Fernando Muslera... 34 yaşında, 8 yıldır Galatasaray’ın kalesini koruyor... Bu sürece tam 14 kupa sığdırdı, kolay mı? 5 Süper Lig şampiyonluğu, 4 Türkiye Kupası ve 5 TFF Süper Kupası... Özetle son yıllarda Türkiye’ye gelen yabancı kalecilerin en iyisi, hatta 10 numarası bence... Galatasaray’ın 8 yılda kazandığı 14 kupada aslan payını onun hanesine yazarsak, hiç de yanlış yapmayız.
Muslera hem başarılı kaleci, hem de müthiş bir karakter. Direkler arasında sadece işine odaklanıyor, öyle birileri gibi yan yollara sapmıyor! Çevreme bakıyorum, farklı renklere gönül verenler de o talihsiz sakatlığa üzüldüler. Pozisyonda yer alan Skoda da yıkıldı, 10 dakika Muslera’nın başından ayrılmadı. Talihsiz bir sakatlık, asla Skoda’nın art niyeti yok.
IFAB’ın belirlediği kurallara uymak zorundayız. Ne var ki kişisel olarak protokolün şu ofsayt işine pek sıcak bakmıyorum. Niye mi? Yahu arkadaş, rakip 5 metre ofsayt ama bayrak yine kalkmıyor! Haa ince bir ofsayt vardır, bayrak kaldırmazsın. Tıpkı Muslera’nın sakatlandığı pozisyondaki gibi, eyvallah... VAR çizgiyi
Bu oyunu seviyoruz; öyle uzun süreli ayrılıklar hasreti de beraberinde getiriyor. Futbola kavuştuk, kavuşmasına da eski tadı ve heyecanı yakalamak çok zor!
Bu oyunun ayrılmaz parçası taraftardır kuşkusuz. Ancak boş tribünlerin küçük de olsa bir avantajı yok değil! Hem kenar yönetim, hem de sahadaki aktörler, arkadaşlarıyla iletişimi rahat kuruyorlar, uyarılarını yapıyorlar, fena mı? Seyirci kalabalığında bırakın uyarıyı, sesinizi bile zor duyurursunuz!
Başakşehir, bulunduğu konumu oynadığı futbolla fazlasıyla hak ediyor. Hem Trabzonspor’un ensesinde, hem de Avrupa Ligi’nde kalan tek temsilcimiz. Artı etkili kramponlara sahipler, hele bir Edin Visca var ki, sahada maestro gibi, oyunu rakip alana yıkıyor, isabetli ortalar yapıyor. Demba Ba en uçta, arkasında Visca, Aleksic ve Crivelli... Tam bir şeytan üçgeni, durdur, durdurabilsen!
Hadi gel, sen bu takıma kafa tut! Elbette Alanyaspor da hafife alınacak bir ekip değil. Geçtiğimiz haftalarda Süper Lig’in liderlik koltuğunda oturduğunu da anımsatalım. Artı Türkiye Kupası’nda yarı finaldeler, daha ne olsun?
İki takımın oyun
Şu virüs illeti yüzünden zaten tadımız-tuzumuz kalmadı. Yarın lig start alacak ama yine gerginliklere yelken açtık, olacak iş mi bu!
TFF Başkanı Nihat Özdemir’i yakinen tanırım, açık sözlüdür, öyle pek yan yollara sapmaz, en azından iyi niyetlidir. Bundan bir milim bile kuşkum yok.
Artı önemli bir özelliği daha var Başkan Özdemir’in... Herkesin telefonuna çıkar, meşgulse, mutlaka dönüş yapar. Keşke bütün yöneticiler onun gibi olabilse!
Nihat Özdemir’in Ekonomist Dergisi’nin instagram yayınında söylediği sözleri anımsatalım, sonra yorumumu yapacağım...
“Türkiye’de hepimizin bildiği gibi, birçok ülkede de bu olaylar oldu. İtalya, İngiltere ve Fransa’da da oldu. Her ülkede olduğu gibi Türkiye’de böyle bir olayı yaşadık. 2010-2011 sezonunu... Aradan 9 yıl geçti, herhangi bir şike olayına rastlamadık...”
Vay sen misin bunları söyleyen! Bir anda Fenerbahçe ayağa kalktı. Ardı ardına açıklamalar yapıldı.
Başkan Nihat Özdemir’in avukatı değilim, gereksinimi
Bu illet virüs, diğer iş alanları gibi bizim kulvarı da allak-bullak etti. Tüm kulüplerin hesapları alt-üst oldu, krizde herkes dibe vurdu!
Beşiktaş Başkanı Ahmet Nur Çebi’nin geçen hafta Ümraniye’de futbolcularla yaptığı toplantının detaylarına ulaştım... Başkan, aylık 25 milyon TL zarardan söz ediyor. Yılda 300 milyon lira eder. Başkan Çebi, futbolculardan bu tablo karşısında ‘indirim’ ve ‘özveri’ istiyor, haklı... Gelin görün ki, hadi bizimkiler bu isteğe olumlu yanıt verirler, peki ya yabancılar? Adamların kapı gibi sözleşmeleri var, siz ne derseniz deyin, paralarını tıkır-tıkır alırlar!
Eeee dedik ya yöneticilik zor iştir, geleceği görmektir! Tabii ki, bu virüs olağanüstü bir gelişme... Sadece bizim değil, tüm dünyanın ekonomisi sarsıldı.
Öyle ülkemizi yabancı oyuncu mezarlığına çevirirsek, olacağı da budur! Yıllar önce üçle başladık, bugün 14’e ulaştık, olacak iş mi? Efendim, bir de vergi meselesi var, adamlar aldıkları paradan kuruş vergi ödemiyorlar, tüm yük yönetimlerin
Mehmet Aurelio... Kızlarının adı Aylin ve Ayla. Eşi tam bir Türkiye sevdalısı, çaya düşkünlüğünü bilmeyen yok.
Evet, Brezilyalı Aurelio ülkemizdeki başarılı futbol kariyerinin ardından Türk vatandaşlığına geçti, Mehmet ismini aldı, 37 kez A Milli Takım forması giydi. Kariyerine bakıyorum; ilk kulübü Trabzonspor’da 2, en iyi dönemini geçirdiği Fenerbahçe’de 5, Real Betis ve Beşiktaş’ta ise 2’şer sezon oynadı.
Yani Mehmet Aureilo’ya, “yabancı değil, bizden birisi” hatta “efsane” dersek abartmış olmayız. Kendi döneminin en başarılı defansif orta sahalarından biri olduğunu da hatırlatalım. Tekniği, mücadelesi, enerjisi müthişti...
Efendim, Fenerbahçe Yönetimi, Mehmet Aurelio’yu yardımcı antrenör olarak göreve getirdi, valla harika bir tercih.
Çünkü, ülkemizi ve takımları iyi tanıyor, artı Brezilya piyasasını iyi biliyor, ülkesinde de çok seviliyor... Valla bundan yıllar önce Rio’da düzenlenen Scorex Fuarı’na katıldım... Mehmet Aurelio, Alex de Souza ve
Bizim kulvarda bazı zaferler vardır, unutulması imkânsızdır, hafızalara adeta kazınır.
17 Mayıs 2000... Danimarka’nın Kopenhag kenti... UEFA Kupası finali... İngiliz devi Arsenal ve Galatasaray... Hala o maç film şeridi gibi gözümün önünden geçiyor, her dakikasını anımsıyorum. Bir deyiş vardır, “anlatılmaz, yaşanır” diye, işte öyle!
Zaferden zafere koşan Aslan, güçlü rakibini penaltı atışlarıyla yendi ve UEFA Kupası’nı ülkemize taşıdı. Kadroya bakıyorum, üç yabancı sahada, biri de yedekte, hepsi o kadar... Diğerleri mi? Türk oğlu Türk... Yabancılar içinde biri vardı ki, onu bir başka köşeye koymak gerekiyor... Karpatların Maradonası George Hagi, katkısı tartışılamaz... Ne var ki, asıl mücadeleyi ortaya koyan yerli oyuncularımızın bu başarıdaki katkıları yadsınamayacak derecede büyüktür.
20 yıldır övünüyoruz
Düşünün, bu büyük başarıyla 20 yıldır övünüyoruz!
Ya boşa giden yıllar?
Şunu anlatmak istiyorum; o efsane kadroda yer alan Türk oyuncu sayısı bir hayli fazla... Dönelim
Galatasaray’a yakın değilim, ama uzak da sayılmam, çünkü gazeteciyim...
Hasan Şaş’ın istifası kafamda bir dizi soruya neden oldu. Geçmişte yaşanmışlıklar, açıklamalar, çelişkiler var, bunları ‘es’ geçemeyiz! Şaş’ın ilk istifasını anımsayın, 17 Ağustos 2019... Açıklamasında ne diyor; “Galatasarayıma, hocama, Levent kardeşime, Ümit kardeşime başarılar diliyorum. Kalbim hep sizinle, ben sevdiğime zarar vermem. Görevimden istifa ediyorum. Hakkınızı helal edin, hoşça kalın”...
Gelelim son istifasında kullandığı ifadelere; “Bugünden itibaren çok sevdiğim Galatasaray’dan kendi isteğimle ayrılmış durumdayım. Bugüne kadar bana destek veren taraftarımıza teşekkür ediyorum. Hoşça kalın...”
İki açıklamanın arasındaki farklılık beni şaşırttı... İlkinde herkes, ikincisinde ise sadece taraftar var! Şurasını iyi biliyorum ki, Fatih Terim’in haberi olmadan Florya’nın üzerinden kuş bile uçamaz! Dedik ya gazeteciyiz, telefon trafiği yaptım, araştırdım... Hasan Şaş’tan sonra yeni sezonda Ümit
Beşiktaş’ın şu anlı-şanlı kalecisi Karius var ya, hani iki kez FIFA’nın kapısını çalan! Neticede ortada ödenmeyen alacaklar var, adam gider, hakkını arar, kimse de bir şey diyemez. Ve Karius’un sözleşmesi feshedildi, ayrıldı, evinin yolunu tuttu.
Adam gitti artık, oturup arkasından karalar bağlayacak halimiz de yok! Valla, Kartal’da oynadığı sürece, öyle hafızalara kazılacak direkler arasında başarıları pek de yok! Öyle komik goller yedi ki, tribünlere saç -baş yoldurdu! Haa kötü kaleci mi, elbette değil, ama olmayınca olmuyor, maalesef!
Bizler gazeteciyiz, “Onu gönderin, şunu alın” demek, bize düşmez. Ancaaak, ortada ekonomik kriz, bir de ‘virüs’ belası var. Bu tabloda Karius’tan boşalan kaleye, yeni bir isim aramak, ne derece doğru bir yöntemdir?
Elinizin altında aslan gibi iki kaleci var, biri Utku Yuvakuran, diğeri Ersin Destanoğlu...Utku’yu 1-2 maçta izledim, Ersin’i sadece esame listesinden gördüm. Biraz sağı-solu araştırdım, o direklerarasını bilenlerle konuştum, iki kaleciyle ilgili referansları harika.. Kaldı ki ikisi de