Eskiden oturduğumuz apartmanın bir dairesinden geceleri itiş kakış sesleri ve acı çeken bir kadının dayanılması imkânsız çığlıkları gelirdi.
Hemen fırlar, müdahale etmeye çalışırdık. Ama kapı duvar olurdu genellikle... İçeriden bir sarhoşun homurtuları yükselir, sonra sesler kesilirdi.
Bazen polisten destek isterdik; ama “Aile içinde olup bitenlere biz karışamıyoruz” cevabını alırdık.
Zaten kadın da şikâyet etse polisin de yargının da kendisini uzun süre koruyamayacağını bilirdi.
“Aile içi”, “yen içi” gibi bir şeydi; orada kırılan kollar sarılmaz, zamanla kangren olurdu.
Bu anlayış yüzünden “aile” denilen “kutsal kurum”, içinde milyonlarca kırık kol saklayan büyük bir yene dönüşmüştü; bir gün mahremiyet zırhı delinirse içinden kutsallık adına ve çaresizlikten katlanılmış hıçkırıklar, acılar, çığlıklar fışkıracak kanlı bir yen...
* * *
Türkçem fena değildir. Bulmaca tecrübem de... Üniversiteye girişte dershaneye gitmiş, test çözme alışkanlığı da edinmiştim.
Buna rağmen aşağıdaki soruyu çözmekte hayli zorlandım.
Soru, cumartesi günkü 8. Sınıf Seviye Belirleme Sınavı’nda (SBS) soruldu.
Kendinize güveniyorsanız, bir de siz deneyin. Bakalım bir seferde (bırakın cevabın ne olduğunu) neyin sorulduğunu anlayabilecek misiniz?
* * *
“Aşağıda bazı kelimelerin anlamları ve bu kelimelerin bu anlamda kullanıldıkları cümleler verilmiştir. Bu kelimeleri cümlelerin içinden bularak bulmacanın satırlarına yazınız.
İnsana kıymet verilen yerlerde pencere, içerdekinin hizmetindedir; onun dışarı bakmasına, hayata açılmasına yarar.
Toplumun insandan daha çok önemsendiği ülkelerdeyse tersine, evin kolaçan edilmesini, içerinin gözetlenmesini sağlayan bir gözdeliğidir sanki; pencereden bakıldığından çok, pencereye bakılır.
O yüzden mesela bizde pencere, tesettürlü bir kadın saçı gibi, sere serpe açılmaktan çok, sımsıkı örtünmeye alışkındır.
Dayanıklı güneşlikler, ağır kadife perdeler, o ağırlığı hafifletecek tüllerle, bir mahremi gizlercesine, kat kat perdeleriz pencereyi...
Saklanırız ardına; görülme kaygısıyla görmemeyi kabullenerek...
* * *
Geçen gece perdesiz bir pencereden İstanbul’a baktım.
Cici Bebe’nin boş olarak satışa sunduğu albümü, can çekişen CD piyasasının tabutuna son çiviyi çakarken, müzik endüstrisinde yeni bir çağın başlangıcını haber veriyor
Geçen hafta bir müzik CD’si geldi. Ankaralı yeni bir grubun, Cici Bebe’nin albümü... Adı: “Tabuttaki Son Çivi...” CD’nin üzerinde şu not vardı:
“Bu CD boştur. 1 TL.”
Tuhaf!
Boş bir CD niye satışa çıksın ki?
Hem boşsa niye 1 TL’ye satılıyor ki?
Çok şey söylenip yazıldı Obama’nın Kahire konuşması için... Ben, iyimserlerdenim.
Hiyerarşi gözetmeden, sesini yükseltmeden, üst perdeden konuşmayan sesleri seviyorum.
Buyurgan olmayan, husumet kokmayan, düşmanlık yaymayan dilleri seviyorum.
“Biz” derken etnik, milli, ırksal bir paydaşlığı değil, duygusal bir ortaklığı vurgulayanları seviyorum.
Adına “empati” denen, başkasının derdini dert bilen çabaları seviyorum.
O yüzden de “Şeytan kılık değiştirmiş” gibi gelmiyor bana...
Bush’un çatallı, zehirli dilinden sonra Obama’nın yeni söyleminin samimiyetine inanmak istiyorum.
Allah vermesin; dönüşü olmayan bir yolculuğun eşiğinde cep telefonundan bir son mesaj atma şansınız olsa, kime, ne yazardınız?
İddia doğruysa, Atlantik’te düşen uçağın bazı yolcuları, o can pazarında yakınlarına mesaj atmışlar.
Tanıdık bir itirafı değişik dillerde yollamışlar:
“Seni seviyorum.”
11 Eylül’de New York’taki İkiz Kuleler’de de aynısı olmuştu.
Eşini arayan bir adam, zeminin ayakları altında gıcırdamaya başladığını söyledikten sonra, “Sen ve çocuklar benim için dünyalara bedelsiniz” diye ağlamıştı telefonda...
* * *
Unutamayacağım bir sahneydi. Berlin’deydik. Prof. Yılmaz Esmer, bir konferans salonunda müteşebbislere, “Türk halkının kültürel değerleri” araştırmasını sunuyordu.
Toplumda güvensizliğin giderek daha derine kök saldığından bahsediyordu.
Devlet yurttaşına güvenmiyor, onu potansiyel suçlu görüyordu. Yurttaş devlette her işin rüşvetle yürüdüğüne inanıyordu. Komşu komşusuna, ebeveyn çocuğuna, çocuk öğretmenine, öğretmen geleceğine inanmıyordu.
İtimatsızlık zinciri her halkada biraz daha genişleyerek büyüyordu.
Sunuş bitti; yaşlı bir işadamı söz aldı ve araştırma sonucunu teyit edercesine “Bence bu araştırma güvenilir değil” dedi.
* * *
Şimdi aynı Prof. Esmer, “Radikalizm ve Aşırılık Araştırması” ile bu kez bize toplumda farklı olana tahammülsüzlüğün uç noktalara sürüklendiğini söylüyor.
Cumartesi gecesi annem ve babamla yemeğe çıktık. Başka yerin yemeğine güvenmedikleri için müdavimi oldukları Göksu’da karar kıldık.
Babamın emekli maaşıyla aldıkları küçük bir evleri var. Annem son 4 aydır kiracının kira yatırmadığından söz etti. Güvenmemişti zaten verirken... Bir avukata danışmış, ama o ilgilenmemiş. Güvenilir bir avukat arıyormuş.
Geçen hafta üşütüp doktora gitmişti. Öksürdükçe sırtına saplanan ağrıdan endişeliydi. Tahlil sonuçları iyiydi; ama yine de başka bir doktora göstermek gerektiğini söyledi.
Sonra sohbet, önceki gece televizyonda izledikleri bir habere geldi. Bu sefer de ben TV’de her duyduklarına inanmamalarını söyledim.
Yemek bittiğinde en az 10 meslek grubunu gömmüştük ve masanın üzerinde kesif bir güvensizlik bulutu vardı.
Onları evlerine bıraktım; annem arkamdan seslendi:
“Dikkatli git; yollara güven olmaz!”