Atatürkün sansürlenen demeci

30 Ekim 2004

Hocamdır diye söylemiyorum; fikri öyle berrak, öyle inandırıcıdır ki...Ortalığı karıştıran son raporunda söylediği şuydu:"Türk kimliği Türkiyede yaşayan herkesi kucaklamaya yetmiyor. Bazıları kendini dışlanmış hissediyor. Türkiyeli dersek herkes kendini ev sahibi hisseder".Meğer ne hassas noktaya dokunmuş.Raporu yazdıran kurul bile raporu sahiplenmedi.Hükümet reddetti.Milliyetçiler, "vatan haini" çığlıklarıyla cadı avı başlattı.Abdullah Öcalan, "Kürtler de asli kurucudur. Anayasaya böyle yazılsın" diye tartışmaya katıldı.* * *Zihinleri açmak için kuruluş yılına uzanmakta yarar var.Mustafa Kemal, zaferden sonra, 1923 başında bir Batı Anadolu gezisine çıktı.Saltanat kaldırılmış, ama yeni rejimin adı konmamıştı.Gazi, bu gezide, kuracağı cumhuriyetin esaslarını tartışmaya açtı.16 Ocak gecesi, İzmit kasrında 6 saatlik bir basın toplantısı yaptı.O toplantıda Ahmet Emin (Yalman), "Kürtlük sorunu nedir?" diye sordu. Gazi şöyle yanıtladı:"Bizim milli sınırlarımız içinde var olan Kürt unsurlar o şekilde yerleşmişlerdir ki, pek az yerlerde yoğundur. Fakat yoğunluklarını kaybede kaybede ve Türk unsurunun içine gire gire öyle bir sınır doğmuştur ki, Kürtlük adına bir sınır çizmek istersek

Yazının Devamı

Gaipten bir ses

28 Ekim 2004

Daha doğrusu daha önce duyduğum tüm sesler o seste buluşmuş gibiydi. Baştan anlatmalıyım:***2 ay önceydi.İstanbulda Fazıl Saya bir arkadaşı "Şunu bir dinle" diye bir CD verdi.Edirneli, 24 yaşında bir müzisyenin tanıtım amacıyla yaptığı bir kayıttı bu... Bir süre yerel radyolarda DJlik yapmış, bir yıl önce de İstanbula gelmişti. Bir yandan deneysel müzik çalışmaları yaparken, öte yandan Etilerde bir kahvede fal bakarak hayatını kazanıyordu.Fazıl Say, sesi dinleyince irkildi.Daha önce hiç böyle bir şey duymamıştı.Kah kendi bestelerini, kah bildik şarkıları söyleyen bu genç adam, peş peşe bas, bariton, tenor, alto, soprano, koloratür soprano sesleri çıkarabiliyordu.Yani "tek başına çok sesli koro"ydu.7 oktav genişliğinde bir sese sahipti.Hem Louis Armstrong hem Elvis Presley gibi okuyabiliyor; pop, caz, klasik, her telden ve makamdan söyleyebiliyordu.Klarnet sesini de, trombonu da, sivrisinek vızıltısını da taklit edebiliyordu.***O gece uyuyamadı Fazıl Say...Sabah CDdeki sesin sahibiyle tanıştı. Uzun boylu, yakışıklı, rahat tavırlı bir gençti bu...Ona, gırtlağındaki materyalin farkında olup olmadığını sordu."Farkındayım" dedi genç kayıtsızca...Ama nota bilmiyordu ve müzisyen olmaya

Yazının Devamı

Televizyon körlüğü

26 Ekim 2004

Gazetelerin birinci sayfasında "Katili öğrenmek için aranacak telefon numaraları" yazılıydı.Ararsanız, Dallas dizisinin kahramanı JRı kimin vurduğunu öğrenebilecektiniz.Kanlı bir iç savaşta on binlerce evladını toprağa gömen ülke, bir askeri darbeden iki ay sonra ekran başına geçmiş, kendi evlatlarının değil, JRın katilini soruşturuyordu.Benim için "televizyon körlüğü"nün miladı orasıdır.* * *12 Eylülden sonra renklendirildi televizyon...Yayın saatleri artırıldı.Askeri yönetim, hem propagandasını hem uyutma kampanyasını o kutudan yürüttü.Sonra Özalla özel kanallar açıldı.Beyin yıkayan bir borazana dönüşmüş "kamu yayıncılığı"nın tekeli kırıldı; yayın ortamı piyasanın insafına bırakıldı.O güne kadar yasak, tehlikeli, ayıp bilinen ne varsa 20 yıl boyunca ekrandan yağdırıldı:Kan, şiddet, küfür, seks, arabesk, dansöz, kumar...Yıllar yılı dünyaya tek siyah beyaz kutudan bakmaktan bunalmış toplum, bu rengarenk şenliği görünce akın akın ekran başına toplandı.Bu izleyici, reklamcıya satıldı.Ve öldüresiye bir düzey düşürme yarışı başladı.En çok izlenen, en berbatı sunandı."Dünyanın en çok televizyon seyreden toplumu" böyle yaratıldı.* * *Milli Eğitim Bakanlığının bir raporu, günlük TV

Yazının Devamı

Star ile efsane

24 Ekim 2004

O ki, dünyanın ilgisini, "En iyi giyinen kadın"dan, "en iyi soyunan kadın"a çevirmişti.Ancak şimdi, 70lik fotoğrafında eski çocuksu yüzü şişmiş, göz altlarına çizgiler yerleşmiş, etli dudakları cazibesini kaybetmiş gibi görünüyordu.Saçının altın sarısı kurşuniye dönmüştü.* * *İki kıtada soğuk savaşın buzunu iki ateş parçası eritmişti:Hollywoodda MM, Fransada BB...İki rakip imzadan Marilyn Monroe, Brigitte Bardotya karşı, yıldızlar aleminin o lanetli avantajıyla üstünlük sağlamıştı:Erken ölmüştü.BB ise yaşadı.Ama MMnin "ölerek ölümsüzleşme"sine karşı o da kendi silahını kuşandı:Mesleki intihardı bu...Sevenleri, bıkkınlığın hain hançerini çekmeden, o kendi şöhretinin fişini çekti.16 yaşında başladığı sinemada 20 yıl ortalığı kasıp kavurduktan sonra 39unda ani bir kararla perdeden çekildi.Şöhret yalanına sırtını dönüp bambaşka bir hayatı göze aldı ve en baştan başladı.* * *Peki nasıl oldu da 30 senedir perdede, ekranda, sahnede görünmeyen bir isim, efsane olarak yaşamaya devam edebildi?Cevap belki de sorunun içinde:Perdede, ekranda, sahnede görünmemesi sayesinde...Fransızların dahi reklamcısı Jacques Seguela ("Yarın Çok Star Olacak", Afa, 1990) efsanelerin "ölümsüzlük iksiri"ni şöyle

Yazının Devamı

Duygusal bir yazı

23 Ekim 2004

1987de yeni bir gazetenin heyecanındaydık.Ercan Arıklı hepimizi Sözde buluşturmuştu.Gazete beklenen satış rakamına ulaşmayınca bir "kurtarıcı" arandı:Aranan çare, hemen yan odadaydı.O yıl çıkan ilk kitabı "Kadının Adı Yok" ortalığı kasıp kavurmuştu.Derhal devamı ısmarlandı.Gazetenin 10. gününde "Dev Yazı Dizisi" anonslandı:"Kadının Adı Yok - 2"Duygu, daha yazmaya başlamamıştı bile...Daktilo başına geçtiğinde hepimiz heyecanla başucundaydık.İlk satırları, çektiği aşk acısını anlatıyordu:"Ne güzel ağlıyorum geceleri... Ondan ayrıldığım son gece gibi, yastığım hep ıpıslak. Ipıslaklığa yüzümü sürüyorum, sanki onun elleri; nemli ve terli..."Bunlar hemen yayına veriliyor, devamı için gözler yine Duyguya dönüyordu.Zavallı Duygucuk, duygularını günlük periyotta kâğıda dökebilmek ve gazeteye yetiştirebilmek için çırpınıyordu.O telaştan, Türkiyenin en çok satan romanlarından biri çıktı:"Aslında Aşk da Yok"* * *Dün yine aynı mekanı paylaştık onunla...Ayrı kentlerde, birer hastane odasında...Bu kez acılardı bizi buluşturan...Ve farklıydı sebebi, yastıktaki nemin...O, hayatının en zorlu ameliyatına girdi dün...Ben, dizine protez takılan annemin başucunda bekledim.Gün boyu bir kulağım annemin

Yazının Devamı

Aşkın Değişim Yılları

21 Ekim 2004

Alışıldık bir otobiyografiden çok, büyük emekle kotarılmış bir resimli tarih ansiklopedisi gibi... Türkiyenin 40lı, 50li yıllarını merak edenler için tam bir başvuru kitabı... Bir "gazete - kitap" mantığıyla hazırlandığı için, siyasetten dış politikaya, spordan magazine kadar gündelik hayatın her boyutunu kendi deneyimleriyle anlatıyor Altan Ağabey...Büyük samimiyetle, rengarenk ayrıntılarla, tatlı tatlı anlatıyor.* * *Kitap, Öymenin ilk gençlik yıllarıyla başlıyor.Henüz "flört" lafı dile girmemiş. Erkekle kızın "yakın arkadaşlığı"nı anlatmak için "konuşmak" sözcüğü kullanılıyor."Ahmetle Ayşe konuşuyor"."Mehmetle Fatma konuşurken yakalanmışlar" gibi..."Çünkü kızların bakirelik meselesi önemliydi ve onu korumaları gerekliydi" diyor Öymen...Kitabı okurken onun ergenliğinden bizimkine pek bir şey değişmediğini fark ettim.Demek o "denetim çemberi" 40lardan 70lere dek sürmüş.Evet, biz de "konuşurduk".Gizlice, sessizce, tenhada ve daima konuşurduk."Aşk"ı, "özgürlük" diye tercüme eden Avrupanın cıvıltısı henüz okul duvarlarına vurmamıştı.Bekaret, "kutsal emanet" vasfını yitirmemişti.Anneler, Türk filmleriyle ve şahsi tecrübeyle edinilmiş bir bilgiyle kızlarının kulağına "İffetini

Yazının Devamı

Yeraltı suları

19 Ekim 2004

Sualtıyla ilgilenmez.Oysa istikbalin ipuçları çoğu kez derinlerde yapılan kazılardan çıkar.Değişimin kokusu oradan gelir.Meraklı bir dalgıcın yakaladığı birkaç ayrıntı, ciltler dolusu raporun söylemediğini söyler bazen...Deniz kabarıyor mu, yatışıyor mu, oradan anlarız.***Hürriyet Pazarın son iki sayısı, Türkiye gemisini sallayan iki büyük dalganın laboratuvar sonuçlarını verdi.Dalgaları besleyen yeraltı sularının akış yönünü belgeledi.İlki, Sebati Karakurtun Kandil dağında PKK militanlarıyla yaptığı röportajdı.Karakurt, "savaş sonrasının PKKsı"ndan son derece ilginç söyleşiler ve gözlemler aktardı.Örgütün terörde direnen dağ kadrolarında bile alttan alta bir değişim filizleniyordu.Kadın militanların küt kesilmiş saçları uzamaya bırakılmıştı.Siyah beyaz kefiyelerin yerini renkli eşarplar almıştı.Üniformalar, kadın hatlarını ortaya çıkaracak şekilde dikilmeye başlamıştı.Akşam örgüt evinde Bir İstanbul Masalı, Avrupa Yakası, Zerda gibi diziler izleniyor, dağda gitarla Ruhi Su kadar Nilüfer, Tarkan, Candan Erçetin de çalınıyordu.Örgüt üyeleri en çok Eminönünde balık - ekmek ve Sarayda dondurma yemeyi, vapura binip karşıya geçmeyi, martı seslerini dinlemeyi özlemişti.Karargahın

Yazının Devamı

Baronun kızı... Bodrumun badanası... Bülbülün çilesi...

16 Ekim 2004

Tahran Caddesinden inerken trafik çevirmiş.Direksiyondaki Aylinin alkollü olduğu anlaşılmış.Aylin yalvarıp yakarmış, ama nafile; ehliyet gitti gidiyor. Bunun üzerine yanında oturan Emel girmiş devreye... Arabadan inip polisin yanına gitmiş:"- Ben Zafer Erginin kızıyım" demiş."- O da kim?" diye cevap vermiş polis...Bunun üzerine "daha anlaşılır" bir tarif vermiş Emel:"- Hani Kurtlar Vadisinde Baron var ya... o!..""- Yaaa..." deyip amirinin yanına doğru seğirtmiş polis.Kızlar merakla beklerken, amirine şöyle demiş:"Amirim! Hanımefendi Baronun kızıymış. Biliyorsunuz Çakırın öldürülmesinde Baronun büyük desteği oldu. Bence arabayı bağlayalım."Kızlar attıkları kartın ters teptiğini fark edince arabayı kaptırmaktansa ehliyeti vermeye razı olmuşlar.Polis, Çakırın intikamını böyle almış.* * *Vatanın "Ankara keçisi" Deniz Güçerden öğrendiğim bu öyküden sonra "Yurdum insanından manzaralar"a, sevgili hocam Baskın Oranın köşesinden bir telefon hikayesiyle devam ediyoruz:Baskın Hoca, Feyhan Görgünle evlendiğinden beri "Bodrumun eniştesi" oldu ya... ikili, Bodrumun halk adamı "Dalavera Memet"in ağzından bir Bodrum tarihi yazdı. ("Dalavera Memetin Bodrum Tarihi", İletişim, 2004).Eşsiz bir sözlü

Yazının Devamı