Alex de Souza... İstesek de istemesek de, sevsek de sevmesek de Fenerbahçe tarihinin en parlak sayfalarındaki kahramanlardan biri o.
Dokuz yılda olağanüstü bir verimlilik ve istikrarla 245 maç oynamış... 119 asist yapmış, 136 gol atmış. Başka bir deyişle 245 maçta skoru etkileyen pas ya da vuruşlarının toplamı 255.
Saygı duyulacak bir kariyer.
Biliyorum, futbolun sadece istatistiklerden ibaret olmadığını söyleyeceksiniz bana... Haklısınız. Alex sadece istatistik değil. Geç fark ettiğimiz yanı, egosu... Kişisel istekleriyle, arzularıyla, takıntıları ve hesaplarıyla baş etmekte zorlandığı zamanlar oldu. Saha içinde onca tekmeye karşı sakin kalan, kendini sadece oyuna odaklayan bu adam, Teknik Direktör Aykut Kocaman’ın takım içinde yeni taktik düzenlemelere giriştiği bir dönemde göremediğimiz egolarıyla ön plana çıktı. O sürecin sonunda sözleşmesini feshederek Fenerbahçe’den ayrıldı.
Başkan Aziz Yıldırım’ın bu süreci nasıl yönettiğini tartışmak anlamsız. Başkan’ın önem verdiği ilkeler ve davranışlarla Alex’inki uyuşmadı. Kaybeden Alex oldu.
Dramatik tablolar
Geçenlerde Coritiba’daki mesaisini sonlandırarak jübile yapan Alex, bugünlerde İstanbul’da... Amacı,
Cumartesi gecesi Rize - Trabzon karayolunda, Sürmene ilçesi hudutları içinde yaşanan silahlı saldırı olayı, sadece Fenerbahçe’yi değil, Fenerbahçeli futbolcu ve teknik adamlarla personelin bulunduğu otobüs üzerinden hepimizin hayatını hedef alıp kast eden terörist bir eylemdir.
O eylem başarıya ulaşsaydı, Tanrı korusun otobüs şoförünün ölümüyle başlayan kıyamet senaryosu, otobüsün viyadükten aşağı uçmasıyla devam eder, en seçkin yerli ve yabancı futbolcularla birlikte her biri en az onlar kadar değerli insanlar da ölür, yaralanır, hepimizin hayatı kararırdı.
Olaydan hemen sonra Trabzonspor yöneticisi Prof.Dr.Yakup Aslan’ın her şeyi bir yana bırakarak Fenerbahçe kafilesini ziyaret edip “Geçmiş olsun” dileklerini sunması, iki kulüp arasında 3 Temmuz sürecine bağlı olarak süren tartışmaların olayla ilişkilendirilmemesi konusunda duyarlılık göstermesi ve saldırıyı insanlık dışı bir eylem olarak nitelendirmesi, kamu vicdanında onaylanan bir davranış örneğidir.
Olayın mağduru olarak Fenerbahçe Spor Kulübü’nün duruşu da anlamlıdır. Böyle bir ortamda şampiyonluğun ve dördüncü yıldızın önemli olmadığını belirten Genel Sekreter Mahmut Uslu ve Asbaşkan Tolga Deniz Aytöre ile
Silah patlamış. Şoför yaralı... Ölümden kıl payı kurtulmuş. Kontroldan çıkan takım otobüsünün viyadükten aşağı uçmaması, 40 kişilik takımın ölü/ yaralı listesiyle ikiye bölünmemesi mucize!
Futbolun anlamını kaybettiği, puan, şampiyonluk ya da gol kavramlarının sıfırlandığı bir haftada oynasan ne olur, oynamasan ne olur!
Hele zirvedeki rakipleri farklı galibiyetlerle iddialarını korur ve sürdürürken, Beşiktaş haftanın kapanış maçı için sahaya çıkıyorsa... Hele zirvenin en genç ve en tecrübesiz takımıysa Beşiktaş!..
Bu maçı kazanmak gerçekten zor olurdu!
Koşullara, ortama ilaveten bir de Başakşehir fenomeni var ortada... Abdullah Avcı ile fark yaratan, yerli - yabancı oyuncu kalitesiyle taktik bütünlük içinde oynayan, savunmayı da kontrayı da iyi beceren bir Başakşehir bu! Edin Visca’nın hücumdaki etkinliği, Batdal’ın iyi bir gününe denk gelseydi Beşiktaş golü yer, büyük olasılıkla maçı çeviremezdi. Neyse... Batdal, şanssız (!) bu sene... 30 maçta 2 golle oynuyor.
Saha içindeki Beşiktaş’a dönersek... Öncelikle Sivok’a “hoşgeldin” demeliyiz. Artık Bilic’in mi, yönetimin mi, hangi iradenin kararıyla haftalarca kenarda bekledi, unuttum. Ayıp uygulamanın
Emre Belözoğlu, 12 yaşından beri bu ülkenin gündeminde... Adnan Sezgin, onu çocuk yaşta keşfedip Zeytinburnu’ndan Galatasaray kadrosuna kattığında Milliyet spor sayfasının göbek manşetindeydi.
Yıllar geçtikçe büyüdü. Yeteneklerinin, futbol zekasının, çabukluğunun ve öğrenme yeteneğinin örneklerini vererek muhteşem bir kariyerin sahibi oldu. Sadece Galatasaray’da değil, Inter ve Newcastle United’da da forma giydi. Oralarda ortalamanın üstüne çıkamasa da görgüsünü arttırdı, Türkiye’de çoğu profesyonelin sahip olmadığı birikimlerle zenginleşti.
Lider oyuncu karakteri ile Fenerbahçe’ye geldi Emre... Galatasaray’da yaşadığı UEFA Kupası zaferi, Milli Takım’la ortak olduğu Dünya Kupası üçüncülüğünün üstüne hem kişisel kariyerinde, hem de Fenerbahçe tarihinde yeni sayfalar yazmasını bekledik. Şampiyonluktan, kupalardan daha önemli sayfalar...
Gördük ki Fenerbahçe orta alanında futbolcu olarak sahip olduğu değerin yanına sporcu olarak fazla bir şey ekleyememiş.
Milli maçta kendini eleştiren yazarların bulunduğu basın tribününe eliyle yaptığı işaret, Fenerbahçe’de teknik direktör Aykut Kocaman’la soyunma odasında yaşadığı gerilim (sonrasında da Atletico Madrid’e gidip dönmesi),
Öldük öldük, dirildik. Oynadık, dayandık, direndik. Yeniden doğduk, umut ve moral kazandık. Ama ne yazık... Avucumuzdaki galibiyeti çaldırdık. Hem de uzatmalarda. Hem de tanıdığımız adamın -Sneijder’in- vuruşuyla... Topun Huntelaar’ın kafasına dokunuşuyla... Volkan Babacan’ı son saniyede terse düşüren o dokunuş da Hiddink’i ve Hollanda’yı hayata döndürdü.
Yine de mutlu olmalıyız. Her şeyin bittiği ve tükeniği bir grup macerasının içinde, kendi çocuklarımızın sorunlarıyla yorduk Milli Takım’ı... Fatih Terim, kadro seçimi, taktiğin belirlenmesi, savunma ve hücum varyasyonlarının sergilenmesi ile mi uğraşmalıydı, yoksa “evlatların sorunlarıyla” mı? Maalesef hepsini bir arada kotarmaya çalıştı.
Hakça söyleyelim, onca arızaya rağmen başardı!
Hollanda’nın ilk 20 dakikada bol pas yapıp top çevirerek, topu bize göstermeyerek denediği oyun hiç de etkilemedi çocukları. Aksine, çok başarılı bir alan savunmasıyla, yardımlaşan ve oyunu her iki yana oynayan orta alanla Hiddink’in dolmasını yutmayacaklarını gösterdiler. İlk yarıda üç kez gole yaklaştı Milli Takım... Gökhan ve Caner’in ortak yapımında top Burak’ın ardına düştü, vuramadı. Sonra Ozan Tufan’ın yoklaması geldi. Ama üçüncüde,
Hollanda maçında yayın krizi
Futbolumuz, bugüne kadar eşine rastlanmamış bir krizle karşı karşıya.
Hollanda- Türkiye milli maçını televizyondan izleyip izleyemeyeceğimiz henüz belli değil.
TMSF’nin 11 Mart’ta aldığı “Show TV’nin maçı yayınlamaması” kararı, son anda değişmezse, bilin ki 50 yıl geriye gidip Hollanda- Türkiye maçını radyodan dinleyip gazetelerden okuyacağız. Tıpkı 60’lı yıllarda olduğu gibi. O yıllarda sınırlı da olsa maçın iki - üç dakikalık özetini sinemalarda “Dünya Haberleri” gösterimi ile izleyebiliyorduk. Ama TMSF’nin kararı hukuk açısından o kadar bağlayıcı ki, bugünkü yayın hakları nedeniyle hiçbir kanalda özeti bile yayınlanamaz. Dijital çağımızda maç görüntülerine ulaşmak teknolojik olarak sonsuz kolaylıklarla mümkün olsa da -internet dahil- canlı yayını elde edemezsiniz. Hollanda’da yayın hakkına sahip kanala Türkiye’den ulaşabilir ve bu yayını evinizdeki televizyonunuza taşırsanız ne ala! Ötesi mümkün değil.
40 milyon euro
Futbolda 2016 Avrupa Şampiyonası ile 2018 Dünya Kupası eleme maçlarının yayın hakkı 2014 Mart’ında UEFA tarafından ihaleye çıkarıldı. Bu ihalenin Türkiye haklarını Sadettin Saran’ın şirketi kazandı. Saran, daha sonra alt
Fenerbahçe zirveye yeniden bilet kesti. Saracoğlu’nda garip bir derbi izledik. Doksan dakikalık maçın gergin, sıkılgan ve sorunlu tarafı ev sahibiydi. Beşiktaş önceki derbilerin aksine daha dirençli, daha sakin, daha baskılı bir oyunla rakibine meydan okudu. Ne var ki Demba Ba, Oğuzhan, Olcay ve Sosa’nın kaçırdığı yüzde yüz gol fırsatları Beşiktaş’a pahalıya mal oldu. Umumi arzu üzerine oyuna alınan Moussa Sow, hem takım arkadaşlarını, hem antrenörünü, hem de Başkan ve yönetimi kurtaran adam oldu!
Saracoğlu’ndaki maçın en garip yanı, hakem Fırat Aydınus’un kartlarla ilgili tutumuydu. Kaçırdığı inanılmaz gollerden sonra tribünler Emenike’yi protesto edip Sow’un oyuna girmesi için tezahürat yapıyordu ki, Nijeryalı oyunun durduğu 32. dakikada formasını çıkarıp sahayı terk etmek istedi. İsmail Kartal’ın müdahalesiyle itile kakıla oyun alanına sokuldu. Fırat Aydınus, hadi oyun durduğu için izinsiz sahayı terketme eylemine kart göstermedi diyelim... Peki forma çıkarmak sarı karta tabi değil mi? Ardından Emre ile Bilic diyaloğunu da hiç değerlendirmedi Aydınus. Hemen söyleyelim... Oyunun skorunu etkileyen bir yanlışı yoktu ama, üzülerek izledik. Aydınus, ciddi bir güven kaybına
Tribünlerde rekor yok ama dekor güzel, saha zemini olabildiğince yeşil ve düzgün... Beşiktaş için her şey hayallerdeki gibi başlıyor. Ama oynanan oyuna baktığınızda tat vermiyor, güven vermiyor, umut vermiyor.
Bilic’ten başlayan yanlışlar oyuncularla devam ediyor... Hırvat Hoca, Kayseri Erciyesspor’la Brugge’ü - forma renkleri dolayısıyla - birbirine karıştırmış anlaşılan. O nedenle sezon başından beri pek denemediği çift santrforlu oyunu, Brugge karşısında da uyguluyor. Oysa “Savunma oyuncularını arttırarak yediğiniz golleri azaltamazsınız, fazla forvet de size fazla gol garantisi vermez!” diyen kendisi... Mustafa Pektemek’le Demba Ba’nın birlikteliği ne fazladan bir şut ne de fazladan bir gol üretebiliyor. Buna karşılık orta alanda inanılmaz bir baskı yiyor Beşiktaş. Veli ve Tolgay o baskıya karşılık vermede zorlanıyor. Gökhan Töre ile kanattan yükleniyorlar ama bu defa da Gökhan bildiğimiz Gökhan değil. Ya final paslarında tercihleri yanlış ya da topla dripling yapma mecburiyetinden kalabalık Brugge savunması içinde topu kaybediyor.
Beş para etmez, kişiliksiz bir oyunla memleket futbolunun umuduna limon sıkıyor Beşiktaş... Mustafa - Demba Ba beraberliğinden gol