Hazırlıklarını ilk duyduğumdan beri, bir yıla yakındır sabırsızlıkla beklediğim arabesk albümü nihayet bitirdi Şevval Sam. Bir araya gelip albümü konuşacağımız için, çıkmadan dinleme şansını elde ettim. Röportajımız dün yayınlandı, albümden söz etmek bugüne kaldı.
Adını 'Has Arabesk' koyarken ne kastediyorsa tamamen onu yapmış Şevval Sam. Tabii ki düzenlemeleri teslim ettiği İlyas Tetik önderliğinde. Kimdir İlyas Tetik? 'Keman ile Ölmeyen Şarkılar' diye bir albüm de yapmış bir keman virtüözü. Birlikte çalıştığı isimler arasında Orhan Gencebay'dan Cengiz Kurtoğlu'na, Sezen Aksu'dan Muazzez Abacı'ya kimi ararsan var. Dolayısıyla böyle bir albüm için de biçilmiş kaftan.
Çünkü Şevval Sam ile Kalan Müzik'in patronu Hasan Saltık'ın yola çıkarken ilk kararı, 1970'lerin sound'undan şaşmamaktı. Yani arabesk müzik deyince, fazladan süs püs eklenmeden, 'gereksiz taralamalara' girilmeden ne aklınıza geliyorsa, o. Mahalle delikanlısının kırmızı minibüsü, tespihi, 'şoförsün dediler, kız vermediler' yazısı, bir de teypte dönen şarkısı hani. 'İçiyorsam sebebi var' mesela, ki o da albümde var...
Damarlarınızda yer açın
'Yalnızım Dostlarım' ile açılıyor albüm. İlk dinleyişimi gerçekleştirdiğim
Bu yaz gene bol miktarda ‘Allah belanı versin’ temalı şarkı sardı ortalığı. Halbuki intikam duygusunun da bir haysiyeti vardır
Yazın şarkısı ne olacak? Müzikle ilgili yazıp çizen biriysen her yaz başında aynı soruyla karşılaşırsın. Geçen hafta da önce ‘Cadde jürisi’ olarak yazın şarkısını seçtik, neredeyse oy birliğiyle “Tarkan” dedik. Yazın diğer şarkılarıyla haşır neşir oldukça neden hiç düşünmeden “Tarkan” dediğimi daha iyi anlıyorum. Diğer bütün özellikleri, Tarkan’ın yorumu bir yana, sözlerini tüylerim diken diken olmadan dinleyebildiğim bir tek ‘Sevdanın Son Vuruşu’ var çünkü.
Artık ayrılınan sevgiliye nispet yapmayı filan geçip ana avrat düz giden şarkıların bir sonu gelse diyorum. Başka hangi ülkenin pop müziğinde yegane tema “Allah belanı versin”, “Seni elaleme rezil edeceğim”, “Sürüm sürüm sürüneceksin” üçgeninde seyrediyor? Bizde durum niye böyle?
Serdar Ortaç’ın ‘çıkış şarkısı’ ‘Poşet’ mesela. Ne diyor? “Seni çöpe atacağım, poşete yazık”. Ne latif bir eski sevgiliye ‘sitem’ sözü...
Geçiyoruz Demet Akalın’a, ki kendisi zaten daha önce ‘üç beş tur atıp unutacağını’ muhtelif şekillerde ele güne ilan etmişti. Şimdi, “Kime bu caka, bu hava / Seni herkes iyi
Tiyatro Festivali'nde 150'nci doğum yılını kutladığımız Çehov'un üç oyunu var. Bunlardan biri, Tiyatro Pera'nın 'Vanya Dayı'sı
Biletinizi kestirip doğrudan bir bahçeye giriyorsunuz. Loş ışıkta ağaçların yanından geçip yerinize oturuyorsunuz. Rusya'nın bir köyündeki çiftlik evi burası. İki mutsuz insanın, Vanya Dayı ile yeğeni Sonia'nın çekip çevirdiği çiftlik. Yıl 1904, ağustosun son günleri.
Bir süredir Sonia'nın babası profesör Serebriakof da genç ve güzel karısı Yelena ile birlikte gelip yerleşmiş 26 odalı çiftlik evine. Tekdüze akıp giden yaşam, yolundan sapmış onların gelişiyle. Yaşlı ve hastalıklı profesörün huysuzluğu bir yana, yaşamını hiçbir şey yapmadan, sıkılarak ve sızlanarak geçiren Yelena güzelliğiyle bir etki alanı yaratmış çevresinde. Önce Vanya Dayı'yı aşık etmiş kendisine, ardından Sonia'yı büyülemiş ve yaşamlarını gece gündüz çalışarak geçiren bu iki kader ortağı, işi gücü bırakıp onun yanında durmak ister olmuşlar.
Çiftlik evine 40 yılda bir gelip giden doktor Astrof da kendini adadığı işlerini boşlayıp orada yatıp kalkar olmuş. Onun da sebebi diğerleriyle aynı: Yelena'nın yanında olmak.
Neticede evde sıkıntı birinden diğerine bulaşarak büyürken,
İstanbul Tiyatro Festivali'nin dört gözle beklenen yıldızı John Malkovich, adeta lanetlenerek yolcu edildi ülkemizden. Hayranlıkta da düşmanlıkta da sınır tanımıyoruz gerçekten
İKSV'nin geçen yıl sinema, bu yıl tiyatro festivallerine konuk ettiği John Malkovich iyiden iyiye 'bizim adam' oldu artık. Bir gece vakti Cihangir'de rastlamak da, öle dirile koşturup gittiğimiz sahne performansını terbiye sınırlarını hiçe sayarak yerden yere vurmak da son derece sıradan işler haline geldi.
Hayranlıkta da düşmanlıkta da sınır tanımıyoruz gerçekten. Malkovich'in oyununa bayılmamış biri olarak, hiç değilse sahne karizmasının ve oyunculuğunun hakkının teslim edilmemesini anlayamıyorum. Millette bir "Gördüğümüz en kötü şeydi!" havası. Memleketimizde çıta bu derece yüksek demek ki, ne güzel...
Bu kadarını hak etmiyordu
Neyse, kendisi seyirci tarafından taşlanmanın eşiğinden döndüğünün ne derece farkında bilemiyorum ama bildiğim şu: Cuma gününü biletleri satışa çıkmadan Lale Kart sahiplerince tüketilmiş 'Şeytani Komedya'ya sızmanın bir yolunu arayan "Dünya gözüyle şu adamı görelim"ciler, geceyi "O ne fena şeydi" ile noktaladılar.
Dediğim gibi, ben de oyuna bayıldığımı söyleyemem ama
'Selvi Boylum Al Yazmalım' 30 küsür yıl sonra restore edilmiş olarak gösterimde. Keşke "Sevgi emektir" diyen bu filmi Emek'te izleyebilseydik
Alışveriş merkezlerimizden birindeki son teknolojiyle donanmış sinemanın rahat koltuklarında oturmuş filmin başlamasını beklerken, giren müzikle nefesimi tuttum birden. Cahit Berkay'ın müziğiydi, o derece bildik, o kadar anılarla dolu bir melodiydi ki... Ve büyük perdede Asya'yı gördüm sonra. Kırmızı kamyonuyla İlyas'ı... Ve Cemşit'i...
Çocukluğumun kahramanları, tam bildiğim halleriyle, ama biraz daha canlı... Ve o unutulmaz replik: "Sevgi neydi? Sevgi emekti"
Esas mutlu son hangisi?
Bu cümleyi çok küçük yaşta, bir Türkan Şoray - Kadir İnanır filminde duymuş, aklının bir köşesine yazmış bir kuşağız biz. Bu filmin o güne kadar gördüğümüz Yeşilçam filmlerinden farklı bir şey söylediğini o yaşta bile sezmiş bir kuşak.
Tolstoy’un (Christopher Plummer) çevresi tarafından baş belası gibi görülen Sofya’nın (Helen Mirren) tek derdi, sevdiği adamın önceliği olmak.Michael Hoffman, 'Aşkın Son Mevsimi'nde, Tolstoy'un karısı Sofya ile ilişkisini anlatıyor. Bir dehayı anlatırken karısını harcamadan...
İki insan birlikte, yanyana, kol kola 48 yıl geçirirse ikisinin hayat hikayesini birbirinden ayırmak ne derece mümkün olur? Biri ünlü bir yazarsa, ölümsüz eserler bırakmışsa ardında, göçüp gittikten 100 yıl sonra da aynı iştahla okunan, bilinebilir mi hangi satırlarda diğerinin izlerinin olduğu?
Sofya Tolstoy'un ağzından duyduğumuz "Sen benim hayatımın eserisin, ben de senin" cümlesi, 'Aşkın Son Mevsimi' adıyla izlediğimiz Michael Hoffman filminin en çarpıcı anı oldu benim için. Bu arada, adam 'The Last Station' koymuş filminin adını, yani 'Son İstasyon'. Zira Tolstoy bir tren yolculuğunda rahatsızlanıp ölüyor. Peki biz niye bütün film adlarına ısrarla 'aşk' ekleyip duruyoruz?
Neyse ki, işin içinde aşk yok değil. 48 yıllık bir aşk, bağlılık, bağımlılık, çılgınlık, birbirine dönüşme, birbirini için için öldürme ama yine de birbirinden vazgeçememe hali var ortada.
Bir aşkın, bir ömrün son yılı
Göksel’in yeni albümü tıpkı, bu resimdeki gibi baharı çağrıştırıyor.
Türkçe popun eski şarkılarını, bilhassa 70'li yılları kendine - bir tür - iş edinmiş biri olarak, 'cover'lara pek bayılmadığımı söylemeliyim. Eğer bu şarkıları duyunca içimizde bir kıpırtı oluyorsa, o dönemin ruhunun, masumiyetinin ve şimdi yapılsa komik bile gelebilecek düzenleme anlayışının da marifeti bu. Hatta daha çok bunların.
Yoksa Nilüfer'in gencecik sesinden çok tatlı, matrak bir şarkı olan 'Git ona git benden selam söyle'yi Demet Akalın'dan dinlemek, tüylerimi diken diken yapıyor, 'Sana kırmızı çok yakışıyor' etkisi yaratıyor üzerimde.
Fotoğraflar çok güzel, masmavi bir deniz, parlak kırmızı kıyafetler giymiş bir Işın Karaca... Çok 'Akdenizli', çok... Belli ki 'yaz albümü' olarak beach'lere, disko'lara aday.Işın Karaca'nın 'Arabesque' albümü, türün en bildik şarkılarından oluşuyor. Niye 'que' diye bitiyor bu isim bilmiyorum. Belki Fransız bir hava verince, arabesk dinlenmekten utanılacak bir müzik olmaktan çıkıyordur
Ne oldu anlamıyorum, 60'ların, 70'lerin pop şarkılarını tüketmiş olacağız ki sıra arabeske geldi şimdi. Müslüm Gürses'e pop söyleterek 'sınıf atlattık', şimdi de pop şarkıcıları arabeske dönsün, tam olsun. Oldu da nitekim.
Arabesk albüm projesini bu sene ilk Şevval Sam'dan duymuş, büyük de bir coşkuya kapılarak buradan müjdelemiştim. Çünkü zaten Sam, annesinden de gelen genlerle farklı müzik dallarında enteresan işler yapan bir şarkıcıydı. Yanında Kalan Müzik, dolayısıyla Hasan Saltık da olunca ortaya sahiden ruhu ve de arşiv değeri olan bir şey çıkacağı belliydi.
Zaten Şevval Sam'ın da derdi, hayatlarımızın bir dönemine fon olmuş bir müzik türünü, düzenleme anlayışını da koruyarak yeniden icra etmek, ortaya bir tür belge koymaktı. Her müzik türü gibi arabeskin de içinde güzel