“Resmini millet doya doya yüzüne tükürsün diye basıyoruz” diye yazmışlardı Cumhuriyet’in birinci sayfasındaki fotoğrafının altına...
1951 yılıydı.
Fotoğraftaki adam, Nâzım Hikmet’ti.
Hapislerde çürütüleceğine, öldürüleceğine inandığından Türkiye’den kaçıp Sovyetler’e sığınmıştı.
“Nâzım da Moskofların şakşakçı peyki oldu” başlığıyla çıkmıştı Cumhuriyet...
Şimdi Nâzım, ders kitaplarında “Türkiye’nin en büyük şairlerinden biri...”
Cumhuriyet’in de gözdesi...
Ergenekon Savcısı Zekeriya Öz, şubatta bilgi için ifademe başvurduğunda söz Veli Küçük’ten açılmıştı.
Anlaşılan o ki, savcılık gözaltı istediğinde Emniyet, “Koca tuğgenerali nasıl alırız?” diye “tir tir titremiş”.
Ama savcılık, “Genelkurmay, olaylara karışanları bünyesinden temizliyor; ya terfi ettirmiyor, ya emekli ediyor” diyerek cüretkâr davranmış.
Hatta bizzat Emniyet’e gidip operasyona dahil olmak zorunda kalmış.
* * *
Emekli de olsa bir paşanın “örgüt liderliği” suçlamasıyla gözaltına alınıp sorgulanması, görülmüş şey değil.
O Veli Küçük ki, Başbakanlık Teftiş Kurulu’nun “Susurluk Raporu”nda bile “uyuşturucu trafiğinin geçiş noktası olan Kocaeli’nde Jandarma Alay Komutanı olarak adının olaylara karıştığı” yazılmasına rağmen hakkında hiçbir işlem yapılamamıştı.
Geçen hafta Strasbourg’da Avrupa Konseyi Yerel ve Bölgesel Yönetimler Kongresi Başkanı Yavuz Mildon’u ziyaret ettim.
Türkiye, mayısta, Avrupa Konseyi’nin önemli organlarından biri olan bu kongrenin başkanlığını üstlendi. Avrupa Parlamenterler Meclisi nasıl Denetim Komisyonu’yla Avrupa’da ülkeleri ve genel seçimleri izliyorsa, Yerel ve Bölgesel Yönetimler Kongresi de yerel birimleri ve seçimleri izliyor.
Parlamenterler Meclisi son seçimde Türkiye’deki yüzde 10 barajını eleştirmişti.
Şimdi yerel seçimler yaklaşırken gözler, Yerel ve Bölgesel Yönetimler Kongresi’nde toplandı.
Başkan Mildon ve Alman yardımcısıyla görüşürken “Yerel seçimde Türkiye’ye de gözlemci gönderecek misiniz?” diye sordum. Birbirlerine bakıp gülümsediler. “Türkiye’den gelecek davete bağlı” dediler.
Konunun Kongre’nin gündeminde olduğu anlaşılıyordu.
* * *
Türkiye’de 28 yıl görev yapmış bir Sion hemşiresi olan Sör Emmanuelle eşsiz anılarla 99 yaşında hayata veda etti
Sör Emmanuelle’in 21 Ekim’deki ölümü gazetede küçük bir ilan olarak çıktı.
Katolik dünyanın en tanınmış, en yenilikçi figürlerinden biriydi.
Ama Türkiye açısından bir başka önemi vardı:
Ömrünün çok önemli bir bölümünü Türkiye’de, Notre Dame de Sion’da (NDS) geçirmişti.
Okulun 1930’lu, 1940’lı, 1950’li yıllarında okuyanlar onu çok iyi tanıyorlardı.
Kurban bayramlarının bir özelliği, ilk gün yaşanan kan felaketi ise, bir başka özelliği de tüm bayrama yayılan “mani bereketi”...
Bir önceki kuşakta bayram arifesi kaldırımlarda türlü çeşit posta kartlarından sergiler açılır, o kartlara özenle bayram dilekleri yazılır, postanede kuyruk olunup tebrik yollanırdı.
Nicedir bu âdetin yerini cep telefonu mesajları aldı.
Ancak eski bayram kartlarının şahsi yaratıcılığı da yerini, tek elden çıkmış klişelere bıraktı.
Arifeden başlayarak mesaj kutularımız bayram konulu maniler antolojisine dönüyor.
Cep telefonunu titrete titrete gelen her mesaj, tavşanlara çektirilen niyet kâğıtlarındakine benzer naif dörtlükler taşıyor bize...
Çoğu “forward” tabir ettiğimiz mesajlar bunlar:
Bayramlık bir soru soracağım: Siz, “ötümsüzleşme” nedir biliyor musunuz?
Geçenlerde bir dil bilgisi test kitabında gördüm; kendimce fikirler yürüttüm.
Olmadı.
Sonra tarif üzerine anladım.
“Ünsüz sertleşmesi”nin öztürkçesiymiş bu...
Kimileri “şöhrete kavuşamamış insanların asabileşmesi” gibi bir şeyden söz edildiğini sanabilir;öyle değil:
Tarife göre “ünsüz sertleşmesi” şu demek:
Geçenlerde Bursa’da hediye edilen bir kitap, beni çocukluğumun haylaz bayram sokaklarına götürdü; mazinin sadece güzellikleri gösteren perdesine dalgın bakakaldım.
Araştırmacı yazar Yılmaz Akkılıç’ın Bursa Belediyesi’nce basılan kitabı, “Sokak Oyunları” adını taşıyordu.
Sayfaları çevirdikçe, sanki “Affan dedeye para saydım/ sattı bana çocukluğumu...”
Çiçekleri solmuş, betona boğulmuş eski bir “arsa”da oyuna daldım.
* * *
Asırlardır sokakta, arsada, bahçede büyüyen çocukluk, bir kuşak içinde eve, odaya kapanıp bilgisayar başına hapsolduğundan, bizim oyunlar da onlarla birlikte tarih sahnesinden çekilmiş, yenileriyle yer değiştirmişti.
Akkılıç, buna direnmek için, eski kuşak Bursalılara çocukken oynadıkları oyunları anlattırmış, bu anlatımları yazıya ve fotoğrafa döküp kitaba basmış.
Geçenlerde Bursa’da hediye edilen bir kitap, beni çocukluğumun haylaz bayram sokaklarına götürdü; mazinin sadece güzellikleri gösteren perdesine dalgın bakakaldım.
Araştırmacı yazar Yılmaz Akkılıç’ın Bursa Belediyesi’nce basılan kitabı, “Sokak Oyunları” adını taşıyordu.
Sayfaları çevirdikçe, sanki “Affan dedeye para saydım/ sattı bana çocukluğumu...”
Çiçekleri solmuş, betona boğulmuş eski bir “arsa”da oyuna daldım.
* * *
Asırlardır sokakta, arsada, bahçede büyüyen çocukluk, bir kuşak içinde eve, odaya kapanıp bilgisayar başına hapsolduğundan, bizim oyunlar da onlarla birlikte tarih sahnesinden çekilmiş, yenileriyle yer değiştirmişti.
Akkılıç, buna direnmek için, eski kuşak Bursalılara çocukken oynadıkları oyunları anlattırmış, bu anlatımları yazıya ve fotoğrafa döküp kitaba basmış.