Yatakta çırılçıplak bir kadın ve bir erkek... Ana rahminde iki bebek kadar masum, yan yana yatıyorlar.
Biri yaralı bir devrimci, diğeri Gürcü fahişe...
Birinin ideali, öbürünün üzerine devrilmiş.
İnsanı ciğerinden vuran bir devrin kahramanları, hasarlı bedenleri ve ruhlarıyla, hep ufka bakıyor, bekliyor, susuyorlar.
Sözden bıkmışçasına, sükût çağındaymışçasına, acıyla olgunlaşmışçasına sabırla, inatla, umarsızca susuyorlar.
* * *
Eskiden... “sabırsızlık zamanında” yani; konuşkandı film kahramanlarımız; perdede lafını esirgemez, yerli yersiz sloganlarla taşı gediğine koymaktan çekinmezlerdi.
Türk sineması bu yıl 52 filmle tüm zamanların en yüksek seyirci sayısına ulaştı: 35 milyon...Ve yerli film izleyicisi, yabancı filmleri seyredenleri aştı. Ödüller de cabası...
Geçen ay Kelebek’i açtığımda James Bond’u oynayan İngiliz yıldız Daniel Craig’le yanyana gördüm kendimi... Mevlüt Tezel’in haberi, “Mustafa, Bond’u solladı” başlığını taşıyordu.
Aynı günlerde vizyona giren bir yerli belgesel, bir Hollywood efsanesini geride bırakmıştı. “Ben de Kemal... Mustafa Kemal...” der gibiydi.
Yerlideki artış
“Mahalle baskısı” tartışması bize ne öğretti? 1) Anadolu’da muhafazakâr bir baskı var.
2) Bu yeni bir şey değil, ama güçlenen yerel iktidar ve cemaat baskısıyla birleşince (yani dipten gelen baskı, üstten gelen dayatmalarla pekişince cüretkârlaştı, ağırlaştı.)
3) Daha önce muhafazakâr kesimde “modernist baskılar”dan yakınanlar vardı. Dünün mağdurları bugünün mağrurları oldular. Kendi mahallelerine dil uzatılmasına hiç tahammüllerinin olmadığı görüldü. Dün kendi haklarını savunanları bile yalan söylemekle suçlamaktan çekinmediler.
* * *
Oysa “mahalle baskısı”nın rengi yok.
Şişli’de asansöre bindiğinde, Bodrum’da denize girdiğinde aşağılayıcı bakışlarla karşılaşan başörtülü kızın Konya’da oruç tutmadı diye, Kayseri’de dekolte giydi diye baskıya maruz kalanların derdini anlaması gerekiyor.
Bunun tersi de geçerli.
Önceki gece NTV’de Prof. Dr. Binnaz Toprak’ın “Mahalle Baskısı” araştırmasını tartıştık.
Prof. Toprak, “Alışveriş merkezleri, toplu konutlar, otoyollarla çok gelişmiş görünen Anadolu kentlerinde moderniteyi deşince altından bunalım çıkıyor” dedi.
Bu bunalım, yayın boyunca “Neden” izleyicilerinin yolladıkları mesajlarda bir feryada dönüştü adeta...
Anadolu’nun dört bir yanında mahalle baskısına maruz kalmış izleyiciler şikâyet yağdırdılar.
Araştırmadaki bulguları doğrulayan bu mesajlardan birkaç örneği burada sizlerle paylaşmak istiyorum:
* * *
“İSTANBUL - Gaziosmanpaşa Belediyesi’nde görev yapan bir memurum. Bizim belediyede 1994’ten beri her Ramazan’da yemekhane ve çay ocakları sürekli olarak kapalı tutuluyor.”
Argoda “birisini tuzağa düşürmek için kurulan plan”a “kumpas” deniliyor.
Mesela Cumhurbaşkanı’na bel altı vurmak istiyorsunuz; “Gidin onun annesinin şeceresini araştırın” diyerek bir “kumpas” kuruyorsunuz.
Bir de “kumpasa gelmek” var; yani “tuzağa düşmek...”
Mesela biri “Senin kökünde Ermenilik var” diyerek ırkçı bir köken avcılığı yapıyor. Siz “Sana ne el âlemin kökünden, şeceresinden” demek yerine “Vallahi yok. Ben özbeöz Müslüman ve Türküm” diyerek savunmaya geçiyorsunuz. Böylece “kumpasa gelmiş”, “kumpasçı”ya koz vermiş oluyorsunuz. Çünkü bu savunmayla, ırklar arasında bir hiyerarşi varmış da bazılarına mensup olmak ayrıcalık, öteki ayıpmış duygusu veriyorsunuz.
Bu iki yanlış, bir doğruyu götürüyor:
İnsanların ırk kökenlerine göre değerlendirilemeyeceğine dair çağdaş doğruyu...
* * *
Hafta sonu iki gece üst üste Devlet Tiyatroları’nın iki oyununu izledim: Biri Turan Oflazoğlu’nun yazdığı “Genç Osman”...
Diğeri Bertolt Brecht imzalı “Galilei’nin Yaşamı...” Devlet Tiyatroları’nın geniş oyuncu kadrolu, zengin kostümlü, tarihi oyunlarını özlemişiz.
Genç Osman rolünde yeni yetenek Kutay Sungar, Galileo Galilei’de de tecrübeli Tamer Levent harikalar yaratıyorlar.
* * *
İki oyunu üst üste izleyince aynı mesajları ve güncel boyutları fark ediyor insan...
Bir defa iki oyunun kahramanları da aynı dönemden:
Genç Osman 1618’te çıkmış tahta...
“Eski bayramlar” nostaljisinde artık kokulu mendiller, tavşana çektirilen niyetler yok. 70’lerin şarkıları, 90’ların starları, radyo günleri var
Geçen bayram çook uzun süredir görmediğimiz dostları gördük, seslerini duyduk.
Bayramlaşmada değil, perdede, ekranda...
Eski bir müzik kutusu, yepyeni bir zaman makinesine dönüşmüş gibi hepimizi alıp “bayram” denilen yitik ülkeye götürdü.
Onun sahillerinde, gençliğimizin ayak izlerini bulduk.
Önceki gün Cumhuriyet Başsavcılığı’na ifade vermeye gittim. Konu: "Mustafa” filmi...
Suçlama?
“Tütün Ürünlerinin Zararlarının Önlenmesi Hakkındaki Kanun”a muhalefet... Şikâyetçi?
İTÜ’den iki öğretim üyesi:
Prof. Dr. Orhan Kural ve Prof. Dr. Ahmet Ercan...
Şikâyet dilekçesinde şöyle diyorlar:
“Filmde Atatürk’e pofur pofur sigara içirterek Türkiye tarihinin en büyük sigara reklamı yapılmaktadır. Gençlerin etkilenmemesi için film derhal gösterimden kaldırılmalı, yönetmeni cezalandırılmalıdır.”