Hollanda’da düşen uçaktan sonra Mirgün Cabas dedi ki: “Dileyelim bundan sonra hiç kaza olmasın; olacaksa da Hollanda’da olsun.”
Mirgün’e bunu dedirten, hem Hollandalı yetkililerin kriz yönetimindeki ustalığı hem de -aslında gazetecilerin hiç memnun olmadığı- ketumiyetiydi.
Biz, kaza olmasın diye apronda deve keseriz; kaza olunca da hemen olay mahalline kamera sokar, kokpitte anons çeker, ölü ve yaralıları deşifre eder, kazanın nedenine dair bin bir rivayet üretiriz.
Oysa Hollanda’dan bırakın uçağın yakınından çekim iznini, ölülerin isimleri bile gelmiyordu.
Türk Ulaştırma Bakanlığı ve THY yetkilileri eski refleksle alelacele “Valla bizde bir suç yok. Zaten ölü de yok” açıklaması yaptılar.
O ana kadar eşlerinin, babalarının öldüğünü öğrenmiş olan kazazede yakınları, kim bilir bu desteksiz atış karşısında nasıl nafile bir umuda kapıldı.
Aynı dakikalarda Hollanda basını ölü sayılarını açıklarken Hollandalı yetkililer ısrarla, inatla sustu.
Yıldız Tilbe önceki gece telefonda, öfkeyle karışık bir kaygıyla soruyordu:
“İbrahim Tatlıses, telefon konuşmalarımızı kaydetmiş. Bana ettiği küfürleri atmış, benim laflarımı da eksik yayımlamış. Buna hakkı var mı? Bunun bir cezası yok mu?”
“Dinle-kaydet-sızdır” yöntemi kamudan başladı, giderek özelleşti.
Artık herkes dinleme ya da dinlenme telaşında...
Herkesin eli, telefonun kayıt tuşunda...
Mahremiyet hakkı ayaklar altında...
* * *
Amacım eski, tatsız bir dosyayı yeniden açmak değil; dosyada adı geçenlerin söz hakkını kollamak...
Milliyet Pazar’daki yazımda, geçen hafta yitirdiğimiz Ayhan Aydan’ın “Bebek Davası”na konu olan olaydan söz etmiştim.
Aydan, Menderes’ten olan bebeğine “Dünyam” adını vermişti. 8 aylık hamile iken evinde sancılanmış ve eve gelen doktor da doğumu yaptırmıştı.
“Müdahale sırasında bebeğin kolu kırıldı. Boynuna ve ayaklarına kordonlar sarılmıştı. Acı çekiyordu. 9 saat uğraştılar. Yaşatamadılar” diye yazmıştım.
Tanıklar öyle anlatmıştı.
‘Bebek sağlıklıydı’
Dün gelen bir telefon, olaya bambaşka bir boyut kazandırdı.
Temel’in “düz mantık” fıkrasını bilir misiniz? Ben burada anlatamam; bilenler bilmeyenlere anlatsın ya da bilmeyenler İnternet’ten baksın.
Başbakan’ın “göbeğini kaşıyan adamlar”la alay edenlerin “köpeğini kaşıyan adamlar” olduğu saptaması tam düz mantık...
Üstelik de ayıp...
Erdoğan, insanları kişisel özellikleri nedeniyle topluca aşağılayan hasmane bir dili eleştirirken, “Köpeğiyle yatar bunlar” diyerek aynı dili kullanıyor. Nefret değirmenine su taşıyor.
Zıt kutuplar; ama ikisi de yanlış, ikisi de insafsız...
Geçenlerde bir yazar, “Bana kalsa Ege’de kebapçı açmayı yasaklarım” diyordu.
Bu da insanları yediklerine göre coğrafi sınırlara hapseden “gastronomik bir ırkçılık”tır ve Erdoğan’ın diplomatları “Gevşek, yumuşak monşerler” diye aşağılamasıyla akrabadır.
Önce eşinden ayrıldı. Sonra Başbakan Adnan Menderes’in idama gidişini gördü. Ardından 15 yaşındaki oğlu öldü. Yeniden yaptığı evlilikte de eşini toprağa verdi. “Yüzyılın aşkı”nı yaşayan kadın, yapayalnız öldü
İki yıl önce Alsancak’taki deniz manzaralı dairenin kapısını çaldığımda çok heyecanlıydım. İçerideki kadın, bir dönemin tanığıydı. O dönemle birlikte kendisi de içine kapanmış, o dönem hakkında konuşmayı, anılarını yazmayı hep reddetmiş, fotoğraf çektirmemiş, evine gazeteci sokmamış, ısrarla susmuştu.
Bir ayrıcalığı yaşadığımın farkındaydım.
Rahatsızdı. Geniş, ışıklı salonun kanepesinde uzanmıştı.
Çıkık elmacık kemiklerinin biçimlendirdiği yüz örtüsü yılların yorgunluğunu ele verse de, yarım asır önce opera sahnelerini titreten billur sesi tazeliğini koruyordu.
Tanıştıklarında Menderes 50 yaşındaydı; Aydan 25... Başbakan 20 yıldır evliydi; Aydan 6... Menderes’in 3 oğlu vardı, Aydan’ın 1... Bu, bir “imkânsız aşk”tı, ama yıllarca sürdü. Ve Ayhan Aydan o aşkın sırlarını mezara götürdü
Menderes, Başbakan olduktan bir süre sonra Çubuk Barajı’nda tanıştı Ayhan Aydan’la...
50’lerin bu ünlü sayfiye yerinde, Ayhan Aydan’ın akrabası olan Ziraat Bankası Genel Müdürü Mithat Dülge bir davet veriyordu. Başkent’in gözalıcı lirik sopranosu Ayhan Aydan da operadan arkadaşlarıyla oradaydı. Hastalıktan yeni kalkmış, biraz da gönülsüz gelmişti. Eğlenceli masa kahkahalarla çınlarken davete Başbakan Menderes geldi. Genel Müdür, Başbakan‘ı karşılarken Ayhan Aydan’ın “Mithat amca!“ seslenişiyle operacıların masaya yöneldiler.
Herkes ayağa kalktı.
Başbakan masaya davet edildi.
Menderes daveti kabul etti ama baş köşeye değil, gözüne ilişen güzel sopranonun sandalyesine talip oldu.
Aydan bu ilgiyi görünce, “Koltuğumda gözünüz var galiba” diye espri yaptı.
Geçenlerde bir arkadaşım anlattı: Kanada’daymış.
12 Eylül öncesinden tanıdığı mülteci arkadaşlarıyla buluşmuş. Eski günlerden konuşuyorlarmış. Bir an tedirgin olmuş. Cep telefonunu götürüp yan odaya koymuş. Sonra rahat edememiş, gidip aküsünü de sökmüş.
Dünyanın öbür ucunda... Kanada’da... hem de 30 yıl öncesinden söz ederken... dinlenme kaygısı yaşamak...
Yanında bir dinleme cihazıyla gezdiğine inanmak...
Ve o kulağı uzaklaştırarak ya da fişten çekerek kendini korumaya çalışmak...
Nasıl bir paranoya içinde yaşadığımızı daha iyi ne anlatabilir?
* * *
“İnternetin ansiklopedisi” Google’da “sevgi” sözcüğünü en çok arayan adresleri araştırıyorlar.
Anadolu kentleri sıraya diziliyor:
Diyarbakır, Adana, Kayseri, Erzurum, Trabzon...
Ya “aşk”ı hangi iller tıklayıp araştırmış en çok:
Gaziantep, Diyarbakır, Adana, İçel, Erzurum...
Nasıl yorumlarsınız?
Büyük kentler aşkı buldu da şimdi Anadolu mu arıyor?