Hafta sonunun ruh hali ayrıdır; hafta başının ayrı...Pazartesi herkesin daha önemli konuları vardır, okuyacak, konuşacak:Yola çıkılacaktır, okul başlayacaktır, kurul toplanacaktır, borsa açılacaktır. Rehavetin kucağında yazılmış mahmur satırlar, resmiyetin telaşına, ciddiyetin çatık kaşına uymaz; sırıtır, kaybolur.Çünkü, "Sen dün bambaşka bir insandın" diye fısıldar o yazılar... Üstüne üstlük "Hangi halini daha çok seviyorsun?" diye sorar:"Dün sere serpe gülümseyen o miskin serseriyi mi; bugün asık suratla çalışan gergin tiryakiyi mi?"Pazar, insanı hatırlatır insana; işkoliklerin hızını keser.***Oysa gazetede pazartesi çıkacak yazıyı pazardan yazarız biz...Hayta bir güz güneşi uyandırmıştır bedenimizi; martılar "Kalk hadi" diye çığlık çığlığadır, Issız bir göl, üstünü örten karabataklardan kara bir bataklık gibi görünür.Martıları, karabatakları yazmak isteriz.Mandalina ağaçları sarı benekli dallarını toprağa uzatmış "Gel de ye meyvelerimi" diye çağırır; radyoda kanun, ut, klarnet eşliğinde billur bir ses "Sarhoşum sarhoş" diye Akdeniz şarkıları mırıldanır. Rakı buğuludur, lakerda leziz.O meyveyi, o besteyi, o lezzeti anlatmak isteriz.Güz güneşi, baharınkinden farksız gülümser
Beline siyah bantlarla sarmış bombaları...Başında yeşil bant var; yüzü gülüyor.Hayattaki belki ilk ve son video kaydında, yakında çıkacak kitabına ithaf yazar gibi "Yapacağı eylemi İsrail cezaevlerindeki Filistinli tutsaklara adadığını" söylüyor."Kendimi Allah'a ve ülkeme kurban ediyorum" diyor.Tanıdık sözcükler:Çocukların "Anan kurban olsun sana" diye sevildiği topraklardayız.* * *Karar alınca kızıyla Gazze'nin kuzeyindeki Cebaliye mülteci kampındaki camiye gitmişler, şehitlik beklemişler.İsrail askerleri gelince Ennacar bombasını ateşlemiş.Sonuç:Ennacar ölü, 2 İsrail askeri yaralı...Canlı bombanın 31 yaşındaki oğlu "Annemle gurur duyuyorum" diyor.Güvenlik kabinesi ise, Filistinli militanları durdurmak için, saldırıların artırılmasına karar vermiş.Kana kan, intikam.* * *Gazze kan gölü...Bağdat adeta mezbaha...Önceki günkü 200 ölüye, 22 ölü daha ekledi dün... İki intihar saldırısının ardından kanlı nehirler gibi aktı cenazeler...800 yıl önce Tahran'ın kuzeydoğusundaki Alamut kalesinde başlamıştı fedailik geleneği... Şeyh Hassan Sabbah'ın haşhaş kokulu suikast okulu, bir dönem devasa orduları durdurdu.Şimdi aynı coğrafyada, aynı okulun mezunları, yine kendi bedenlerini feda ederek
İmam hatiplere Evren yorumu: "Programını izledim. Güzeldi. Ama keşke bana da sorsaydın?" dedi. Sonra da bir anısını anlattı:1962'de Muş'ta albayken, yürüyerek okuluna giden bir çocuğu yolda arabasına almış."Hangi okula gidiyorsun?" diye sormuş."İmam hatibe" demiş çocuk."Niye imam hatibe gidiyorsun? Bak cin gibi çocuksun" demiş Evren albay..."Dedem oraya gönderdi" cevabını almış. "İmam hatiplilerin çoğu ana baba zoruyla gidiyor" dedi Evren:"Bu çocuğun ne günahı var? Bu çocuk yarın fakülte okumak isterse imam hatibe ya da endüstri mesleğe gitti diye almayalım mı sınava? Vicdanı sızlar insanın..."Evren Paşa, programda Milli Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik'i de dinlediğini söyledi:"Şûranın son kararını tetkik etmedim, ama benim görüşüm şu: İmam hatipliler için kendi alanı dışındaki üniversitelere giriş zorlaştırılabilir, ama hiç almamak taraftarı değilim. Çocuk zorlaştırmamıza rağmen kazanıyorsa demek ki kabiliyetli imiş, kazanmış. Belki üniversiteye gidince o kafasını değiştirir. Ama kendi camiasında kalırsa onu devam ettirir." Önceki gece NTV'de imam hatipler konusunu işlediğimiz "Neden" programından sonra 7. Cumhurbaşkanı Kenan Evren aradı. Asıl arama nedeni, programda ekrana
Görmediyseniz bir internet kafeye girin ve ekran başında "teröristler" ve "anti-terör timleri" olarak çeteleşen çocukların iştahla tuşların tetiğini çekişini, "Geberdin" diye sevinç çığlıkları atışını izleyin.Geçen hafta Tavas'ta 10 yaşındaki Musa, "counter strike"a özenip dedesinin tüfeğiyle 14 yaşındaki amcasının oğlunu öldürdü. Öldürülen çocuğun babası, "Suç bu oyunlarla çocuklarımızın beynini yıkayanlarda" dedi. Oyunun, içerdiği aşırı şiddet nedeniyle birçok ülkede yasaklandığı hatırlatıldı.***Ben, "Bu oyunlar geldi, çocuklar şiddete yöneldi" diyenlerden değilim.Erkek çocuklar ve onların oyunları her dönem biraz şiddete yatkındır. Eskiden mahallede yapılan taşlı sapanlı çete savaşlarının bugünkünden daha az şiddet içermediği söylenebilir.Hatta "Bugün hiç olmazsa içlerindeki şiddeti sokakta değil, ekranda söndürüyorlar" diyerek bu oyunların yararından söz edenler de var.Evinde bir oğlu ve bilgisayarı bulunan her ebeveyn kadar konuyla ilgili biri olarak iki gözlemimi söyleyebilirim:Birincisi, bilgisayar oyunları dev bir endüstriye dönüştü, ulaşmak kolaylaştı, ayrılan zaman arttı. Oyunlarda şiddetin göz kamaştırıcı ses ve müzik efektleriyle adeta kutsanıyor olması da ciddi
"Başlangıçta dünyadaki bütün insanlar aynı dili konuşur, aynı sözleri kullanırlardı.Sonra 'Kendimize bir kent kuralım' dediler:'Göklere erişecek bir kule dikip ün salalım. Böylece yeryüzüne dağılmayız.'Rab, insanların yaptığı kentle kuleyi görmek için aşağıya indi. 'Tek bir halk olup aynı dili konuşarak bunu yapmaya başladıklarına göre düşündükleri gerçekleşecek, hiçbir engel tanımayacaklar' dedi:'Gelin aşağı inip dillerini karıştıralım ki birbirlerini anlamasınlar.' Böylece Rab onları yeryüzüne dağıtarak kentin yapımını durdurdu.Bu nedenle kente 'Babil' (İbranicede 'kargaşa') adı verildi. Çünkü Rab, bütün insanların dilini orada karıştırmış ve onları yeryüzünün dört bucağına dağıtmıştı."***O günden beri tarumarız.Babil'in sürgünleri olarak, yeryüzünün dört bucağında, farklı dillerden konuşuyor, mütemadi bir kargaşanın kucağında yaşıyoruz.Başta dildi bizi benzerlerimizden ayıran...Sonra belledik birbirimizin dilini; anlaşmanın yolunu bulduk.Lakin bu kez de önyargıların zehirli dili ayırdı Ademoğullarını birbirinden...Anlayışsızlığın, bencilliğin, sevgisizliğin biçerdöverinde örselendik.Yalnızlığa mahkûm edildik.***Alejandro Gonzalez İnarritu'ya Cannes Film Festivali'nde "En İyi
Bir çizginin iki yanında kümeleşen iki ekip, bir halatı iki ucundan çekiştirerek birbirlerini ortadaki çizgiye sürüklemeye çalışır.Bu güç sınavında çizgiye gelen ekip yarışı kaybetmiş sayılır.* * *Dünkü Milliyet, askerle sivil arasındaki asırlık "ip çekme savaşı"nın hepten kızışmakta olduğunun ipuçlarıyla doluydu.Manşetteki habere göre, Meclis, Ecevit'e askeri merasim yapılmasını reddetmiş, komutanlar da "sivil tören"i protesto etmişti.Öte yandan KKTC'deki törende bir albay "program dışı" konuşmuş, Cumhurbaşkanı Talat bu emrivakiye tepki göstermişti.Üçüncü haber ise Kara Kuvvetleri Komutanı Org. İlker Başbuğ'un "Fransa'yla askeri ilişkileri askıya aldık" açıklamasıydı. Fransa Savunma Bakanlığı Sözcüsü, "açıklamanın Türk hükümeti tarafından değil, bir komutan tarafından yapıldığına" dikkat çekerek, "Bu konuda bize Türk yetkililerden resmi bilgi gelmedi" demişti.* * *Bu önemli kararın, siyasi otoriteden önce komutanca açıklanmış olmasını ve Türkiye'de "resmi bilgi" sayılmasını Fransa'ya anlatmak zor.Belki biraz tarih dersi gerekebilir.Türkiye'de ordu, devlet adına konuşur; çünkü "Atatürk'ün ordusu, cumhuriyetin kurucusudur", yetkiyi doğuştan aldığına inanır.Oysa Mustafa Kemal, daha
İçeride yine bir kütüphane atmosferi var; kediler yine ortalıkta turluyor; yine her an sıcak çay-kuru pasta ikram ediliyor. Rahşan Hanım yine konukları ayakta, güler yüzle karşılıyor.Ama ilk kez Bülent Ecevit yok.O, kaloriferin üzerindeki siyah beyaz fotoğraftan el sallıyor.Fotoğrafın altında, kırmızı kadife kutuda bir Türk bayrağı var.Cenazede tabutunu sarmalayan bayrak bu...Fotoğraf, o tabutun önünde taşınan fotoğraf...* * *Ölüm gecesini dinliyorum Rahşan Hanım'dan...Kara haber gece ulaşmış eve... Son yıllarında onlara kol kanat geren korumaları Recai Birgün arayıp haber vermiş."Son hafta ağırlaşmıştı zaten. Artık tepki vermiyordu" diyor Rahşan Ecevit...Hemen hastaneye gidip son kez görmüş eşini...Vedalaşmış.Sonrasını hep birlikte izledik:60 yıllık yoldaşının cenaze arabasına sevgiyle kelepçelenmiş bir yalnız kadının sessiz yürüyüşü...Ve ona saygıyla eşlik eden on binlerce insan...Törenden sonra yakınlarıyla eve gelmişler.Emrehan Halıcı, "Bizim yorgunluktan gözlerimiz kapanıyordu ama Rahşan Hanım hâlâ konuklarına çay servisi yapıyordu" diyor.Recai Birgün, "Gece yatarken hepimiz hasta olmayalım diye ilaç aldık, o almadı. Bizi teselli etti" diye ekliyor."Nereden buluyorsunuz bu
"12 Eylül'den sonra tutuklanmasına çok üzüldüm" dedi. Ecevit'in siyaseti sürdürdüğü, dış basına demeçler verdiği için mahkûm olduğunu söyledi:"Çok üzüldüm, ama yapacak bir şeyim yoktu" dedi. Evren, Ecevit e hayranlık duyabilir; ölümüne üzülmüş de olabilir. Yine de tarihe doğru kaydolması açısından Ecevit'in mahkûmiyetindeki rolünü hatırlatmakta yarar var.***12 Eylül yönetimi Ecevit'i hapsedebilmek için her yolu denedi.Önce 12 Eylül öncesi konuşmalarını didiklediler, "Gün battıktan sonra miting yaptı" gibi iddialarla soruşturmalar açtılar. Bunlar takipsizlikle sonuçlandı.Ecevit neden mahkûm oldu biliyor musunuz?CHP kapatıldığı gün Evren'in yaptığı konuşmaya cevap verdiği için...Evren o konuşmada Türkiye'yi dış ülkelere "jurnal edenler"den yakınıyor, onları "ideolojik sapıklık"la suçluyordu.Ecevit'in TRT'ye gönderdiği yanıt yayınlanmadığı gibi suç sayıldı ve 2 aylık ilk mahkûmiyeti bundan yattı.***Serbest bırakıldıktan 2.5 ay sonra yeniden gözaltına alındı.Bu kez Danimarkalı bir gazeteciye demeç vermekle suçlanıyor ve en az 5 yıl hapsi isteniyordu. Sorgusunda dönemin Ankara sıkıyönetim savcısı Albay Nurettin Soyer'e, böyle bir demeç vermediğini söyledi. Şimdi sözü rahmetli Soyer'e