Eyvah eyvah! Çok güldük!

26 Şubat 2010




Bizim eli yüzü düzgün, zevzeklikten beslenmeyen komedi filmimiz hiç olmayacak mı? diye umutsuzluğa kapıldığım bir dönemde çıktı karşıma 'Eyvah Eyvah'. Genel olarak birçok 'komikliğe' gülemeyen biri olarak korka korka girdiğim salondan bir buçuk saatin bir saatinde kahkaha atmış, geri kalanında da ağzım kulaklarıma varmış olarak çıktım.
Çok şükür bir film hem hikaye anlatıp hem güldürebiliyor, üstelik bunu esprilerinin tamamını bel altından devşimeden yapabiliyordu. Hala...
'Eyvah Eyvah', BKM'nin son 'numarası'. Ata Demirer'in senaryosunu ‘Döngel Kerhanesi’nin yönetmeni Hakan Algül çekmiş. Başrollerde Ata Demirer ve Demet Akbağ var. Ve ilk söylemek istediğim şey: "Demet Akbağ'ı ne kadar özlemişiz!"
Öyle bir tip yaratmış ki Akbağ, Seda Sayan - Lerzan Mutlu - Demet Akalın karışımı şahane bir kadın. Gece kulüplerinde çalışan, ilk albümünü çıkartıp şöhret basamaklarını tırmanmaya hazırlanan bir şarkıcı, Firuzan. Karşısında Trakya'nın saf klarnetçi delikanlısı Hüseyin. Annesinin ölümünden sonra anneanne ve dedesiyle yaşayan Hüseyin, bir gün hiç tanımadığı, öldü sandığı babasının hayatta olduğunu öğreniyor ve memleketini ve büyük aşkı Müjgan'ı bırakıp İstanbul'a gidiyor.

Yazının Devamı

Ödül bir şeyleri değiştirir mi?

23 Şubat 2010

Bugün gibi hatırlıyorum, üçlemenin ilk filmi gösterime girdiğinde yaşanan manasız tartışmaları. Yıl 2007'ydi, Semih Kaplanoğlu 'Yumurta' ile peşpeşe ödülleri aldıkça muhtelif yönetmenlerin, yapımcıların ve köşe yazarlarının hışmına uğruyordu. Her zamanki 'ödüller kimsenin izlemediği filmlere gidiyor' iddiasının saygısızlık boyutuna vardığı bir vakaydı. Sadece Sinan Çetin'in film için "Bu entelektüel terördür" dediğini hatırlatalım, yeter.
O dönem röportaj için Semih Kaplanoğlu'nun kapısını çalmış, ödül aldığı için neredeyse özür dilemesini bekleyen tavır karşısındaki şaşkınlığını görmüştüm. Hayat etrafımızda son hızla, özensizce, paldır küldür akarken, kimse birbirini dinlemez en yüksek sesiyle konuşurken 'vicdanın sesini duyurmak için' sinema yapmayı seçmiş biriydi o. Zaman aslında o kadar hızlı ve gürültülü akan bir şey değildi çünkü, hele kendimizle başbaşa olduğumuzda. O yüzden onun filmlerinde de öyle akmıyordu.
Ama tabii sırf Semih Kaplanoğlu'nun kaderi değil bir şey anlatmaya çalışırken mütemadiyen sıkıcılıkla damgalanmak. Nuri Bilge Ceylan'a da, Reha Erdem'e de, Derviş Zaim'e de, daha pek çok kendi dili olan yönetmenimize de yaşama şansı pek az tanınıyor memleket

Yazının Devamı

Hayattan bir ‘kurt adam’ öyküsü

19 Şubat 2010




Bir genç kız gözünü açtığından beri anne babası tarafından tek bir hedefe yönlendirilmişse, - okumak, iyi bir eğitim almak, illa ki Oxford’a kabul edilmek - onu yolundan ne çevirebilir? Daha doğrusu ona bu kesin hedefe giden yoldan sapma cesaretini ne verebilir? Bunun en genel geçer cevabı, ‘aşk’ galiba. Yaş 16 ise, insan gözünü ancak bu güçle karartabilir, bütün dünyaya kafa tutabilir.
Gelgelelim ‘dünyanın’ da kafası onunla beraber karışırsa, ortaya ağır bedeller, en hafifinden bütün bir ömre damgasını vuracak bir ‘hayat dersi’ çıkabilir.
Bu yılın Oscar adaylarından 'An Education' , her ne kadar dilimize 'Aşk Dersi' diye çevrilmiş olsa da, basbayağı ağır bir hayat dersini anlatıyor aslında. Zaten filmdeki hikayenin asıl kahramanı İngiliz gazeteci Lynn Barber, o yılları anlatıp bünyesinden atabilmek için 65 yaşına kadar beklemiş. Sonunda, 90’larını süren anne babasını üzmeyi de, kötü evlat olmayı da göze alıp dökmüş içindekileri.
Olaylar 1961 yılı İngilteresi’nde cereyan ediyor. Lynn, filmdeki adıyla Jenny, anne babasının tek çocuğu, sorumluluk sahibi bir evlat, iyi bir öğrenci. Önündeki yegane hedef Oxford, hayallerinde ise Paris’te yaşanacak Gauloise kokulu,

Yazının Devamı

Balkanlar’dan gelen tiyatro dalgası

16 Şubat 2010



‘Profesyonel’, İstanbul Devlet Tiyatroları’nın yeni sezon oyunlarından biri. 2004’te İstanbul Film Festivali’nden ‘jüri özel ödülü’ almıştı.


Gündüze özgü aydınlıktan bahseden bütün selamlaşmaları kaldıralım. Gün ortasında bile geceye selam verelim. Aydınlığa kavuşana kadar da böyle davranmakta direnelim.
Sonu bu çarpıcı cümlelere varacak oyun için perde açıldığında bir ofiste buluyoruz kendimizi. Bir yayınevi. Hikayemizin anlatıcısı, 40 yaşlarında bir ‘edebiyat adamı’ olan Teodor, annesinin çağırdığı ismiyle Teya.

Yazının Devamı

Kalbinizden çıkmayın

12 Şubat 2010

Sevgililer Günü münasebetiyle ortalığı saran kırmızı kalp taarruzundan kaçmaya çalışır, bir yol bulamazken bir zarf geldi masama. "Sayın Asu Maro" yazıyordu üstünde: "Kışlarda Kalbinden Çıkma..."
Hah dedim, bu bir işaret. Birisi bana "Kalbine kapan, başka çaren yok" diyor. Devam ettim okumaya: "Dengesi kıl üzerinde duran bir kazanma, kaybetme tahterevallisinin üzerindeysen boşver, gitsin. Mutsuz kadınları dansa kaldırma."
İlginç... Zarfı açtım, içindeki kitabın adıydı 'Kışlarda Kalbinden Çıkma'. Kapaktaki isim, Aykut Tankuter. Reklam sektörünün koşuşturması içinde bir gün durup kendine bakmaya karar vermiş, 'Yalnızlığın Işıkları Deniz Fenerleri' ve 'Trenler Anılardan Geçer' adlı iki kitabı, film ve dizi senaryoları, bir de Altın Portakal'ı olan bir yazar.
Şimdi nasıl tanımlasam biraz eksik, biraz fazla kalacak bir dizi yazıyı bir araya getirmiş bu kitabında. Aşkı mı anlatıyor? Evet, Yalnızlığı? Kesinlikle. Yaralarımızı? Hepimizde olan ve şaşırtıcı biçimde birbirine benzeyen. Çocukluğu, anıları... Bugünü, yarını... Hayatı o zaman? Galiba en doğrusu bu. Bir hayat akıyor sözcüklerin içinden ve insanda sahiden bir koltuğa gömülüp battaniye altına girip, iyice kendine kapanıp izleme

Yazının Devamı

Cihangir'e neler oluyor?

9 Şubat 2010

Bir parkı vardı Cihangir'in eskiden. Binaların arasından ummadığınız bir anda karşınıza çıkardı. Çocukların oynadığı, gençlerin buluştuğu, yaşlıların dinlendiği bir nefes alma alanı. Aslında zavallı mahallenin son nefes alma alanı. Çünkü bir kafe cennetine dönüşmesi iyi güzel tabii ama, aslında Cihangir istiap haddini çoktan aşmış durumda. Günün her saati trafik korkunç, belli noktalar her daim kilit.
Bunların başında da güzelim Cihangir Caddesi geliyor. Özellikle de park yerle bir edilip devasa bir otopark inşaatına başlandığından beri. Aylar boyunca iş makineleri çalıştı, yeşil alan yok edildi. Cihangirlilerin kedi beslediği noktalar da öyle.
Hep yeniden park yapılması bekleniyordu, tabii ki olmadı. Üstelik arsa da çocuk parkı yapılmak üzere şartlı bağış. Ama kimin umurunda? Cihangir Sivil İnisiyatifi yazdı, çizdi, itiraz etti, kimse tınmadı.
Sonuç itibariyle bugün Cihangir Caddesi'nin göbeğinde, semtin en hoş kafelerinden Kaktüs'ün karşısında dünyanın en çirkin otoparklarından biri boy göstermekte. Yetmemiş, cadde de sağlı sollu İSPARK'a tahsis edilmiş durumda. Aman evimizin önüne bile haraç vermeden bırakamayalım arabamızı diye.
Üstelik bir tarife var, anlaşılmaz bir

Yazının Devamı

Yurdum için 'seks ve şehir' zamanı

5 Şubat 2010

Bridget Jones'ların, Sex and the City'lerin en moda dönemi geçti gerçi ama şimdi de bizde zamanı geldi anlaşılan. Zira 'Romantik Komedi', tam da o 'kentli genç kadın' filmlerinin kodlarını kullanan bir... Adı üstünde işte, romantik komedi.
Reklamdan gelen ve parlak renkleriyle, mekanlarıyla, çekimleriyle geldiği yeri hiç inkar etmeyen bir yönetmeni var filmin, asıl ismi Hakan Kırvavaç fakat Ketche adını kullanıyor. Kahramanlarımız, içlerinden birinin (Zeynep - Burcu Kara) düğün gününde tanıdığımız üç genç kadın. Kalan ikisinden birinin (Esra - Sedef Avcı) hödük bir sevgilisi, ötekinin (Didem - Sinem Kobal) ise ideal erkeği bulma hayalleri var.
Esra bir günde önce nefret ettiği işini, sonra ona dünyayı dar, özgüvenini yerle bir eden sevgilisini bırakıp yeni bir hayata yelken açıyor. Bir reklam ajansında bulduğu iş, ona aşkı da getiriyor. Hatta ev arkadaşı Didem'e de.
İki de erkek karakteri var filmin: Şaşırtıcı derecede tutarlı ve aşık bir erkek olan reklamcı Mert (Artık Issız Adam'lıktan istifa eden Cemal Hünal), ünlü bir dizi oyuncusu olduğu halde kızlarımız tarafından niye tanınmadığını anlayamadığımız kuzeni Cem (Son dönemin parlayan yıldızlarından Engin Altan Düzyatan).

Yazının Devamı

Biz eskiden bugünü daha pembe ummuştuk

2 Şubat 2010



Oyun kadrosunda Ferhan Şensoy ile Gökhan ve Burhan Şeşen kardeşler var.


Sene 1985'ti, bir tiyatro ‘fenomeni’ yaşandı İstanbul’da. Daha girişten başlıyordu olay, gestapo kostümlü görevliler kimlik soruyordu gelen izleyicilere, “Kimlik bitte” şeklinde ve millet koştura koştura gidiyordu kafakağıdını gösterip oyuna girmeye.
Ortaoyuncular’ın 'İçinden Tramvay Geçen Şarkı'sı, Nazi Almanya’sında geçiyordu zira ve iki savaş arasında tiyatro yapmaya çalışan büyük usta Karl Valentin’i anlatıyordu skeçleri ve hayat hikayesiyle. Ferhan Şensoy’lu, Hümeyra’lı, Rasim Öztekin’li dev kadrosuyla... Müziklerde Grup Gündoğarken imzası vardı. İlk albümleri bile çıkmamıştı daha bu üç genç adamın ve onların müziği, sesleri ve suretleriyle ilk Ses Tiyatrosu’nda tanıştı İstanbul seyircisi.

Yazının Devamı