<#comment>#comment>Fenerbahçeli yöneticiler, başkan dahil, pek sevmedikleri medyayı ne güzel kullandılar Pazartesi gecesi...
Efendim hakem İsmet Arzuman, penaltıyı vermemiş de... Seyirci tahrik olmuş da... Onun üzerine hiç tasvip etmedikleri küfürler başlamış da... Hakem Arzuman kasıtlı olarak peşpeşe üç anons birden yaptırmış da... Daha önce başka statlarda aynı şeyler olmuş da... Hiçbiri müdahale görmemiş de...
Sızlanıyorlar... Vıdı vıdı edip kafa karıştırıyorlar... Sonunda haklarına sahip çıkacaklarını söyleyip Şükrü Saraçoğlu Stadı için güvence mesajı veriyorlar: Kapattırmayız!
Elbette hiçbir şekilde yönetici sorumluluğuna yakışmıyor davranışları... Kötü örnekleri gösterip şefaat bekleyen bunlar... Aba altından sopa gösterip kişileri, kurumları tehdit edenler ve her defasında karşılığını alanlar yine bunlar... Fenerbahçeliler değil sadece... Üç Büyükler!
Eh, İlhan Mansız olayında da ilgili kurullardan önce TFF Başkanı Haluk Ulusoy cezayı önlediğine göre... Belki de bunların yaptığı doğru, kimbilir!
<#comment>#comment>Sakaryaspor, elim trafik kazası sonucu lige devam kararı aldı. Devlet Bakanı Toprak’ın, Türkiye Futbol Federasyonu ve hemen tüm kulüplerin destek vaadini ciddiye alarak yeniden bir takım oluşturmak için çalışmalara başladı yöneticiler.
Dün sabah Teknik Direktör Bülent Ünder ile konuşurken hayal kırıklığına kapıldım. "Bir arpa boyu bile ilerleyemiyoruz ağabey" diyordu Ünder. "İyi niyetli kulüpler futbolcuyu gönderiyor, ama çocuk gelmiyor... Gelmek isteyen de nazlanıp para talebiyle karşımıza çıkıyor. Zaman kaybediyoruz"
Belli ki Sakaryaspor’un dramı üzerine yoğunlaşan duyarlılık, çabuk dağılmış. Duyarlılık futbolda çok sık rastlanmayan bir kavram...
Geçen hafta Sakaryalı Hakan Şükür’ün de duyarlılık göstererek baba ocağına-ana kucağına dönmesini, Sakarya’yı seçmesini önermiştim.
Ne yazık ki Hakan Şükür, henüz bir duyarlılık göstermedi. Belki de sabırsızlık ediyorum. Hakan’dan iyi bir haber bekliyorum!
<#comment>#comment>Kim ne derse desin, Trabzonspor’un üç büyüklerle oynadığı her maça ben derbi olarak bakarım. Beşiktaş - Trabzon derbileri seyir zevki yüksek, gol rekorları taşıyan maçlardır. Gelin görün ki, İnönü’deki dünkü randevu korkunun tutsağı oldu. Her iki takım da savunmada adam adama markajla olağanüstü tedbirli, orta sahada ürkek, ileri uçta ise verimsizdiler. Beşiktaş geçen yıl 23 puan gömdüğü İnönü Stadı’nda bu kayıpları önleyecek bir önlemin de, sistemin de sahibi olamamıştı. Trabzonspor ise zaten gole hasret bir konuktu. Kazaya uğramamak için bunca önlemle birlikte oyunun yaratıcı yönüne de bir - iki örnek getirseler hiç değilse golü ya da golleri alkışlar, İnönü’den temaşa zevkiyle ayrılırdık. Olmadı... Bu zevki bizden esirgediler.
Lucescu’nun perşembe günü yaşadığı hayal kırıklığından sonra kaleci Cordoba’yı yedekte bırakıp, Göksel’le oyuna başlaması olumlu bir kararlılık göstergesiydi. Göksel ilk kez resmi bir maçta geçtiği kalede yan toplara, karşıdan gelen şutlara teslim olmadan başarıyla mücadele etti. Artık yazmaktan ben de sıkıldım... Beşiktaş’ın kanatları Kaan Dobra - İbrahim Üzülmez formatıyla da çalışmıyor. Orta alanda Yasin ve Amaral ön libero görevini
<#comment>#comment>Trafik, hepimizin sorunu... Bu sözcüğü duyar duymaz kurallar ya da eski deyimiyle "seyrüsefer" gelmiyor aklımıza... Trafik sözcüğünün Türkiye’de çağrıştırdığı ilk kavram, ölüm... Radikal Futbol dergisinde Hakan Dilek’in göz yaşartan satırlarını okurken, bir kez daha tüylerim ürperdi. Kajganic’ten Nuri Asan’a, Kıbrıslı Mete’den Metin Oktay’a kadar futbolun trafik kurbanları bir bir sonsuzluğa geçti yüreğimizin sol şeridinden. Trafik kurbanlarının arasındaki son futbol temsilcimiz Sakaryaspor... Deprem felaketi sonrası yaralarını ancak sarıp derlenip toparlanarak II. Lig A Grubu’na iddiasıyla dönen Sakaryaspor, Sivas yolunda yeni kurbanlar verdi...
Takımın en değerli üyelerini kaybettiler. Menajer Aykut Yiğit, futbolcu Fırat Öndil, masör Cüneyt Çakır, malzemeci Fevzi Ergünoğlu ve otobüs şoförü Selami Özdemir... Sakaryaspor, şimdi yeniden hayata dönme çabaları içinde... Onca olanaksızlığa, talihsizliğe, felakete rağmen yine de kentin yaşama sevincini sürdürmek adına kadro oluşturmaya çalışıyor...
Bülent Ünder, felaket sonrası örnek oluşturan bir özveri ile koşmuş Sakarya’ya... Tek kuruş talep etmeden, hiçbir pazarlığa girmeden kolları sıvamış... Geçen akşam
<#comment>#comment>Lig performansı ne olursa olsun, İzmir Beşiktaş’ın "averaj" bulduğu bir deplasman rahatlığıydı düne kadar. Ama dün gördük ki, tarife değişmiş. Averajı bir yana bırakın, aldığı tek puan bile Beşiktaş’a fazla. Çünkü, attığı goller bedava, yediği goller bedava!
Lucescu’nun elindeki kadrodan nasıl edip de böylesine "ağır" bir on bir oluşturduğuna aklım ermedi. Düşünün savunmada Tolga ağır...Ronaldo ağır...Orta alanda Sergen, Tayfur, Ahmet Yıldırım ağır...Kanatlar zaten sağır! Ne Tamer, ne İbrahim...Çağırsan duyacak halde değiller, istediğin kadar bağır!
Oyunun ilk yarısında iki kişiyle futbol oynamaya çalıştı Beşiktaş. Biri olağanüstü çabası, enerjisi, çabukluğu ve arzusuyla Ahmet Dursun...Öteki de bir uçuş mühendisi gibi savunmadan akıllıca, çabucak çıkıp hesaplıkitaplı atak organize eden Beşiktaş’ı karşı alana yıkmak isteyen Zago... Ne var ki, ikisi pek yalnız kaldılar. Beşiktaş’ın aydınlık yüzünü oluşturan bu ikiliye karşı takımın geri kalanı "kara yüz"ü portreliyordu. Bu ayağındaki topu kullanamayan, rakibe kaptıran yavaş ve ağır aksak oyundan elbette bir galibiyet çıkması beklenemezdi.
Göztepe için de aynı şeyleri söyleyebiliriz. Ama onların hiç
<#comment>#comment>Dünya Basketbol Şampiyonası’ndan madalya çıkaramadık. İyi bir derece de çıkaramadık. Tam anlamıyla hayal kırıklığı yaşadık. Korkarım ve endişe ederim ki, kısır tartışmalar ve alabildiğine derinleşen bireysel eleştiriler de bu hayal kırıklığından gerçekçi dersler çıkarmamızı engelleyecek.
Basketbolda uzmanlaşan meslektaşlarım da futbolda olduğu gibi zaman zaman aşırı teknik yorumlarla dipteki gerçekleri kaçırıyorlar. Hayal kırıklığı sadece beyaz çizgilerle sınırlı basketbol alanında yaşanmadı. O çizgilerin dışında da öyle gerçekler var ki, sorgulanması gerekir. Bu gerçeklerin çözümlenmesinde psikologlara, sosyologlara gereksinim var.
Şu 12 Dev Adam şarkısı örneğin... Oyuncularımızın hemen hepsini takımdaşlık duygusunun dışına çıkarıp bireysel ayrıcalıklara itmiş olabilir mi ? Prof. Dr. Acar Baltaş’ın dediği gibi, reklam filmi çekiminde bile birbirlerinden ayrı, kol bağlayarak duran "dev" adamlar, o halleriyle egolarını öne çıkarmış olmadılar mı ?
Reklamcı dostlarımız da dünya şampiyonasıyla yükselen basketbol dalgasının üzerine binerek abartılı sörfler yapmadılar mı ? Sürekli başarıyı öne çıkaran, bireyi öne çıkaran, öteki rakipleri yok sayıp hep
<#comment>#comment>Hayale dalıp, sanal gerçeklikleri içinde abartarak, hayal kırıklığına uğradığımız Basketbol Milli Takımı’nın yarattığı tabloya karşılık, futbolda özlediğimiz değil, alıştığımız ve beklediğimiz görüntülerin fazlasını bulduk. Üstelik bunlar hayal değil, sanal değil, çırıl çıplak gerçeklerdi. Hepsi de "adam" gibi oynadı. Çünkü; "adamödılar... Rüştü’den, Cihan’a kadar hepsi de "tamödılar. Eksikleri değil, fazlalıklarıydı sözkonusu olan. O fazlalıklar işte, takım oyununu toplam kaliteyi, arkadaşlığı, dayanışmayı artırdı. Hayır, hayır... Hiçbiri dev değildi. Ama onların toplamı iyi bir takımdı. Elbet çok daha iyi olabilirlerdi. Bu hedef de yakındı.
Dünya Kupası coşkusundan sonra 2004 Avrupa Elemeleri’ne de Ali Sami Yen’de gönlümüzce bir başlangıç yaptık. Üzerinden çok geçmedi. Aynı sahada o Slovakya değil miydi, bizim bir puanımızı çalan, ahımızı alan. Şimdi Milli Takım bilinçle oynuyor, oyununa akıl, hırs, beceri ve enerji katıyordu. Bu sezon ligde oynadığımız tüm kulüp takımlarının üstünde bir kaliteydi izlediğimiz.
Oyuna çabuk başladılar. Slovaklar’ın önlibero olarak görevlendirdiği Karhan ile güçlendirilmiş savunmalarına karşı, çok etkili bir hücum formatı
<#comment>#comment>Bırakalım, Dünya Kupası’ndaki üçüncülük tarih sayfalarında kalsın... Şenol Güneş’in dediği gibi "geleceği yazmaya" hazırlanalım biz...
Milli Takım’ın, 2004 Avrupa Futbol Şampiyonası macerası, cumartesi günü Ali Sami Yen’de Slovakya maçı ile başlıyor... Ne yalan söyleyeyim, ben her başlangıçta tedirgin olurum biraz... Rakibin gücü ya da çözmek zorunda olduğumuz gerçek sorunlar nedeniyle değil...Yarattığımız yapay sorunlar nedeniyle.
Yapay sorunlara örnek mi arıyorsunuz ? O kadar çok ki!
Şu Hakan Şükür mesela...
Milli Takım’ın en büyük golcüsü, bir yandan sakatlığının tedavisiyle uğraşırken, bir yandan da kulüpsüzlüğün - formasızlığın yarattığı polemiklere neden oluyor. Hakan Şükür yüzünden şimdi de Şenol Güneş ile medya karşı karşıya kaldı.
Hakan’ın, aday kadroya çağırılmadığı halde Milli Takım kampına gitmesi, teknik kadronun da futbolcuların da ilgisini, konsantrasyonunu dağıtmaya yetti... Rakip Slovakya üzerine yoğunlaşması gereken dikkat ve düşünceler, Hakan üzerine tartışmalara bıraktı yerini...