Benim 'serseri' ailem

26 Mart 2010

Ferzan Özpetek'in ‘Serseri Mayınlar’ı, aile değerlerini anımsatırken ahlakçı olmamayı başaran bir film

Bir film olsun, hem çok sıcak bir hikaye anlatsın hem o sürekli 'unutulmaya yüz tuttuğundan' şikayet ettiğimiz aile değerlerini hatırlatsın hem de 'ahlakçı' olmasın. Bunu becerebilen çok az isimden biri, Ferzan Özpetek.
Öyle bir duygu uyandırıyor ki insanda, filmlerini izlerken hem çıkar çıkmaz annenizi, babanızı, kardeşinizi, çocuğunuzu kucaklamak istiyorsunuz hem de ailenin insanın kendi hayatını istediği gibi yaşamasını engelleyen bir hapishane olmaması gerektiğini bir kez daha fark ediyorsunuz. Aile bireylerinin birbirlerini oldukları gibi kabul edebileceğini, etmesi gerektiğini, asıl o zaman aralarında gerçek sevgi bağının kurulabileceğini...son filmi 'Serseri Mayınlar'da da yine aileye, insan ruhuna, sevgiye, aşka, dostluğa, hayata, ölüme dair bir sürü şeyi o şeker pembe diliyle anlatıyor. Yine birden fazla sır, neşeli sofralar, bir düğün, bir cenaze, bir de yaşamı kutlayan Sezen Aksu şarkısı var. Lecce güneşi altında kendine özgü renklere boyuyor hepsini.
Kısaca özetleyelim, anne babası işletme okuduğunu zannederken Roma'da edebiyat öğrenimini tamamlayan

Yazının Devamı

Hüzün kraliçesinin Ghetto çıkarması

23 Mart 2010

Gülden Karaböcek unutulmaz şarkılarıyla cumartesi gecesi Ghetto'da

Sevenlerinin gönlünde enteresan bir tahtı var Gülden Karaböcek'in. Yıllar yılı yeni bir şey yapmasa da o yeri kimse kapamıyor. Misal, Göksel'in kimi şarkılarındaki sesi, hali tavrı bile hemen sevenlerini 70'lerin sonlarına, 'Dilek Taşı'nın yeri göğü inlettiği günlere götürüveriyor. Teselli de bir Gülden plağında bulunuyor tabii.
Yaşı veya dinlediği müzik gereği Gülden Karaböcek adını çok fazla bilmeyenlere ise, önce 'Dilek Taşı' sonra 'Sürünüyorum' demek yeterlidir. "Bir gün değil sana her gün yalvardım / Duymadın sesimi sürünüyorum" hani... Bu şarkıyı Gülden Karaböcek'ten duymadıysanız bile sonraki yıllarda sayısız kişiden, o da olmadı, bir versiyonunu stadyum ahalisinden dinlemişsinizdir kesin. Hangi takımın taraftarı olursanız olun hem de. Üç büyüklerin de marşıdır adeta 'Sürünüyorum'.

O acılı sesin sahibi
Hepsi de farklı zamanlarda müzikle uğraşmış, plaklar yapmış beş kardeşten biri Gülden Karaböcek. İlk plağını 14 yaşındayken yapan, başta daha çok halk müziğine yakın duran ve 'Neşe Karaböcek'in kardeşi' diye bilinen Gülden Karaböcek, 1978 yılında yaptığı ilk bestesi 'Dilek Taşı' ile bu yaftadan tamamen

Yazının Devamı

Eninde sonunda hepimiz yalnızız

19 Mart 2010

Afişe bakıp da bir türban hikayesi izleyeceğini zannedeceklere 'Büşra' ile ilgili ilk söyleyeceğim, bunun esasen bir aşk filmi olduğu. Çizer Bahadır Boysal'ın, zaten son derece uçuk kaçık bir türbanlı karakter olan Büşra'sı Leman'dan çıkıp beyazperdeye konmuş ve son derece serseri ruhlu, dilinin kemiği olmayan, çok okunan bir yazar olan Yaman ile büyük bir aşk yaşıyor.
Senaryoya da ilk fimini çeken 1981 doğumlu genç yönetmen Alper Çağlar ile birlikte imza atan Bahadır Boysal, banttakinden daha ayakları yere basan bir Büşra çizdiklerini kabul ediyor filmde. Filmimizin Büşra'sı, üniversiteyi yeni bitirmiş, gönlü gazetecilikte, son derece aklı başında, dünyayla ilgili bir genç kız. Bu rol için tanınmamış biri seçilmiş, doğru da olmuş, Mine Kılıç gayet iyi bir Büşra olmuş.

Tayanç Ayaydın harika
Hikayenin başında Büşra, Cumhuriyet ayarında olduğu anlaşılan bir gazeteye staj için başvuruyor, işe kabul edilmese de o odada hayatını değiştirecek adamla, ukala ve kayıtsız bakışlarla kendisini süzen Yaman'la tanışıyor.
Yaman karakteri için Kaan Urgancıoğlu'ndan Timuçin Esen'e sayısız oyuncu düşünülmüş, sonunda Tayanç Ayaydın'da karar kılınmış, ki ne isabetli bir seçim. Dünyayı ti'ye

Yazının Devamı

DT sahnesinde bir kronik muhalif

16 Mart 2010

Boris Vian'ın son oyunu 'İmparatorluk Kuranlar', İstanbul Devlet Tiyatrosu'nda sahneleniyor. Mutlaka gidip görmek lazım


Boris Vian adını ilk duyduğumda ortaokul öğrencisiydim. 'Le Deserteur' diye inanılmaz bir şarkıydı dinlediğim, kısacık, net, tokat gibi bir parça, 'Asker Kaçağı' Türkçesi.
"Sayın Cumhurbaşkanı" diyordu, "Size bir mektup yazıyorum. Belki okursunuz, zamanınız olursa." Çarşamba akşamından önce orduya katılmasını emreden kağıtları almış bir genç adam, "Bunu yapmak istemiyorum" diye yazıyordu mektubunda; "Yeryüzüne zavallı insanları öldürmek için gelmedim ben. Sizi kızdırmak değil amacım. Ama bunu bildirmek zorundayım, kararım kesin. Savaştan kaçacağım" diye bitiriyordu sözlerini.
Süslü bir cümle yok, 'çarpıcı' betimlemeler, şiirsel ifadeler... Hiçbiri. O yüzden de bu kadar vurucu ya işte.
Bizim ülkemizde hiç yazılamayacağını, hiç söylenemeyeceğini düşündüğüm bir parça olmuştu o zamanlar. Gerçi Boris Vian 1954'te bunu yazdığı zaman büyük yankıyla beraber Fransız milliyetçilerinin hışmını da toplamış ve yasaklanmış şarkı.

Yazının Devamı

Seveni de çok nefret edeni de

12 Mart 2010

Romanyalı yönetmen Mihai Maniutiu'nun İstanbul Şehir Tiyatroları'nda sahnelediği 'Bakhalar', etkileyici bir gösteri...

İstanbul Şehir Tiyatroları'nda bir oyun sahneleniyor bu sezon. Öyle bir oyun ki, yan yana oturduğunuz biri, her dakikasından kelimenin tam anlamıyla 'nefret ederken', siz tamamını basbayağı hayranlıkla izleyebilirsiniz. Euripides'in 'Bakhalar'ından söz ediyorum. Ondan söz ediyorum ama, Romanyalı yönetmen Mihai Maniutiu'nun metinden seçtiği parçalarla oluşturduğu bir performans aslında izlediğimiz.1 saat 15 dakika süren, son derece dinamik, görselliği çok güçlü, etkileyici bir gösteri. Gayet de cesur ayrıca.
Anlaşılacağı üzre, ben ikinci seyirci grubuna daha yakın bir yerde duruyorum. Ama oyunu önermekte tereddüt ederim. İki sebeple... Euripides zamanında 'kutsal değerlere' saygısızlıkla suçlanmış. Milattan Önce 400'lerde... Yıl 2010, 'kutsal değer' kavramının içini herkes kendince doldurup gocunmaya çok müsait.
İkinci sebep ise, Maniutiu'nun yorumunun herkese hitap etmemesinin son derece mümkün olduğunu görmem. Nitekim biz ayaklara kalkıp alkışlarken arka sırada bir beyefendi "Ne alkışlayacağım, onlar beni alkışlasın bir buçuk saattir buna katlandığım için"

Yazının Devamı

Çekmeceden dökülen şarkılar

9 Mart 2010

Jehan Barbur'un albümü 'Uyan'ı mutlaka edinmek gerek. Canlı dinlemek isteyenler ise bu akşam Nardis'e ya da bir cumartesi Kaktüs'e gidebilir


Benim için önce kedileriyle diğer tüm mekanlardan ayrılan Cihangir Kaktüs, artık bir de canlı müzik vahası olarak hayatıma renk katar oldu. Perşembe geceleri Sarp Maden ile başladı her şey. Sonra cumartesilere Jehan Barbur geldi yerleşti. Artık cumalar da Birsen Tezer'in ne mutlu bize ki.
Bu cumartesi müzik olduğunu da aklımıza getirmeden yolumuzu Kaktüs'e düşürdük iki kız arkadaş. Ve saat 10 gibi Jehan Barbur çıktı sahneye. Sahne dediğim, camın önüne konmuş tabure. Mekan zaten küçük ve sevimli, Jehan Barbur da öyle. Bu kadar samimi bir ortamda dinleyince, arkadaş olmuşsunuz gibi, soğuk bir kış gecesinde çok tatlı bir sesten masallar dinliyormuşsun gibi, birisi de omzuna sıcak bir battaniye koymuş gibi bir duyguya kapılıyor insan.
Bize öyle oldu. Ben Jehan Barbur'u uzun süredir uzaktan takip ediyormuşum nedense. Halbuki o 'yakından' bakılınca daha iyi görülen biriymiş.
Tabii hal böyle olunca, Barbur'un kendi söz ve bestelerini bir arada bulabileceğimiz albümün peşine düştük ertesi gün: Geçen yıl Ada Müzik etiketiyle çıkan

Yazının Devamı

Korkularını tutkuyla sevmek

5 Mart 2010

Ümit Ünal, bu yıl ikinci filmiyle karşımızda. Selma Ergeç ve Mehmet Günsür'lü 'Ses', iyi bir psikolojik gerilim

Bir genç kadınla bir adam, dansa kalkmışlar. Adamın niyeti flört etmek, "Hadi birbirimizi daha iyi tanıyalım" halinde. Kendisiyle ilgili önemsediği, özel bulduğu bir şey söyleyip karşılığını istiyor karşısındaki kadından.
"Ben çok güzel balık pişiririm" diyor, "buğulama". Evet, özel bir şey, belli ki övündüğü bir şey, bir de vaat içeriyor tabii...
"Hadi şimdi sıra sende." "Benim korkularım var" diyor kadın. "Bıçaklardan korkarım, asla dokunamam. Hatta masaya geldiğinde yer değiştiririm." Başka? "Sabah ezanından korkarım bir de."
Tahmin edileceği gibi o dans o şarkının sonunda bitiyor, adam kadına hiçbir zaman balık pişirmeyecek, hatta birbirlerinin adını bile bilmeyecekler.
Mesele burada değil ama, kadının, bazen hepimizin yaptığı gibi korkularını tutkuyla sevmesinde. Kendisini tanımlarken söze onlarla başlamasında. Onları hayatının vazgeçilmez bir parçası görüp üstüne gitmeyi, kurtulmayı hiç düşünmemesinde...

Yazının Devamı

Asıl mesele 'notada yazmayan'da

2 Mart 2010

Memet Ali Alabora ve Emir Gamsız-oğlu'ndan bir klasik müzik gösterisi: 'Çocuklar İçin Notada Yazmayanlar'


İş Sanat'ın programlarını seviyorum. En çok da bünyesinde bütün müzik türlerine yer veren bir konser salonu olmasını beğeniyorum. İyi örneklerine elbette.
Bizde cazcılar rock'çılara, rock'çılar klasikçilere, onlar tümüne burun bükerken mesela, İş Sanat'ta hepsi kardeş kardeş geçinip gidiyorlar. Klasik müziği de nitekim, küçük yaştan yakınlık kurulup sevilecek, gayet de 'popüler' olabilecek bir müzik türü olarak ele alıyorlar. Bu alanda yaptıkları en şahane işlerden biri, 'Çocuklar İçin Notada Yazmayanlar' gösterisi.
Aslında 'Notada Yazmayanlar' bir radyo porgramı olarak çıkmıştı yola. Aktör Memet Ali Alabora ile piyanist Emir Gamsızoğlu'nun hazırladığı, bir eserin farklı yorumlarını karşılaştıran, 'notada yazmayanın' peşine düşen bir programdı. Andante dergisinde de yayınlanıyordu program metni daha sonra.
Derken radyodan çıkıp konser salonlarına taştı. Klasik müzikle pekala 'eğlenilirdi', bunun yolunu açıyorlardı onlara kulak verenlere. Şimdi bence bugüne kadarki en hayırlı kitlenin karşısındalar, çocukların. O her tür sese en açık kulakların. Ben yeğenimin

Yazının Devamı