani Ata Demirer), Geyikli’den kalkıp İstanbul’a hiç tanımadığı babasını aramaya gitmiş, orada şarkıcı Firuzan (Demet Akbağ) ile tanışıp maceradan maceraya koşmuştu. Sonunda, başları beladan kurtulmayan ikilimiz, Hüseyin’in babasını da alıp memlekete dönmüştü. Artık sıra, Hüseyin’in gönlünü kaptırdığı hemşire Müjgan’a (Özge Borak) açılmasına gelmişti.
Nitekim, ikinci film de yine şen şakrak, şarkılı türkülü bir açılışla bizi elinde yüzük, yüzünde şapşal bir ifadeyle sağlık ocağının kapısında

Yazının Devamı

ŞiMDi ÖZÜR DiLER Mi ACABA?

4 Ocak 2011

İki yıl sonunda adli tıp raporu çıktı ve Serhan’ın uyuşturucu kullanmadığı belgelendi. Ardından mahkeme Aykut Işıklar’ı 7 bin TL tazminat ödemeye mahkum ettiBir taraftan iddia öyle saçma ve komikti ki, insan üzerine konuşmayı bile zül addedebilir. Öte yandan, birileri buna inanmış olmalıydı ki (aslında mesleğimiz adına ne iyi ama bir yandan da ne yazık ki hala bazı insanlar bir şeyin gazetede yayımlanmasını doğruluk kanıtı kabul ediyor), zaman zaman karşıma çıktı bu abuk subuk iddia. O nedenle mahkeme de sonuçlanmışken, ben de bir kez daha bir hatırlatma yapmak istedim.
Olay nedir? Burhan Şeşen’in iki sene önce bir dizi ihmal, hata, duyarsızlık sonucu kaybettiği - kaybettiğimiz 26 yaşındaki oğlu Serhan’ın arkasından yazılan, haksız ve iyi niyetten fena halde uzak yazı. Hani öylesine hiçbir insani ölçüye uymuyor ki, kelimelerimi seçerken zorlanıyorum.
Yazan kişinin adı Aykut Işıklar’dı, gazetesi Bugün. Serhan’ın ölümünden sonra çıkan gazete haberlerine sinirlenmişti kendisi. “Kokain içtiği için burun kemiği bile kalmayan bir gencin ölümünü ‘romantik’ gösterdiler” diye ‘isyan ediyordu’. Kimler? ‘Ortalıkta gazeteci diye dolaşan torpilli kızlar’!

Bu nasıl iftira?
O

Yazının Devamı

Kendinize bir yeni yıl hediyesi alın

31 Aralık 2010

Yılın son günleri muhasebelerine ne kadar yüz vermese de insan, ister istemez düşünüyor biraz. Neleri geride bıraktım, neleri yanımda taşıyorum, neler bekliyorum yeni gelenden?
Şimdi bu yılın son gününde ilk önerim, Murathan Mungan’ın ‘Bir Yılın Son Günleri’ şiirini okumanız. İyi geliyor insanın ruhuna, yeni bir yıla başlarken.
Sonra da bir müzik mağazasına gidip Bülent Ortaçgil’in ‘Sen’ albümünü almanız, evinize, arabanıza dönüp derhal CD çalarınıza yerleştirmeniz...
Ben yaptım, ilk duygum: ‘Gece Yalanları’nın üzerinden tam yedi yıl geçmiş. Ne kadar özlemişim Bülent Ortaçgil’den yeni şarkılar duymayı...
Ama bir dakika, bu çok farklı, çok yeni bir şey. Bir kere sözler artık ‘olgunluk dönemi’yle filan açıklanabilir olmaktan çıkmış durumda. Alabildiğine sade, bir o kadar ve aslında tam da o nedenle etkili. Çoğunun içinde deniz kokusu var. Bozburun’daki evinden uçsuz bucaksız denize bakarak yazmış tabii tamamını, aksi mümkün mü? “Oturmuşum deniz kıyısına / Tam da kayanın karşısına / Çakıl taşlarını suya atarım” diye başlıyor albümün ilk şarkısı... Ve bana her şarkı denize atılmış bir çakıl taşı gibi geliyor. Çıkardığı sesle, verdiği derinlik, ferahlık ve serinlik duygusuyla.

Bun

Yazının Devamı