Çağdaş Ertuna

Çağdaş Ertuna

cagdas.ertuna@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları

Netflix’in son zamanlarda en çok konuşulan dizilerinin başında geliyor “Gypsy”. Başrolünde Naomi Watts var, ilk iki bölümün yönetmen koltuğunda ise Sam Taylor Johnson oturuyor. Netflix’in davetiyle Sam Taylor Johnson ve Naomi Watts’la Londra’da Corinthia Otel’de bir araya geliyorum. Evet biliyorum, Watts kamera önünde olduğu için daha çok heyecanlandırıyor sizi ama beni asıl heyecanlandıran Johnson oluyor.

“Artık proje seçerken ekstra dikkatliyim”

Başrol oyuncusuyla aşk

Hayat hikayesini Vanity Fair’de ilk okuduğumdan beri kalbimde ayrı bir yeri var Johnson’ın. Önce bir çağdaş sanatçı olarak tanınıyor, hatta fotoğraf çalışmalarıyla genç İngiliz sanatçı akımının öncülerinden. White Cube sanat galerisinin sahibi Jay Jopling’le evleniyor, iki kızı oluyor. Sonra kolon kanseri geçiriyor, tam artık atlattı derken bir de meme kanseri teşhisi konuluyor. İkinci kanseri de atlatıyor. Üstüne bir de alkol tedavisi görüyor. Sinemaya merak sarıyor.

Haberin Devamı

John Lennon’ın hayatını anlatan ilk filmi “Nowhere Boy”dan önce boşanmaya karar veriyor. 40 yaşında, iki kanser atlatmış, iki çocuklu boşanmış bir kadın olarak Hollywood’a hızlı bir giriş yapıyor. Başrol oyuncusuna aşık oluyor. Aaron Johnson kendisinden tam 24 yaş küçük. Evleniyorlar ve iki kız çocuk daha doğuruyor. Bu arada kocası Aaron Johnson ile birbirlerinin soyadlarını almaya karar veriyorlar.

“Artık proje seçerken ekstra dikkatliyim”
Sam Taylor Johson çok iyi filmler yapıyor. Son filmi “Grinin Elli Tonu”yla ise en kötü yönetmen ödülüne bile aday oldu. Johnson ile “Gypsy”yi konuşmak üzere bir aradayız ama konuşmaya yaş konusundan başlıyoruz.

50 yaşında olmak nasıl bir his, önce onu anlatıyor Sam. “Benim gibi zor hastalıklar geçirmiş biri için yaşlanmak bir lütuf. Ben bugünleri göremeyeceğimi düşünüyordum, şimdi 50 yaşındayım. Hâlâ sağlığım elveriyor ve çalışabiliyor olmaktan çok mutluyum” diyor.

Kendisinden 24 yaş genç eşine getiriyor konuyu, “Aaron 26 yaşında ama benden çok daha olgun. Önemli olan kaç yaşında olduğu değil, ne kadar bilinçli olduğu. O kesinlikle benden daha sakin ve benim hayatımı düzene sokuyor” diyor gülerek. Şimdi birlikte bir film yazıyorlar. ABD’de iki yıl önce bestseller olan bir romanı sinemaya uyarlıyorlar. “Daha önceki projemden sonra şimdi ekstra dikkatliyim proje seçerken” diye vurguluyor.

“Senin kadar cesur bir kadın nasıl olur da yaptığı bir işten bu kadar pişman olur?” diyorum. Anlatıyor: “Yazarın hayal gücü çok güçlüydü ama benim hayal gücüm de çok güçlü. Beni seçtiği zaman benim yaratıcılığımı da isteyeceğini varsaydım ama öyle olmadı. O ne isterse o olsun diye diretti, film tamamlandı ve benim içime sinmedi. Ama hiçbir zaman pişmanım diyemem çünkü pişmanım demek hayatımın son iki yılını çöpe atmak demek ve benim böyle bir lüksüm yok.”

Haberin Devamı

“İkinci sezonda yokum”

Sonunda geliyoruz “Gypsy”ye. “İlk TV projem, sinemadan sonra TV dizisi müthiş bir hızla çekiliyor, çok yoğun bir temposu var ama hikayeyi çok sevdiğim için ve kendi kendime TV mücadelesini yaşamak istediğim için kabul ettim” diyor.

“İkinci sezon olacak mı?” diye soruyorum. “Umarım olur, ben ikinci sezonda yokum” diye yanıtlıyor.

“Kendim hariç herkes olmak istedim”

Naomi Watts hâlâ çok güzel, porselen gibi bir cildi var, bizim ünlülerimiz gibi yüzüyle gözüyle oynamamış. Geçen yıl Liev Schreiber’dan ayrıldığından beri daha da çok çalışıyor. Şimdi ise karşımda ballı çay içiyor, bir yandan da tüm tevazusuyla artık rol seçme konusunda daha avantajlı olduğunu anlatıyor: “Eskiden her role atlardım, şimdi beni heyecanlandıran rolleri kabul etme lüksüm var. David Lynch’in ‘İkiz Tepeler’in de de yeniden oynadım, zaten ilk çıkışım David Lynch’in ‘Mullholland Drive’ıyla oldu.”

Haberin Devamı

Peki ama “Gypsy”deki Jean Holloway adlı Manhattan’lı psikolog rolünü nasıl kabul etti “Tamamen Sam Taylor Johnson sayesinde” diye başlıyor anlatmaya: “O projeyi getirmeseydi senaryoyu bile okumazdım. Ama o telefon edip de sana çok uygun bir rol deyince hemen okudum ve kabul ettim. Kadınlarla çalışmak çok güzel, çok yakınlaşıyorsun.”

“Yogayla rahatlıyorum”

“Gypsy”de rol almayı kabul etme nedenlerinden biri de karakterin de kendisi gibi 40’lı yaşlarının ortalarında oluşu, hayatta istediği her şeyi yapıp yapmadığını sorgulamaya başlaması ve kendini canlı hissedebilmek için yapmayacağı şeyler yapması. “Ona bir yandan çok kızıyorsunuz, bir yandan da onu yargılamadan olduğu gibi kabul ediyorsunuz” diyor.

“Gypsy”nin hikayesi ilginç: Evli, çocuklu, dışarıdan son derece mutlu bir hayatı varmış gibi görünen bir psikolog, hastalarının hayatlarını yaşamaya başlıyor, bir süre sonra içinden çıkamayacağı bir yalanlar zincirinde buluyor kendini.

“Çocukken çok farklı şehirlerde yaşadım. Farklı şehirlerde yaşamak kimliğinizi her gittiğiniz şehirde yeniden şekillendirmenize neden oluyor” diye anlatıyor Watts: “Çocukken en çok istediğim şey başka biri olmaktı, kendim hariç herkes. Bunu kabul etmek zor ama öyle büyüdüm. O yüzden bu karaktere kendimi yakın hissediyorum. “

Kendisinin de terapiye gittiğini belirtiyor: “Ben terapiyi özellikle kriz dönemlerinde çok faydalı buldum. Herkesle iyi iletişim kurmayı terapide öğreniyorsun. Terapi dışında da yogayla rahatlıyorum.”

“TV çok değişti”

Sinemadan TV’ye geçişe geliyor konu. “Film endüstrisi çok büyük bir çıkmazda. Endüstriye franchise’lar, süper kahramanlar ve blockbuster filmler hakim. Ben ise drama alanında çalışmayı seviyorum. Bu kötü süreçte bütün iyi yazarlar TV’ye geçti. Biz de oyuncular olarak hikayeleri takip etmek zorundayız. TV olumlu anlamda çok değişti zaten” diye özetliyor durumu.

Naomi Watts “King Kong” filminin de yıldızı. Otelde 200 milyon dolar bütçeli, yeni çekilecek film “Godzilla vs Kong” filminin yönetmeni Adam Wingard’ı gördüğümü söylüyorum. “Yoksa bu filmde de olacak mısın?” diyorum. “Adam ile şimdiye kadar yollarımız hiç kesişmedi” diyor gülerek.