<#comment>#comment>Beşiktaş’ın 15 yıllık hasretiydi bu... 15 yıl önce, Şampiyon Kulüpler Kupası’nda, medyanın ve uluslararası futbol otoritelerinin "2000 yılının takımı" dolduruluşuna getirilerek, psikolojik bakımdan yıpratılan, konsantrasyonu bozulan Beşiktaş, o maçları 5 - 0 ve 2 - 0 kaybedip, tura veda etmişti. Hem de hiç hak etmediği halde... Aynı Dinamo Kiev karşısında bu defa buz gibi sahada, lav gibi kızgın, akkor halinde bir zaferin sahibi oldu.Dinamo Kiev’i bilinçli bir savunma - kontratak anlayışıyla, sıkı oyun disipliniyle, golsüz beraberlikle yenip, UEFA Kupası’nda ilk kez dördüncü tura çıktı.
Dinamo Kiev, Milan’ı andıran 3 - 4 - 3 dizilişiyle gole susamış hırs ve öfke dolu bir oyun sergilerken, Beşiktaş, savunmasında Ronaldo ve Zago, orta alanında Kaan Dobra, Tayfur, Yasin, Ahmet Yıldırım ve yine günün en büyüğü İbrahim ile inanılmaz bir disiplin ve direniş savaşı veriyordu. Bu direnişte Zago’nun sakin ve usta oyunu, Ronaldo’nun kale ağızından şimşek şutla gelen topu çeviren akıllı kafası, Cordoba’nın kurtarışları, Ahmet Yıldırım’ın kestiği topla arkadaşlarını rahatlatması ve İbrahim’in sonsuz deparları vardı. Bıkmadı, yorulmadı, yılmadı, durmadı İbrahim...
İleri
<#comment>#comment>Fenerbahçe Yönetim Kurulu, altı aydan beri kafalarda ve kamuoyunda yer eden kararı, nihayet Pazartesi akşamı 6 saat süren bir toplantıdan sonra oybirliğiyle aldı: Werner Lorant’ın görevine son verildi... Ya da istifası kabul edildi... Her neyse, artık Lorant yok!
Yine o altı saatlik toplantıda teknik direktörlüğe oybirliğiyle Oğuz Çetin’in getirilmesi kararı alındı...
Beş dakikada alınıp duyurulacak kararlar için saatlerce neyi konuştular, neyi tartıştılar, bilemiyorum...
Oğuz Çetin’e başarılar diliyorum.
Şimdi kolaylıklarla dolu mesaisini bırakıp, zorluklarla dolu teknik direktörlük pozisyonuna geçiyor.
İşbaşındaki teknik direktörü eleştirmek, onun yanlış uygulamalarına engel olmamak, katılmadığını belirtmekle yetinmek, Başkan Aziz Yıldırım’a sıcak ve taze bilgiler sunmak, bireysel hedefleri ve hesapları için sürekli yatırım yaparak "Hazırım, bekliyorum! " mesajları vermek, elbette hesap vermekten daha kolaydı...
<#comment>#comment>Kim demişse doğru söylemiş: Derbilerin havası başkadır. Gerçekten bambaşka bir havayla izledik derbiyi. Kamçı gibi insanı döven sert rüzgar ve yağmur bir yandan, soğuk bir yandan, kaygan zemin bir yandan. Böyle bir ortamda mücadele etmek o kadar kolay değildi. Ne Galatasaray, ne de Beşiktaş istedikleri oyunu oynayabildiler... Galatasaray, kendi seyirci avantajını kendi sahasında oynamanın ve kazanmanın alışkanlığını zaman zaman oyuna da yansıtıp, rakibine oranla daha fazla gol pozisyonu üretti. Özellikle Arif’in kaçırdığı goller, gerçekten parmak ısırtacak nitelikteydi. Beşiktaş ise doğru dürüst iki pas bile yapamamanın ezikliğini yaşadı. Özellikle ilk yarıda rüzgara karşı mücadele eden Beşiktaş, pas isabetsizliğinin ve top kayıplarının yanı sıra yakaladığı az sayıda fırsatları da değerlendiremiyordu.
Dün gecenin genel görüntüsünün arka planında saklanan Lucescu’nun sırlarını ancak 60. dakikadan sonra görebildik. Beşiktaş Teknik Direktörü oyuna yanlış, eksikli, hatalı bir on birle başlamıştı. Sergen zaten yoktu, ama asıl yokluğu çekilen sakat Tayfur’du. İlk on birde Tayfur’suz oynayan Beşiktaş, Lucescu’nun seçimiyle maça Amarallı bir başlangıç yapmıştı. Brezilyalı
Kim demişse doğru söylemiş: Derbilerin havası başkadır. Gerçekten bambaşka bir havayla izledik derbiyi. Kamçı gibi insanı döven sert rüzgar ve yağmur bir yandan, soğuk bir yandan, kaygan zemin bir yandan. Böyle bir ortamda mücadele etmek o kadar kolay değildi. Ne Galatasaray, ne de Beşiktaş istedikleri oyunu oynayabildiler... Galatasaray, kendi seyirci avantajını kendi sahasında oynamanın ve kazanmanın alışkanlığını zaman zaman oyuna da yansıtıp, rakibine oranla daha fazla gol pozisyonu üretti. Özellikle Arif’in kaçırdığı goller, gerçekten parmak ısırtacak nitelikteydi. Beşiktaş ise doğru dürüst iki pas bile yapamamanın ezikliğini yaşadı. Özellikle ilk yarıda rüzgara karşı mücadele eden Beşiktaş, pas isabetsizliğinin ve top kayıplarının yanı sıra yakaladığı az sayıda fırsatları da değerlendiremiyordu.
Dün gecenin genel görüntüsünün arka planında saklanan Lucescu’nun sırlarını ancak 60. dakikadan sonra görebildik. Beşiktaş Teknik Direktörü oyuna yanlış, eksikli, hatalı bir on birle başlamıştı. Sergen zaten yoktu, ama asıl yokluğu çekilen sakat Tayfur’du. İlk on birde Tayfur’suz oynayan Beşiktaş, Lucescu’nun seçimiyle maça Amarallı bir başlangıç yapmıştı.
<#comment>#comment>Kalplerde yıldız, gönüllerde ay... Kafalarda Galatasaray... Lucescu ve ekibi derbiyi beklerken Elazığ’da kupa maçıyla antrenman yaptı, ter attı, stres attı, gol attı, turu kaptı.
Kupada tur atlamak güzel de, işin bir de skor ötesi derinliği var...
O derinlikte Beşiktaş’ın takım gerçekliklerini de görüyorsunuz. Ortaya çıkan şu ki, Beşiktaş - B, yani yedeklerle oluşturulmuş kupa kadrosu lig on birinin kalitelerini taşımıyor. Kötü zeminde ev sahibi Elazığspor’un da çok fazla sorun ve sıkıntı yaratmamasına rağmen Kartal’ın oyununda bir akıcılık ve üretkenlikten söz etmek olası değildi. Lucescu, Göksel, Ali Eren, Niyazi, Amaral ve Bayram’la oluşturduğu bu B kadrosunu şüphesiz onlara güveninin bir işareti olarak sahaya sürmüştü. Göksel ve Ali Eren sırıtmadılar, hata yapmadılar. Ancak özellikle ilk yarıda Beşiktaş’ın orta alanı verimsizdi, etkisizdi...Amaral sanki bir kamera şakası gibi oyuna oyun olsun diye sürülmüşe benziyordu. Ne sorumluluk aldı, ne top çaldı...Bayram, İbrahim’le iyi iletişim kuramadı. Sağ kanatta şans bulan Niyazi de hemen her pozisyonda yanlış yapıyordu. Beşiktaş’ın çift santrforu İlhan ve Nouma kanatlardan verimli destek göremedikleri için,
<#comment>#comment>Galatasaray - Beşiktaş derbisi neredeyse 100 yılını doldurmak üzere olan tarihinden soyutlanıp, hemen güncel bir düelloya dönüştürüldü.
Terim mi, Lucescu mu?
Galatasaray’ın eski ve yeni hocalarının buluşması, iki teknik adamın takımlarının önüne geçmesine neden oldu. Bunu neredeyse hesaplaşma biçiminde yorumlayıp, olaya kavga baharatını eklemek isteyenler var. Doğru değil...
Bireysel hesap yok
Ne Terim’in Lucescu ile, ne de Lucescu’nun Terim ile bireysel bir hesabı olabilir. İki teknik adam da kariyerlerinin doruğunda, takımlarının başarısı için çalışıyor. Lucescu’nun şampiyonluğun tadını çıkaramadan Galatasaray’dan dışlanması, olsa olsa Canaydın ve yönetimine karşı kırılmasına neden olmuştur. Kırılmakta da haklıdır. Ancak, Lucescu’yu görevinden uzaklaştıran kişi Terim değildir. Terim’in karizması, Galatasaray’da durmadan estirdiği rüzgarlar Lucescu’yu değil, kimi olsa savururdu. Bu, Terim’in kabahati değildir.
<#comment>#comment>Dinamo Kiev karşısında gücünü gösterip unutulmaz bir skor elde eden Beşiktaş, hemen ardından gelen Gençlerbirliği maçında sevincinin bedelini sıkıntıyla ödedi. Bunda, hem gönül hem adale yorgunluğunun etkisi vardı kuşkusuz.
Gençlerbirliği, ligin futbolu en zengin ekiplerinden biriydi. Bunu herkes biliyordu, Beşiktaşlı futbolcular da. Beşiktaş’ın gücünü de elbet Gençlerbirliği oyuncuları biliyordu. O nedenle maç, zaman zaman sertliğe, futbolsuzluğa, gerginliğe büründü. Fauller, itmeler - kakmalar, birbirini izledi. Hakem Mustafa Çulcu da bu ilişkileri soğukkanlı biçimde izledi. Sarı kartlarını esirgemedi. Beşiktaş, Sergen ile golü buldu, ama ardından yine Sergen’in gördüğü sarı kartla şoke oldu. Takım 1 - 0 öndeyken tribünler, o şokun yarattığı sessizlikle izliyorlardı maçı. Sergen, Galatasaray karşısında oynayamayacaktı. Yıldız futbolcunun sarı kart serisinde dördüncüyü bulması, takıma da yansıyan sessiz bir gerilime neden oldu. O sessiz dakikalarda Youla’nın golü geldi. Anlaşılan oydu ki, Mustafa Çulcu’nun gösterdiği sarı kartlar, Beşiktaş’ın orta alanda, savunmada tüm organizasyonunu ve iletişim hatlarını bozmaya, koparmaya yetmişti.
Ahmet Hassan’ın ikili
Mekan da güzeldi, zaman da... Beşiktaş düne kadar hep sıkıntılar, gerginlikler ve hayal kırıklıkları yaşadığı UEFA Kupası’nda İnönü’de yeter sayıda taraftarın sevgisiyle buluştu. Dinamo Kiev gibi Şampiyonlar Ligi’nin ikinci tur eşiğinden dönen gerçek bir dev karşısında yenik duruma düşmesine rağmen şaşırmadı, dağılmadı, paniğe kapılmadı. Evet, hiç hak etmedikleri biçimde Diogor’nun vuruşuyla yenik düştüler. Ama futbolumuzda ender görülen bir şeyi gerçekleştirerek akılla öfkeyi birleştirdiler. Takımca sahip oldukları kaliteyi daha artırarak, dayanışmayla, özveriyle, bireysel yaratıcılıklarla bize nefis bir futbol şöleni sundular. Öfke, akılla birleşince, akıl takım içinde herkesin katıldığı ve paylaştığı bir sosyal bilince dönüşünce, hemen bir dakika sonra golü buldular. Pancu’nun vuruşu gerçekten akıl ve ustalık doluydu. Devre 1 - 1 biterken kimse kaygılı değildi, tedirginlik yoktu... Çünkü, sahada dev gibi bir takım vardı.
Lucescu’yu da kutlayalım. Fiziği yetersiz, ancak konsantrasyonunu da tamamlayamamış Tümer’e dayandı, futbolcusuna destek verdi. Öfkeye kapılmadı. Aklını kullanıp, Yasin’i çıkartarak İbrahim’i sol kanada aldı, kanattaki Ahmet’i orta alana