Zevkli, keyifli bir maç izledik. Çünkü tempo, alışılmışın üzerinde yüksekti. Galatasaray da, Büyükşehir de çabuk oyunda zaman zaman güzel tablolar sundular. Yardımlaşmanın, dayanışmanın örneklerini verdiler.
Yine de maçın kaderini belirleyen olay, Webo’nun kırmızı görmesiydi.
İBB, geriye düştüğü maçta Emre Çolak’ın 25 metreden attığı gole hemen hemen aynı mesafeden Visca ile karşılık vermiş, hem skora hem de oyuna ortak olmuştu. Ama Webo’nun Semih’in ayağına basarak yaptığı sakatlamaya yönelik tehlikeli müdahale Halis Özkahya’dan kuraldaki karşılığını görünce dengeler değişti. 10 kişi kalan İBB, hücumdaki tehdit edici özelliğini kaybetmiş, daha edilgen role bürünmüştü.
Arif Erdem’in kırmızı kartla eksik kalan takımını savunma pozisyonunda tutarak beraberliği koruma anlayışı işe yaramadı. Genç hoca, ancak 2-1 geriye düştükten sonra Webo’nun alternatifi Tevfik Köse’yi oyuna aldı ama, geç kalmıştı.
Galatasaray’a bakarsak.
Maçı açık farkla kazanmalarına, yüksek tempo ile oynamalarına rağmen sistematik olarak istediklerini yapamadılar.
Eboue hücuma katılamadı. Kazım sağ kanatta etkili oyun sergileyemedi. Sol kanat zaten “emanetçi”lerin elinde... Orada Hakan Balta’nın
Mahmut Özgener başkanlığında da öyleydi, bugün Mehmet Ali Aydınlar başkanlığında da öyle...
Türkiye Futbol Federasyonu, özerkliğin kendisine bahşettiği “erk”i kullanmaktan imtina ediyor.
Erk, dediğimiz daha yaygın bir deyişle “iktidar gücü”... Karar verme, uygulama, düzenleme, cezalandırma, ödüllendirme ve yönetme yetkisi.
3 Temmuz süreci başladığında yazmıştım, hatırlatayım. TFF, polis ve savcılık soruşturması başlamadan önce elbette birçok ihbarla uyandırıldı.
Bunların hiçbirini ciddiye almadı, kulak üstüne yattı, uyudu.
Şeklen bile olsa bir şike tahkik kurulu oluşturmadı. Herhangi bir dosya açmadı, açamadı.
Oynanan tüm maçları onaylayıp ligi tescil etti, Şampiyonluk Kupası’nı verdi.
3 Temmuz’da başlayan süreç, Fenerbahçe kadar travmatik olmasa da Beşiktaş’ta da sıkıntı ve sarsıntı yarattı. Teknik direktörünün ve futbol şubesinin başındaki yöneticinin tutuklanması özellikle yabancı oyuncular üzerinde hesaplanmayan bir baskı yarattı. Yine de takdir ederek altını çizelim ki yönetim beklenmedik biçimde akılcı ve dinamik uygulamalarla sürecin takım üzerinde yarattığı olumsuz etkileri minimize etmeyi başarabildi. Bunda, Beşiktaş taraftarının da bilinçli ve soylu duruşunu ve katkısını da göz ardı etmemek gerekir.
Carlos Carvalhal’in gelişi, her ne kadar önceden Avusturya kampında konuşulmuş, görüş birliğine varılmış olsa da Tayfur Havutçu’nun tutukluluk sürecinde tedirginlik yaratan bir operasyon olarak göründü. Ancak yönetimin, Carvalhal’in ve futbolcuların samimiyeti, sorunların çözümündeki önyargısız tavırları tedirginlikleri kısa zamanda ortadan kaldırdı.
Burada Carvalhal için özel bir sayfa açmak gerekiyor. Başlangıçta "Portekiz Çetesi" olarak adlandırdığımız oyuncu grubuna dokunmuyor, buna karşılık iki Alman futbolcu Hilbert ve Ernst’i adeta dışlıyordu. Guti’ye karşı kararlı ve ödünsüz tavrını Quaresma, Simao, Fernandes ve Almeida karşısında
Biliyorum, ilk bakışta uçuk bir düşünce, bir hayal gibi gelebilir. Yine de aklımdan geçeni paylaşmak durumundayım: Galatasaray, Arda Turan’ı kiralayarak Arena’ya döndürmeli!
Önce şu gerçeğe bakmakta yarar var:
Arda Turan, Süper Lig’in geç başlamasıyla, son anda gerçekleşen transferiyle Galatasaray’a para kazandırmış ama, ardında büyük boşluk bırakarak Madrid’e uçmuştur. Fatih Terim’in, Arda’nın hesaplanmayan gidişiyle ilgili açıklamaları da unutulmamalı: “Arda’nın gidişi bizim için sürpriz oldu. Arda’nın kadroda olduğunu dikkate alarak Culio’yu, Orduspor’a kiraladık. Lig zamanında başlasaydı, başımıza Arda kazası gelmezdi!”
Açıkçası finansal anlamda Arda, Galatasaray’a para kazandırmış, kulübüyle, teknik adamlarla ve takım arkadaşlarıyla hiçbir sorun da yaratmadan ayrılmıştır. Ne var ki, özellikle Ünal Aysal başkanlığındaki Galatasaray, finansal sıkıntıları çoktan gerilerde bırakmıştır. Bu gidiş, kulübün çaresizliğinden, ya da nakit ihtiyacından kaynaklanmamıştır. Arda, kendi açıkladığı, saygı duymamız gereken nedenlerle gitmiştir. O nedenlerin arasında Türkiye’deki eleştiri anlayışının da etkisi vardır, Arda kulüp dışındaki bazı taraftar gruplarının haksız
Bu yıl ligin gazı zaten kaçmış. Hiçbir şey eskisi gibi değil. Hemen hiçbir maç heyecan vermiyor, coşku yaratmıyor.
Masum ve güzel oyun hayallerde, özlenen sevgili gibi uzaklarda.
Antalyaspor Fenerbahçe maçı da hem stattakiler, hem de ekran başında seyredenler için tam anlamıyla çileye dönüştü. Stattakiler, yol ve altyapı yeterliliği sorgulanmadan girişilen inşaat hamlelerinin kurbanı olarak trafikte takılıp enerjilerini ve heveslerini kaybettiler. Ekran başındakiler de umutlarını tüketti.
Antalyaspor’un kadrosunda en az 6 oyuncu sakat. Fenerbahçe’de ise sadece Selçuk Şahin iyileşme sürecinde. Gelin görün ki sahada yer alanlar da sakatları aratmayacak kadar bitik duruma.
Alex kendi kararıyla (!?!) oyundan çıkınca Fenerbahçe’nin voltajı düşüyor. Takımda oyunu yönlendirecek lider kimlikli tek oyuncu var, Emre... Ama o da Bienvenu’ye attığı harika aşırtma pasın harcanmasıyla küsüyor oyuna. Sonrasında yine aynı Bienvenu, Semih’in kafayla aşırdığı topa boş kale önünde vuramıyor. Ayağı mı sürçüyor, bileği mi dönüyor, akıl almaz bir şeye tanık oluyoruz.
Bu maçın akla getirdiği gerçekler var. Fenerbahçe futbol takımı, Aykut Hoca ile birlikte kulübün içinde bulunduğu zor
Pekçok okurumdan olumsuz tepki alan, gördüğü her şeye kulp takmayı iş edinmiş, ama sıra yapıcı önerilere gelince heybesi bomboş gezen bazı köşe yazarları tarafından da tiye alınan geçen haftaki “dörtler sabitlenmeli” başlıklı yazımı yazarken, iki hedefim vardı aslında...
Her şeyden önce sevgili okurlar, şikeyi, spor ahlâkına uygun olmayan davranışları, gücün hukukunu savunuyor değilim. Beni yıllardır okuduğunuza göre, bunları yapmayacağımı sizler bilirsiniz zaten... Bütün yapmaya çalıştığım; tüm sporseverler olarak gelip tıkandığımız noktada, büyük çoğunluğumuzun tutkuyla bağlanmış olduğu güzel ve masum bir oyundan kopmanın eşiğine gelmişken, giderek vahim bir hal alan sosyal ve ekonomik koşulları da gözeterek çözüme yönelik bir öneride bulunmaktı. Tartışma başlatacak bir öneri...
Ben kimse affedilsin demedim. Olayı küçültmeye, görmezden gelmeye çalışmadım. Adaletin yerine parayı seçme kolaycılığına göz kırpmadım. Yalnızca “yarını biçimlendirmek için öncelikle dünü iyi anlamak gerekir” ilkesinden yola çıktım. Türkiye’de sportif etkinliklerin başladığı ilk günden beri sahnenin baş aktörleri olan İstanbullu üç kulüp ve onlara eklendiği 60’lı yıllardan bu yana özellikle
Korkulan da olmadı, beklenen de... Kadıköy’deki büyük buluşma “mevsim normalleri” içinde gerçekleşti.
Malum süreç nedeniyle birbirlerine kırgın, kızgın ve öfkeli tarafların gerilim, gerginlik, kavga ve çatışma olasılıklarını hesaplayanlar, sevinelim ki boşuna kaygılanmış. Tribünler de saha içindekiler de sorun yaratacak aşırı çirkinliklere sapmadı. Tarafları kutlamak gerekiyor.
Saha içine dönersek.
İki takım arasındaki farklılıklar maçın sonucunu belirledi.
Örneğin, Alanzinho ile Alex arasındaki fark...
İkisi de Brezilyalı, ama arada farklar var. Alanzinho topla buluştuğunda asla bir şutör ya da skorer değil. Tutturabilirse, iyi paslar atıyor. Duran toplarda da özel becerisi yok. Takımının oyun lideri mi? Hayır...
Alanzinho’da olmayanlar, Alex’de fazlasıyla var. Bu sezonu eskisi kadar parlak ve dinamik geçirmiyor ama, Alex yine de Alex! İşte korner organizasyonunda yaptığı atış... Çalışılmış bir taktikle Mehmet Topuz’a golü attırdığına göre, alkışlar Alex’e!
Beşiktaş için mutluluklar gecesiydi. Stoke City karşısında endişelerle, sıkıntılarla, öfke ve hüzünlerle dolu dakikalar yaşadılar. Geri düştüler ve muhteşem bir geri dönüş başarısıyla hayallerini yakaladılar.
Stoke City gibi bir İngiliz takımını geriden gelerek yenmek, yenerken fark yaratmak, grup liderliği apoletini takmak, o kadar kolay iş değil...
Stoke City bazı futbolcularını dinlendirmiş, saklamış, ne gam ! Kimse onları havaalanında tutuklamadı. Çıkıp oynasalardı, engel olan mı vardı?
Fuller’in şutunda top Egemen’e çarpmasa Rüştü kontrpiyede kalmayacak ve golü yemeyecekti. Ama bu iş kazasına rağmen çok iyi oynuyordu Beşiktaş.
Necip, Ernst ve Fernandes oyunu Beşiktaş’ın kontroluna alan adamlardı. Dün sahanın en çok koşan, topla en çok buluşan adamları Ernst ve Fernandes’ti. Ama özellikle Fernandes’in çabalarını, yaratıcı oyununu ve hücuma sürekli top taşıyan enerjisini takdirle bir kenara kaydetmek gerekir.
Sıkça eleştirdiğim Almeida da dün gece inanılmaz gayretliydi. Beklenen vuruşlarını yaptı, yeteri kadar şansı yoktu. Stoke savunmasının inanılmaz disiplinini de unutmayalım!
Carlos Carvalhal’ı da alkışlayalım. Tayfur Havuıtçu’nun emanetini sadakat ve