<#comment>#comment>100. yılın coşkusu büyük... Taraftar kararlı; altın yılda şampiyonluk istiyor. Ama gelin görün ki, tribündeki coşku ve beklenti ile sahadaki takımın oyunu aynı senkronu tutturamıyor. Sanırım bunda en önemli etken, Beşiktaş’ın bir türlü kanat organizasyonunu oluşturamaması. Lucescu, Niyazi’yi deniyor. İbrahim’de ısrar ediyor, olmuyor. Dün de Tamer ve Serdar ile sağ - sol kanat denemesi yapıyor, maya yine tutmuyor. Bir dörtlü savunma, sonra bir bakıyorsunuz Lucescu üçlüye dönüyor. Takım kaçırdığı goller bir yana, rakibine maçın başından sonuna kadar inanılmaz gol pozisyonları armağan ediyor.
Beşiktaş’ın oturmamış, pişmemiş, ham mücadele anlayışı var, sistemi belli değil. Kim oyun kuruyor, kim savunma yapıyor, kim presci, kim yaratıcı anlaşılmıyor. Herkes olur olmaz yerde, birbirinden rol çalma peşinde.
Dünkü maçtan ilginç izlenimler size... Ahmet Dursun kale ağzında, boş durumda topu ıskaladı, meşin yuvarlak Beşiktaş’ın sağ tarafına gitti. Oradan Tamer maç içindeki tek olumlu hareketini yaparak, yeniden kale ağzına doldurdu. Pancu kendi klasını da değerini de göstererek tabelayı değiştirdi.
Maçın başından sonuna kadar Pancu - Ahmet ikilisine baktım.
<#comment>#comment>Chris Corchiani, basketbol dünyasının varoşlarında dolaşan bir Amerikalı... Hayatta yapabildiği en iyi iş basketbol... Gelin görün ki, o asla bir NBA yıldızı olamadı. Bir ara Miami Heat ve Boston Celtics’de oynadı, takımda sürekli yer alamadı. Haftada 200 dolara - karın tokluğuna - Amerikan alt liglerinde mücadele ediyordu... Günün birinde hayatını değiştiren bir öneri aldı... Chris’i dinleyelim : "Washington Wizards’ın iki oyun kurucusu aynı anda sakatlanınca 10 günlük sözleşme yaptılar benimle. Karşılığında 8 bin dolar aldım. Bu para ailecek hayatımızı kurtardı. Çünkü elimde ancak birkaç dolar kalmıştı, evdeki buzdolabı boştu. Eşimin garsonluktan kazandığı para ile kıt kanaat geçinmeye çalışıyorduk..."
Sonra ekmeğini Avrupa’da aramaya başladı Chris...
1994’de Efes Pilsen’e geldi. Onu, Naumoski’nin ardından izleyenler, aynı beceri ve başarıyı göremeyince ağır biçimde eleştirdiler. Chris, elinden geldiğince işini yapmaya çalıştı.
İstanbul Ataköy’de bir apartmanın, 14. katında oturuyordu ailesiyle birlikte... Sitenin marketine zaman zaman telefon ediyor, eve gerekli yiyecek ve içecekleri dilinin döndüğü kadar Türkçesiyle, dilinin döndüğü kadar İngilizce
<#comment>#comment>Yeni bir imaj mı, yoksa stres sivilcelerine karşı dinlendirme mi? Fatih Terim’i, Ali Sami Yen’de ağarmış sakalıyla görünce şaşırmaktan kendimi alamadım. Teknik direktörlük kariyerini doruklara çıkarırken önce saçlarını döktü, sonra da sakallarını ağarttı. Ama bunlara değer! Çünkü Ali Sami Yen’de yeniden oluşturulan takıma verilmiş emek, bilgi, heyecan ve enerji var. Bunların hepsi futbolcuların kendi çabalarıyla birlikte galiba kulübedeki adamdan kaynaklanıyor.
Ummadığı soylu bir direniş oyunu ile karşılaştı Galatasaray. Bursaspor teknik direktörü Nejat Biyediç, dörtlü savunmanın önünde Mustafa, Junior, Tayfun ve Fatih ile çok iyi bir orta alan örgütlemişti. Galatasaray’ın oyunu rakip yarı alana yıkıp, konuğuna boğucu baskı kurma gayretlerine presle, topa sahip olma ortaklığıyla karşı koyuyor, bu arada Murat Sözkesen ve Okan’la Galatasaray’ın savunmasına da zor anlar yaşatıyordu. Galatasaray, geçen haftaya oranla daha olgun, pas iletişiminde daha derli toplu ve daha kontrollüydü. Ne var ki, Ümit Davala ile Ergün’ün özellikle ilk yarıda kendilerinden beklenen kanat etkinliğini gösterdiklerine tanık olamadık. Özellikle topsuz oyunda enerjilerini ve ustalıklarını
<#comment>#comment>Şenol Güneş, iki yıl önce Sergen’e söylediklerini şimdi Hakan Şükür için tekrarlıyor: "Kendine bir forma bul kardeşim... Kulüp forması bulamazsan, liglerde oynayamazsan, Milli Takım’la yolların ayrılır... Sonra çok yazık olur!"
Haklı, üzücü, ama gerçek!...
Hakan Şükür, Galatasaray’dan Torino’ya gitti, hayal kırıklığıyla geri döndü... Sonra vites değiştirip, sıkı pazarlıklar yaparak, güya tercihlerine bilinç katarak yeniden İtalya yolculuğuna çıktı.
Önce İnter, sonra Parma... Performansını hiç sorma...
Arkadaşlarla hesapladık ki, üç forma altında attığı gol sayısı hala tek rakamda, kalmış... O çizmede sadece 9 gol atmış, biz de burada dokuz doğurmuşuz...
<#comment>#comment>Buna ne derseniz deyin... İster 100. yıl mutluluğu, ister İnönü’de taraftarla buluşmanın coşkusu. Mutluluk ve coşku yan yana gelince duygular öne çıkıyor. Hele, takımda özlenen çocuk Sergen Yalçın da varsa! Beşiktaş, elbette coşkuyla, kazanmak için oynuyor... Hücum ediyor, gol arıyor. Ama bunun adına futbol demek mümkün değil. Futbol diyebilmek için futbolu bütün yönleriyle oynamanız gerekir. Hele siz büyük bir takımsanız oyunu kontrolünüze almalı, topa sahip olmalı, savunma - hücum dengelerini de maçın her dakikasında, sahanın her yerinde korumalısınız.
Beşiktaş böyle yapabildi mi? Futbol oynayabildi mi? Hayır... Savunma, kontrolünü kaybetti. Ronaldo’nun geriden topla ileri çıkıp, beş şut atması güzeldi de, bu kadar öne fırlayıp rakibin kontralarına zemin hazırlamak neyin nesiydi?
Sembolü Kartal... Ama bu takımın kanatları yok. Geçen hafta Niyazi, bu hafta da Tamer, sağ kanattan ne haber? İbrahim sol bek mi, sol kanat oyuncusu mu, sol açık mı, kaybettiği toplara üzülür mü, üzülmez mi? Bunları bilmem ama sol kanadın da etkin olmadığını biliyorum.
Ön liberoda Tayfur yalnız... Sanırsınız ki, orta alanın savunmaya dönük tek görevlisi o. Tümer ne yapar, bol
<#comment>#comment>Türk sporunun garip çelişkileri var. En göze batan çelişkilerden biri, başarı gösteren hemen her sporcunun, spor adamının, antrenörün olmadık nedenlerle törpülenmesi. Takımların ve kulüplerin anlaşılmaz fesatlıklarla yıpratılması.
Süreyya Ayhan da bunlardan fazlasıyla payını aldı.
Hiç unutmuyorum, Japonya’dan dönüşte Dünya Kupasını birlikte izlediğim sevgili dostum Deniz Gökçe, bir gün telefonu açıp dertlendi: "Kimse gerçeği araştırmıyor, sadece boşlukta ahkam kesiyor. Şimdi de Süreyya’ya taktılar. Çalışmıyor diye suçluyorlar. Oysa kızcağız, Erzurum da yüksek irtifada koşuyor, Karaman da, Türkiye’nin en iyi pistinde hız kazanıyor."
O günlerde biliyordum ki, Süreyya Avrupa’da göz kamaştıran bir derece yapacak. Çünkü Deniz Gökçe, bana antremanlarda iki kez kendi rekorunu yenilediğini söylemişti. Kesin dört dakikanın altına inecekti Süreyya.
Ama kızcağızın dereceleriyle değil, gönlüyle ilgilendiler. Antrenörüyle ilişkisinin ayrıntılarına girdiler. Ortalarda görünmeyip, medyadan uzak duruşunu sanki dopingden dolayı "müsabakalardan kaçıyor" izlenimleriyle donattılar.
Şimdi herkes Süreyya’ya övgü peşinde. Türk atletizminin Süreyya ile kazandığı
<#comment>#comment>Mircea Lucescu ile futbolcuları geçen sezonun kötü anılarıyla geldiler Bursa’ya... Hoca Galatasaray’ın başındayken beş gollü bir Bursaspor çöküntüsü yaşamıştı... Beşiktaşlı futbolcular da Türkiye Kupası finalinde Kocaelispor’un dört golü altında ezilmişlerdi. İki kötü anı ortak bir korunma duygusu oluşturdu.
Beşiktaş, alana yayılırken savunmacı personel sayısını yüksek tutmuş (7), hücumda da Şenol Güneş’in Hakan Şükür’ü gibi Pancu’yu tek bırakmıştı. Bu nedenle oyunda şampiyon adayı adına beklediğimiz etkinliği ve yaratıcılığı göremedik. Kendi sahasında seyircisinde büyük destek alan Bursaspor, kalabalık orta alanı ve Murat Sözkesen - Okan Yılmaz çift santraforu ile hücum ağırlıklı oyunu seçince bir didişmenin tanığı olduk. Tolga, Ali Eren, Ronaldo ve İbrahim geride, Tayfur ve Yasin orta alanda rakiplerini durdurmak için olağanüstü çaba sarfettiler. Tayfur ve Yasin kazandıkları topları Tümer aracılığı ile Pancu’ya ulaştıracaklardı. Ama bu yıl numarasını yenileyen (20 - 67) Tümer eski halini bile arar haldeydi. Attığı gol Pancu’nun ikramı, örnek asisttir. O’nun dışında Tümer’i ara ki, bulasın.
Rumen santrafor Pancu, Hakan Şükür’ün Kore’de yapamadıklarını bizim
<#comment>#comment>Dünya Kupası, transferler, sezon hazırlıkları derken rüzgar gibi geçen tatilin ardından lige gelip dayandık.
Futbolda en büyük organizasyon ligdir, elbette en büyük başarı lig şampiyonluğudur. Takımlar o en büyük unvana ulaşmak için kaynak ayırır, kadro oluşturur, hazırlık yapar ve beceri sınavının en büyük maratonu başlar.
Bu yıl maraton, ne yazık ki öncekilerden pek farklı olmayacak.
Çünkü derinlerde olup biten gelişmeler ürkütücü...
Türkiye Ligi yıllardır alıştığımız dörtlü rekabet çemberini kırıp bir türlü beşinci şampiyonu çıkaramadı.
Aksine, çember daha da daraldı... Şimdi sistem, dörtlü ya da üçlü rekabet yerine ikili rekabete dönüşüyor... Önce Trabzonspor, sonra da Beşiktaş sistem dışında kaldılar... Galatasaray’la rekabet, kendiliğinden Fenerbahçe’ye ihale edildi.