Bize de bir kahraman gerek

29 Ekim 2010

Essen’in 80 yıllık sinema salonu Lichtburg da yıkılıp alışveriş merkezine dönüşme tehlikesi yaşadı. Ama Essen’liler sinemalarını kurtardılar

Bir şehir düşünün, küçük bir şehir, bir sinema salonu var, kendisinden daha ünlü. Halkı onunla gurur duyuyor. Ve en sevdikleri şey onu yıkılmaktan nasıl elbirliğiyle kurtardıklarını anlatmak...
Essen’de pek çok kişiden dinledim 1928 yılında inşa edilen Lichtburg Sineması’nın hikayesini. Almanya’nın ilk ve en büyük sineması. İçeri adımınızı attığınız anda ‘tarihin kokusu’nu alıyorsunuz, ama bu köhnelik alamına gelmiyor hiç. Aslına uygun şekilde yenilenmiş, ne kadar gurur duyulsa az bir salon. İçim cız ediyor, aklımda bizim Emek Sineması.
2001 yılıymış Lichtburg Sineması yıkılma tehlikesiyle karşı karşıya kaldığında. Bildik bir senaryo, “Yıkalım, yerine alışveriş merkezi yapalım.” Fakat işte orada bir kadın var, yürekli bir kadın, ismi Marianne Menze, Lichtburg Sineması’nın yöneticisi. Halkı öyle bir örgütlüyor ki, yüzlerce mektup gidiyor Essen’lilerden Meclis üyelerine,“Sinemamızı yıkamazsınız” diyen. Art arda bağışlar geliyor, medya konuyu sürekli gündemde tutuyor. Sonunda bu küçük kentten çıkan büyük sese kulak vermemek

Yazının Devamı

EY TÜRK KADINI, BiRiNCi VAZiFEN ZAMANI DURDURMAK!

26 Ekim 2010

Bir yazar arkadaşımız Hatice Aslan'a, "Topu topu 48 yaşında ama 58 gibi görünüyor. Fena kırışmış..." buyurmuş. Kimin haddine düşmüştür bu konuda başkasına, hem de gazete köşesinden öneride bulunmak?

Bu dünyanın, en çok da bu medyanın kadınlara sürekli daha genç, daha güzel görünmeyi dayatmasını çok tehlikeli buluyorum. Her daim en cazip malzememiz olan ‘neydi, ne oldu’ dosyalarıyla, ‘bir zamanlar kartaldı’ temalı foto galerilerle dört koldan gençlik sevdası pompalanıyor.
Kırışmayacaksın, buruşmayacaksın, kilo almayacaksın, sarkmayacaksın. Bunlar utanç verici durumlar. Tedavülden kalkmak, oyundan atılmak istemiyorsan, birinci vazifen zamanı durdurmak!
Fakat bu zaman denen şey durmadığına, eninde sonunda herkes yaşlandığına göre hastalıklı olduğu garanti olan bu durum ama, kadınlar tarafından da desteklenince, hatta savunulunca söz orada bitiyor benim için.

Dudağım uçukladıÖnceki gün Sabah gazetesinde bir köşe yazısı okudum da ondan düşündüm bunları. Mevzu 'Lale Devri' dizisinin kaldırılmasıyken hop, oradan Hatice Aslan’a geçilmiş. Yazar arkadaşımız onu izlerken 'kadın kısmının bir yaştan sonra estetik cerrahiye ilgi göstermesi gerektiğini bir kez daha idrak etmiş',

Yazının Devamı

Facebook’u yaratan asosyal çocuk

22 Ekim 2010

İlk bilgisayar programını 10 yaşındayken yazmış bir insanın 20’lerine geldiğinde ‘uyumsuz’ olması, sosyal ilişkilerinde ‘başarısız’ şaşılacak bir şey mi? Hiç değil


Böyle bir insanın dünyanın en büyük ‘arkadaşlık’ sitesini kurması ilginç gerçekten. Gerçi, değil mi ki sanal alem bize gerçek hayatta mahrum kaldıklarımızı sunuyor, aslında bu da çok anlaşılabilir bir durum. Hele hele David Fincher’ın hayranlık uyandıran filmini izledikten sonra daha da anlaşılır hale geliyor.
Önce şunu söyleyeyim: Herkesin bildiği bir hayat öyküsü ancak ‘Se7en’ gibi, ‘Dövüş Kulübü’ gibi filmler yapmış bir adam tarafından böylesi gerilimli, merak uyandıran bir maceraya dönüştürülebilirdi. ‘Sosyal Ağ’ günümüzün en büyük fenomenlerinden
facebook’un doğuş hikayesini anlatmakla, onu yaratan sıra dışı genç adam, Mark Zuckerberg’i tanıtmakla kalmıyor, basbayağı soluk soluğa
izleniyor.

Yazının Devamı

Eşcinsellik yasak cinayet serbest

19 Ekim 2010



‘Bir İstanbul Masalı’, 2002 yılında en çok izlenen dizilerden biriydi.

‘Bir İstanbul Masalı’nı sansürleyen kanalın, bir baba oğlunu öldürttüğünde kılı kıpırdamıyor

Bir haber vardı geçen hafta kimi gazetelerde, Kaos GL kaynaklı: 2003 - 2005 yılları arasında memleketin en çok izlenen dizilerinden ‘Bir İstanbul Masalı’, yedi yıl sonra yeniden yayınlanırken sansüre uğramıştı.

Yazının Devamı

‘Pes etti ve gitti!

12 Ekim 2010

Varsın o dünyaca ünlü bir yönetmen olsun, filmleriyle yüreklere dokunmuş olsun...Hiçbir hak ihlaline, ırk ayrımına, soykırımın sözüne bile tahammülü olmayan insanımız bünyesinden atıverdi işte Emir Kusturica’yı


Mesele Emir Kusturica’yı yargılamak olunca, birer insan hakları havarisi kesilen memleketim insanına hayranım. Bakıyorum, köşe yazarlarında, politikacılarda, sanatçılarda, Kusturica Türkiye sınırlarını terk etmeden, huzur bulamayan herkeste, insan hakları konusunda yüksek lisans vermiş bir ülkeden seslenir havası.
Bizde etnik köken, dil, din ayrımı yoktur. Hiç kimse bu tür aidiyetlerinden ötürü ezilmez, hele hele kadınlar zinhar zulüm görmez. Meclis Başkanımız da ne diyor zaten? “Ülkemizde hiç kimse bir başka şahsa düşman olmaz, ama sarf edilen talihsiz sözler varsa ve bu talihsiz sözler özellikle kadınlara yönelik, kadınlara yapılan zulmü adeta meşru gören sözlerse, bunlara herkes tepki gösterebilir.”
Bizde tecavüz yoktur, tecavüzcü korunmaz, kadınlar uğradıkları saldırının sorumlusu sayılmazlar, tecavüzcüleriyle evlenmeye mecbur bırakılmaz, namus temizleme uğruna öldürülmezler. Kadınların kılına zarar gelmeyen bir milletin çocuklarıyız biz, ne mutlu bize.
Böyles

Yazının Devamı

Uzaklarda arama, teselli içinde!

8 Ekim 2010

Amerikalı yazar Elizabeth Gilbert’ın efsane kitabı ‘Ye, Dua Et, Sev’in filmi bugün sinemalarda. ‘Mutluluk senin içinde’ temalı bir film. Mekanlar çok güzel, hele İtalya ve Bali’de içiniz açılıyor

Ne kitabın bu kadar çok satmasında şaşılacak bir şey var, ne filmin bunca ses getirmesinde. Bugünün büyük şehirde sıkışmış, bunalmış, gürültüden kendi sesini duyamaz olmuş insanına bir düş sunuyor, ‘Ye, Dua Et, Sev’. “Formül öneriyor” demek isterdim, ama ne yazık ki pek çok kişi için erişilmesi imkansız bir hayal, bir masal, anlatılan.
Amerikalı yazar Elizabeth Gilbert’ın artık bir efsaneye dönüşen yarı otobiyografik romanından sinemaya aktarıldı film. (Bu arada, kitabın ‘efsaneleşme’ süreciyle ilgili çok ilginç bilgilerle dolu bir dosyasını Milliyet Sanat’ın bu ayki sayısında bulabilirsiniz)
Mesele şu, Elizabeth 35 yaşlarında, tam istediği gibi kurduğu bir evliliği, güzel bir evi, prezantabl kocası olan bir kadın. Gelgelelim bir gece yatakta gözünü açıyor ve istediği hayatın bu olmadığına karar veriyor. “Artık evli olmak istemiyorum” diyor yüksek sesle. Bizde anneler, teyzeler “Rahat battı” derler, tam o durum.
Sonrası işte o kibar kocanın terk edilmenin acısıyla

Yazının Devamı

‘Halim’den Macbeth olur

5 Ekim 2010

Biraz tuhaf bir oyuncu türünden söz edeceğim bugün. Çok tutulan bir dizinin en sevilen karakterlerinden birini oynuyordu geçen sene. Yolda yürüyemeyecek kadar çoktu şöhreti. Yine de öyle tabii.
O dizi biter bitmez televizyonda şöhretine şöhret, servetine servet katabileceği yeni bir projede oynaması beklenirdi. Bizde öyle çünkü, kendini unutturmamak, akıyorken küpünü doldurmak esas. Daha oynadığın şey biterken yenisine imzayı çakmak, mümkünse bu arada da birkaç reklamda birden görünmek, billboard’lara çıkmak lazım. Ekranlar boş bırakılmaya gelmez.
Ama işte bu arkadaş, üstelik öyle çok genç yaşta değil, 35 civarında yakaladığı şöhreti kaybetme paniğine filan kapılmamış, kurufasulyeci Halim’i kimseler unutmadan hangi yeni yüzle ekrandan milyonlara ulaşabilirim dememiş, onun yerine gidip gecede birkaç yüz kişiyle göz göze olabileceği tiyatro sahnesini yeğlemiş. ‘Küpün’ sadece parayla dolmayacağını biliyor belli ki.
Neticede İlker Aksum, şimdi Oyun Atölyesi’nde sahnelenen ‘Macbeth’in başrol oyuncusu. Antepli Ruşen’den, Adanalı Halim’den sonra şahane bir Macbeth. Ve heyecanı öyle bir starın filan değil, ilk kez seyirciyle karşılaşmış bir ‘çömez’in heyecanı olabilir ancak. Onun

Yazının Devamı

Sete kapuskayla gelen Elizabeth Taylor!

1 Ekim 2010

‘Deli Saraylı’nın Perizat Hanım’ı Perran Kutman’dan mutluluğun formülü

Onu ‘dünya gözüyle’ ilk görüşüm
10 küsür sene önceydi. Bana göre Türk televizyon tarihinin en iyi dizisi olan ‘Şehnaz Tango’ ani bir operasyonla yayından kaldırılıvermişti. Sebebi reyting olduğu kadar, iki çocuklu boşanmış bir kadın olan Şehnaz’ın evde oturup hayırsız eski kocasını beklemek yerine 40’ından sonra aşık olmaya kalkışmasıydı. ‘Perihan Abla’mıza yakıştırılmamıştı zahir bu ‘evlilik dışı’ ilişki. Halbuki o dizi, ‘bizim kız’, ‘mahallemizin ablası’ Perran Kutman’ın büyüyüp kadın olduğu diziydi ve çok da yakışmıştı kendisine bu hal. Şehnaz’ı çok sevmiştik özetle.
Neyse, ben o röportajda bir de karşısındakine yaşama sevinci saçan bir kadın tanımıştım. Eski kocası Hüseyin Kutman’dan boşanmasını anlatırken “Ben Perran’ı çok seviyorum, kimsenin onu üç günden fazla üzmesine izin vermiyorum” demişti. Yıllarca ben bu lafı yanımda gezdirdim, ihtiyaç duyduğumda kendime hatırlattım, iyi geleceğini düşündüğüm arkadaşlarımla paylaştım. İşe yaradı mı? Yok, teori yetmiyor, pratik de lazım insana.
‘Deli Saraylı’nın setine Milliyet Sanat dergisi için Perran Kutman ile söyleşi yapmaya giderken, bu konuyu deşmeye

Yazının Devamı