Beşiktaş’ın belleğinde kara noktalar vardı... Malmö, Auxerre, Valerenga maçlarında yaşanan şoklar, kuşaktan kuşağa anlatılıyor, aktarılıyordu.
Elbette Carvalhal’in bilmediği, yaşamadığı bir şeydi bu...
Kara noktalardan Q7’nin de haberi yoktu, Simao’nun da, Fernandes, Almeida ve Ernst’in de!
Hepsi İnönü’de yaşanmış şoklardı. Beşiktaş ilk yarıları 2-0, 3-0 önde bitirmiş, devre arasında büyük bir coşkuyla soyunma odasına gitmişti.
Ama sonra olan olmuş, o maçlar uğursuz beraberliklere dönüşmüş, tur hedefi hep Kartal’ın kursağında kalmıştı...
Elbette dünkü Beşiktaş’ın “enternasyonal” yeteneği, geçmişte o şokları yaşayan Beşiktaş kadrolarından daha fazlaydı. Özgüvenleri, ortaya koyup kanıtladıkları kaliteleri vardı.
Ama ah o kalbimizde yaralar açan mazi!
Türk Futbolu, 89 yıllık tarihinin en kirli dönemini yaşıyor. Bir yandan yargı, öte yandan TFF Kurulları, 3 Temmuz ’da gözaltılar, sonrasında da tutuklamalarla başlayan, nihayet duruşma aşamasına gelen Şike davasını sonuçlandırıp milyonlarca futbolseverin vicdanını tatmin edecek bir sonuca ulaşmaya çalışıyor.
Öte yandan bu dava bizim iç meselemiz de değil...
FIFA ve UEFA ’nın da gözü üzerimizde...
Alınacak kararlar, kuşkusuz uluslararası ilişkilerimizi de etkileyecek.
Aile içinde birbirimize karşı dürüst ve ilkeli davranmak, sokağa (Avrupa’ya) çıktığımızda da başımızı dik tutup utanmadan yürümek, komşularımızla sorunlarını çözümlemiş bireyler olarak selamlaşmak, oynamak istiyoruz.
Bu sonucu sağlamak o kadar da kolay değil Sayın Başkan...
Siz, “bombayı kucağında bulan” başkanın istifasıyla...
Futbol hatalar oyunu ise, fazlasıyla hata vardı... Futbol gol için seyrediliyorsa, fazlasıyla gol atıldı! Peki beceri ? O da vardı elbette...
Belki çok güzel bir oyun izleyemedik ama, futbol aşk ve heyecansa, üstelik biraz da acı çekmekse...
İnönü’de gerçek bir futbol macerasına tanık olduk.
Bu macerayı bize izlettikleri için iki takımın hocalarına da futbolcularına da teşekkür ediyoruz.
Önce hatalara bakalım...
Carvalhal’ın, adalesindeki çekme nedeniyle Perşembe’ye Braga rövanşını riske atmamak için Egemen’i maç kadrosuna almamasını anlayabiliriz. Ne var ki sahaya çıkan on birle kulübedekilere baktığımızda Beşiktaş’ın rezervleri arasında bir savunmacı olmadığını gördük. Buna karşılık hem Mustafa Pektemek, hem de Bank Asya’dan Tavşanlı’nın golcüsü Mehmet Akyüz, hücumda personel fazlası olarak kulübedeydi. Hücumculara ilaveten Alves de vardı...
Bizce bu bir hataydı. Nitekim Tanju Kayhan sakatlanarak çıktığında Portekizli hoca, çözümü içeriden üretip Veli’yi sol beke çekti.
Skor tabelasındaki gol zenginliğine bakıp aldanmamak gerekiyor. İki takım da iyi oynamadı. Atılan gollerin ilki gerçekten akıl, ustalık, görüş ve vuruş güzelliği sunuyordu. Burada durup Necati’yi alkışlamak gerekiyor.
Ama öteki goller, inanılmaz hatalar, uyuşukluk ve yaratıcılıktan uzak futbol manzaralarıydı.
Erhan Güven’in durumu 1-1’e getiren golünde İbrahim Kaş’ın kornerden gelen topu arkadaşına ustaca indirmesi güzel de... Galatasaray gibi cevval bir savunmaya hiç yakışmayan bir pozisyon izledik...
Yine de günün adamı Necati’ydi... Yaptıkları ve yapamadıklarıyla... Ama elinden gelenin en iyisini ortaya koymaya çalışan samimi bir gayret içindeydi. Attığı iki golün yanı sıra takımına kazandırdığı penaltı, emeğinin sonucunda gelen haklı bir ödüldü. Ödülü Selçuk gole çevirdi. Skor tabelasını belirleyen üçüncü golde emektar Sabri’nin katkısı çok önemli... Mersin İdmanyurdu, o kadar dağınık ve halsizdi ki, Sabri atağı başlattığında kaleci Hakan’a yakın tek defans oyuncusu vardı. Joseph Boum güç halle yetişti... Sabri vurdu, Hakan’dan döndü. Necati vurdu, Hakan’dan döndü ve o boşluk içinde dönen topa Necati yeniden vurup farkı yaratan adam oldu. Necati’nin ayağına sağlık...
Durum tartışmaya yer bırakmayacak kadar açık. Türk futbolu, kaostan bir türlü çıkamıyor.
Kulüpler kendi aralarında uzlaşamıyor.
Ateşin bacayı sardığı yangında birbirlerini suçlamaktan, kendi çıkarlarına göre vaziyet almaktan bir türlü vazgeçemiyorlar.
Bırakın yangını söndürmeyi, çıkış kapısını bile bulamıyorlar.
Haydi daha da açık söyleyelim:
Kendi iradelerini kaybetmiş durumdalar.
Siyasetten medet umuyorlar.
Kış ortasında bahar bu olsa gerek. Beşiktaş Süper Lig’de üst üste yenilgiler ve puan kayıplarıyla yaşadığı hayal kırıklığından sonra UEFA Avrupa Ligi’nde rüyasında bile görüp inanamayacağı bir Avrupa zaferi yazdı.
Tesadüfle, rastlantıyla, şansla değil... Futbol oynayarak, mücadele ederek.
Aklıyla, enerjisiyle... En başta da Fernandes’le!
Oyun başlarken Carvalhal’ın ilk maçtan rövanşa umut taşıma kaygısıyla daha mücadeleci, daha savunmacı bir on bir seçtiğini gördük. Hayret ! Santrforsuz takımdı sahaya çıkan. Portekizli hoca kalabalık orta alan oluşturmuş, hücum hattında da Simao, Veli ve Quaresma’yı görevlendirmişti. Aslında onlar da orta alanı destekleyen, rakibe boş alan bırakmayan anlayışın ortaklarıydı. Riskli, ama aynı zamanda akıllı bir tercih!
UEFA’nın geçen yılki finalisti Braga ise topu her kazandığında çabuk oyunla derinlik yaratarak kalitesini ortaya koyuyordu.
Hollandalı hakem Kevin Blom’un faullere son derece duyarlı, kart konusunda da ödünsüz kuralcı anlayışı, maçın çözülmesine yetti. Braga’nın ilk yarım saat dolarken Barbosa’nın gördüğü ikinci sarı kartla 10 kişi kalması dengeleri Beşiktaş’ın lehine çevirdi. Barbosa’nın boşalttığı sol kanatta riskin
Sivasspor, bu sezonun en flaş takımı... Bülent Uygun döneminde Şampiyonlar Ligi’nin kıyılarında dolaşan kırmızı - beyazlılar, sonradan büyük bir çözülme ve çöküş sürecine girdiler, dağıldılar... Toparlamak Rıza Çalımbay’a düştü... Tecrübeli hoca transfer tercihleri ve kadro derinliğiyle Sivasspor’a yeniden ofansif karakterini kazandırdı. Kariyerinin önemli bölümünü savunmacı karakteriyle geliştiren Rıza Çalımbay için de büyük bir gelişme örneğine tanık oluyoruz. Sivasspor, ligin en golcü (44) ikinci ekibi... Son üç haftada üst üste kazandıkları maçlar ve doğa koşulları da Beşiktaş karşısında onları daha avantajlı takım olarak öne çıkarıyordu.
Beşiktaş, malumunuz, son üç haftada üst üste üç yenilgi alarak büyük bir duraklama sürecine girdi... Dahası, sakatlıklar ve cezalar da Carvalhal’ı zor durumlara düşürdü. Bu maç İstanbul’da oynansa, İnönü’nün buzlu zemininde ne yaparlardı bilemiyoruz ama, alttan ısıtmalı 4 Eylül Stadı’nın çimlerinde olabildiğince sıkıntısız mücadele ettiler. Beşiktaş’ın, son haftalarda unuttuğu oyun kalitesini Fernandes’in dönüşüyle yeniden hatırladığını gördük maç başlar başlamaz... Beşiktaş daha iyi yardımlaşıyor, Toraman ve Tanju Kayhan’la savunmanın
Türk futbolu, 89 yıllık tarihinin en kaotik sürecini yaşarken, 3 Temmuz’dan beri başımıza gelmeyen kalmadı.
Ligin zirvesinde de dibinde de “şaibeli” maçlar ve takımlar olduğunu öğrendik. Şaibeler tapelerle somut biçimde savcının önüne kondu, yargıya taşındı..
Tutuklanan başkan ve yöneticilerle bir kısım menajer, teknik direktör ve futbolcu cezaevine kondu.
Ligin başlama tarihi üç kez ertelendi.
Ligin statüsü değişti. Play off gibi “ucube” bir formülle “Mal bozuldu, ama yine de satışa devam” denilerek Pazar çığırtkanlığı yapıldı.
Lig şampiyonluğu unvanı, askıya alındı.
Süper Kupa finali “ileri bir tarihe” ertelendi.