Nasıl Nobel alınır?

12 Aralık 2006

Herkesin yüzünde yorgun bir mutluluk okunuyor.Otelin lobisinde Orhan Pamuk, kendisini izlemeye gelmiş aile üyeleri ve gazetecilerle sohbette...Bütün günü o törenden bu davete, o söyleşiden bu sohbete geçirdiği halde hâlâ enerjik; keyfi de yerinde..Kendisine ödül veren Kraliyet Akademisi'yle ilgili "ömür boyu unutamayacağım" dediği bir anı anlatıyor.Nobel edebiyat jürisi karar için toplantıya çekildiğinde en büyük korkuları içeriden bilgi sızmasıymış. Çünkü basın, toplantıdan haber alabilmek için her yolu deniyormuş. Odadaki çiçeklerin içine mikrofon yerleştirildiği haberleri geliyormuş.Bunun üzerine, konuşurken Nobel adaylarına takma isimlerle hitap etmeyi kararlaştırmışlar.Orhan Pamuk'un takma adı "O. P." imiş."O. P." bir İsveç halk şarkısının adıymış aynı zamanda...Pamuk'tan söz ederken o şarkıdan söz eder gibi yapıyorlarmış.Ödülü aldıktan sonra Orhan Pamuk'a bu anılarını anlatmışlar ve bir de sürpriz yapıp "O. P." şarkısını hep bir ağızdan söylemişler.***Akademi üyelerinin ödülü Pamuk'a verme kararında pek zorlanmadıkları, tören sonrası gösterdikleri ilgiden de belli oluyordu.Romanları büyük hayranlıkla okumuşlar, hatta Orhan Pamuk'la bir araya geldiklerinde "Kara Kitap'ın

Yazının Devamı

Sıra Oscar'da!

11 Aralık 2006

Frak ve tuvaletler içinde parıldayan konuklar...Onları binaya getiren limuzinler ve salona taşıyan kırmızı halılar...Bina önünde yanan meşaleler, yer gösteren şık görevliler...Her şey ama her şey ödülün ağırlığını hissettirircesine özenle hazırlanmıştı.Önce orkestra geldi, sonra Akademi üyeleri...Yerel saatle tam 16.30'ta üflemeliler gürledi ve İsveç Kraliyet ailesi sahnedeki 6 mavi koltukta yerini aldı.İki dakika sonra da siyah fraklarıyla ödül sahipleri çıktı sahneye ve kraliyet ailesinin karşısındaki 7 kırmızı koltuğa yerleşti.Salon ayaktaydı. Orhan Pamuk, üzerinde biraz da emanet gibi duran frakı ve her zamanki muzip haliyle etrafı süzüyor, yukarıya bakıyor, ellerini nereye koyacağını bilemiyordu.Ödül sahipleri arasında sadece o, beyaz yaka mendili takmamış ve rugan pabuç giymemişti.Kızı Rüya, 5. sıranın ortalarında, mavi tuvaleti ve çocuksu heyecanı içinde babasını izliyordu.Ve bizler, onu dünyadan önce, ilk romanından beri okumuş olanlar, şimdi günbegün yükselişine bizzat tanılık ettiğimiz yazarın diploma törenine gelmiş veliler gibi heyecanlıydık. Stockholm'ün görkemli konser salonundaki Nobel töreni baştan sona asırlık bir geleneğin ağırlığını taşıyan ritüeller serisiydi.

Yazının Devamı

Türkçenin taç giydiği gün

9 Aralık 2006

Posterlerdeki yüzler, dünyaca ün kazanmış İsveçliler:Greta Garbo... Björn Borg... Brit Ekland... Abba... Alfred Nobel... Astrid Lindgren...Daha ilk adımda kanatlarını uluslararası semalara açmış İsveçlilerce karşılanınca insan ister istemez kendi ülkesini düşünüyor.Atatürk Havalimanı'na inen bir yabancı "Ülkeme hoş geldiniz" diyecek kaç Türkü tanır?Bu toprağın yetiştirdiği değerin kaçı evrensel kültürün sahnesine çıkabilmiştir?Hangisi dünyada Mehmet Ali Ağca kadar tanınabilmiştir?Orhan Pamuk, Nobel alan romanlarıyla yerkürenin her havaalanında, 49 dilde insanlara "Ülkeme hoş geldiniz" dedi.Ödülün en büyük anlamı budur.* * *Göğüs kabartan ikinci unsur ise şu:Pamuk, önceki akşam İsveç Kraliyet Akademisi'nin salonunda kendisini çepeçevre kuşatan konuklara Türkçe konuştu.1988'de ödülü alan Mısırlı meslektaşı Necip Mahfuz gibi "Anadilimde konuşuyorum, çünkü ödülün asıl sahibi odur" demek istedi.Ve bizler, her uluslararası toplantıda ödül alan konuşmacıları ya bildiğimiz yabancı dilden ya önümüzdeki tercümeden veya kulaklıktan dinlemeye alışmış gazeteciler, ilk kez evrensel bir arenada anadilimizde yapılmış bir ödül konuşması dinlemenin gururunu yaşadık.İlk kez kulaklığa ihtiyacımız

Yazının Devamı

Tarihin dönüşü

7 Aralık 2006

"Bana bir film teklifi var. Senaryo senin ilgi alanına giriyor. Bir göz atıp fikrini söyler misin" dedi.Kendisiyle bir röportaj yapmıştım. Yakın tarihe ilgimi biliyor. "Olur" dedim."Eve Dönüş"ün senaryosu geldi. Konu, 12 Eylül'dü. Senaryo uzmanı değilim, ancak anlatılanlar, yaşadıklarımıza, dinlediklerimize tıpatıp uyuyordu.Kekilli'ye senaryoyu gerçekçi bulduğumu söyledim:"Yani Türkiye'de 1980'de bir darbe olduğu, insanların böyle işkence gördüğü doğru mu?" diye sordu.İşte o zaman irkildim.Yeryüzünde bunu bilmeyen yoktur sanıyordum. Oysa 12 Eylül'ün üzerinden çeyrek yüzyıl geçmişti ve o yıllarda ana rahmine düşen kuşak, biraz da o darbenin gayretiyle maziden kopuk yetişmişti.Sibel Kekilli, eylülde Antalya'da kendisine çevrilen kameralara bu telefon diyaloğumuzu biraz da gülümseyerek hatırlattı.O filmdeki rolüyle "En İyi Kadın Oyuncu" ödülünü almıştı.* * *Dün Aktüel'de, yıldızı parlamakta olan bir başka gençle, "Hatırla Sevgili" dizisinin başrol oyuncusu Beren Saat'le bir söyleşi vardı. Benim de senaryo danışmanlarından olduğum Hatırla Sevgili, 1950'li, 60'lı yılları anlatan bir dönem dizisi... Beren Saat, Menderes dönemi ve 60 ihtilali konusunda bilgilenmek için bizim

Yazının Devamı

Hodri meydan!

5 Aralık 2006

Derler ki, Devlet Demir Yolları rezervasyon ofisini aradığınızda telefon bağlanana kadar fon müziği olarak tanıdık bir türkü çalarmış:"Kara tren gecikir, belki hiç gelmez..."Gecikeceği kesin, gelmemesi muhtemel bir trene rezervasyon yaptırmak akıl işi değildir pek...Durum bizim AB trenine benziyor aynen...AB'nin ısrarla çaldırdığımız rezervasyon ofisi telefonu da aynı türküyü çalıp duruyor:"Kara tren gecikir, belki hiç gelmez..."***"Uzun ince bir yola çıktı", "Kaza yaptı", "Raydan çıktı" derken bizim Şark ekspresi durdu.Belli ki hedefe gecikecek, belki de hiç erişemeyecek.Bu bekleyişin sonunda yeniden yürüyüşe geçer mi, geri mi döner yoksa makas mı değiştirir; bunu da zaman gösterecek.Ama bilinen o ki Türkiye'deki Avrupa karşıtları ile Avrupa'daki Türkiye karşıtlarının elbirliğiyle hazırladığı bu "kaza"nın çok ciddi siyasi yansımaları olacak.***Artık vah vahlanmanın âlemi yok.Ancak ne kadar süreceğini kestiremediğimiz bu bekleyiş döneminde yapabileceğimiz bir şey var.Hani hep "Tam üyeliğin gerektirdiği reformları Avrupa dayattığı için değil, kendi çıkarımız için yapmalıyız" diyorduk ya..."Ama sıkıştırmadıkça yapmıyorsunuz" diyen Batılılara da "Sizin baskılar gururumuzu incitiyor

Yazının Devamı

Vatikan'dan İran'a...

4 Aralık 2006

Tahran'a 13.00'te indi. Akşam Şah Pehlevi'yle yemek yiyecekti. Ancak Şah, beklenmedik bir jestle Sunay'ı öğle yemeğine de davet etti.Gittiler.Pehlevi, yemek öncesi Türkleri öven cümleler söyledikten sonra birden konuyu laikliğe getirdi ve dedi ki:"Laiklik belki Türkiye'nin kuruluş yılları için gerekliydi, ama artık bu ilkeyi aynı tonda devam ettirmenizin gerekliliğine inanmıyoruz. Hatta laikliğin tüm İslam âlemine zarar verdiğini gözlüyoruz. Biz İran'da din adamlarını paraya boğarak bu işi hallettik. Sizin de laikliği bir anayasa kuralı olarak kullanmaktan vazgeçmenizi rica ediyorum."Sofradaki diplomatlar şaşkına döndüler. Gözler Sunay'a çevrildi. Cumhurbaşkanı şu cevabı verdi:"Türkiye'deki laiklik ne İslam âlemine ne Türklere zarar verir. Laiklik din karşıtı bir ilke değildir. Türkiye'nin laiklik ilkesini terk etmesi düşünülemez. Ama samimiyetinize güvenerek ben de size bir tavsiyede bulunacağım: İran ordusu görebildiğim kadarıyla size bağlıdır. Yarın Allah göstermesin size bir şey olursa bu ordu ertesi gün dağılır. Size içten tavsiyem, bu orduyu bir an önce milletin ordusu haline dönüştürmenizdir."Bu konuşmaların sofrada estirdiği soğuk hava gezi boyunca sürdü.10 yıl sonra Şah

Yazının Devamı

'Kin kapısı'

2 Aralık 2006

"İstenmeyen misafir"den tam kaçacakken kapıda yakalanan Tayyip Erdoğan mı? Patrikhane'deki ayinin ortasında, Papa'nın tam karşısında, sırtında kocaman "Emniyet" yazılı montla uluorta çekim yapan polis kameramanı mı?Tüm dünyaya yayın yapacağı sırada Papa yerine dakikalarca fotomuhabirlerinin sırtını yayına veren TRT mi?Bence hepsinden daha zor durumda olan biri varsa o da Başbakan'a vekâlet eden Devlet Bakanı Mehmet Ali Şahin'di.Hükümette herkes, argo tabiriyle, "arazi olmuşken" kestaneyi ateşten alma görevi ona verildi.Ve Papa'yla Ankara'da o görüştü.* * *Bu görevin onun için ne kadar zor olduğunu daha iyi anlamak için 12 yıl öncesine gitmemiz lazım.Erbakan'a yakınlığıyla bilinen Şahin, 1994 yerel seçimlerinde Refah Partisi'nden Fatih'e Belediye Başkanı seçilmişti.İlk vaatlerinden biri "Patrikhane'deki kin kapısını yeniden açmak"tı. Kapının bir tekmelik işi vardı.Ancak seçimler iptal edildi. Yenilendi ve bu kez Sadettin Tantan kazandı. Şahin, Refah Partisi'nde Tayyip Erdoğan'ın Belediye Başkanı olmasıyla boşalan İstanbul İl Başkanlığı koltuğuna oturdu.Tarihin ve talihin garip cilvesi:12 yıl sonra eski partisi Saadet "Papa def ol" mitingi yaparken bir kez daha Erdoğan'ın koltuğunu

Yazının Devamı

Papa ile katedralde

30 Kasım 2006

Aya Yorgi katedralinde saat tam 19.00'da çanlar çaldı ve Papa 16. Benedictus kırmızı peleriniyle kapıda göründü.Patrik Bartholomeos'la yan yana kırmızı halı üzerinde yürürken tütsüler arasından "Dinin askerleri" kırmızı kordonlarıyla selam durdular. Kadınlar gözlerinde yaşlarla alkışladı. Ve Papa için hazırlanan seremoni başladı.40 dakika süren törenden sonra Patrikhane'de Papa ile tanışma fırsatı bulduk. Patrik beni Papa'ya tanıştırırken önceki gece NTV'de yaptığımız "Papa" tartışmasını hatırlattı.Bartholomeos'a Papa'yla görüşmelerini sordum."Türkiye'nin AB üyeliğini görüştük" dedi. Papa, ona da "Türkiye, Avrupa'da olmalı" demiş.İki dini lider, Ortodoks ve Katolik dünyaya ilişkin kimi dini konuları da görüşmüşler.Bu arada Bartholomeos, Papa'ya Aynaroz'da tasvir edilmiş bir ikona hediye etmiş. Bir Patrikhane görevlisi, "Bugün Patrik hazretleri, Patrik olduğu günkü kadar heyecanlıydı" dedi.* * *Doğrusu Ortodoks ve Katolik dünya liderlerinin İstanbul'da yakınlaşması, bu buluşmada İslamla diyaloğun da gündeme gelmesi herkes için heyecan verici...Barış, itikat, anlayış telkin eden dinler, ne yazık ki pratikte insanoğlunu birbirinden ayırdı; kine, nefrete, savaşa zemin yarattı.Bugün

Yazının Devamı